Yüz yıl önce, yani 23 Nisan 1920…
Ve yüz yıl sonra, 23 Nisan 2020…
İlk gün ile son günün karşılaştırmasını yapmak istiyorum…
Öncelikle belirtmek isterim ki tarihini ve tarih içindeki yaşanan olayları bilmeyen milletlerin geleceği karanlık olur.
Nereden geldiklerini, nereye gittiklerini, daha doğrusu gitmek değil de savrulduklarını fark edemezler.
Tarihler 19 Mayıs 1919’dan geriye dönüp bir bakalım.
Anadolu topraklarının hemen tamamı işgal edilmiş, emperyalist güçler İstanbul’a çöreklenmiş, saltanat mensupları işgalcilerin emri altına girmiş, millet yaşadığı işgalin altında inim inim inliyor iken…
19 Mayıs 1919 günü, Samsun’a bir Paşa ayak basar…
Adı; Mustafa Kemal Paşa…
Görevi, Karadeniz yöresindeki duruma saltanat ve işgal güçleri adına hâkim olmak…
Ancak O’nun kafasında İstanbul’dan ayrılırken, yanında olan arkadaşları ile birlikte başka bir plan var.
Hani İstanbul’a geldiğinde Dolmabahçe Sarayı önünde demirli işgal güçlerinin donanmasını görünce “Geldikleri gibi giderler” demişti ya, geldikleri gibi o güçleri Anadolu topraklarından ne pahasına olursa olsun, göndermek…
Sırasıyla Havza, Amasya,, Erzurum ve Sivas’tan sonra yaptığı durum değerlendirmesinde görmüştür ki millet harekete geçmek için bilgi ve irade sahibi lider arkasından gidebilecek ruh hazırlığı içindedir…
27 Aralık 1919 günü Ankara’ya geldi…
O gün Keklikpınarı mevkiinde Ankaralı seğmenler ve halk tarafından coşku ile karşılandı…
Daha önce kafasında olgunlaştırdığı gibi, Ankara’yı merkez yapacaktı.
Öncelikle burada şunu bilmek gerekir. Neden Ankara?
Atatürk’ün bu konudaki sözü; “Başarı için hedefe en yakın yerde olmak gerek.”
Hedef İstanbul’u işgal eden emperyalist güçlerin def edilmesi, Anadolu’da bağımsız, bağlantısız, özgür bir Türk devleti kurulmasıdır. Bu nedenle Ankara, stratejik bir konuma sahip…
XXX
Ankara’ya geldikten sonra çalışmalara başlayan Gazi Mustafa Kemal Paşa, bundan sonra “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir.” Bugünün Türkçesi ile “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düşüncesine uyarak, halk ile birlikte hareket etmek gereğinin bilinci ile Ankara’da bir “Millet Meclisi” toplanması ve bundan sora girişilecek kurtuluş mücadelesinde, kararların halk ile birlikte alınmasının gerekli olduğudur.
Ankara'ya geldiği 27 Aralık 1919 tarihinden 1921 yılına kadar, önce Ziraat Okulunda, TBMM Başkanlığına seçilmesinden sonra da İstasyondaki taş binada ikamet eden Atatürk, 1921 yılının Haziran ayında Çankaya'daki bağ evine yerleşti.
Kısaca bağ evinden de söz etmek gerekir…
Eski bir bağ evi olan bu yer, Ankaralı Bulgurluzade Mehmet ve Rıfat Beyler tarafından satın alınmış, 1921 yılı başlarında Ankara Müftüsü Hoca Rıfat Börekçi'nin önderliğinde Ankara halkı adına Atatürk'e armağan edilmiştir.
Burada bir inceliğe de dikkatinizi çekmek isterim…
Atatürk tarafından ordu namına devir ve ferağ edilmesi üzerine 'Ordu Köşkü' adını alan bina, ilk haliyle alt kat holünde mermer bir havuzu bulunan iki katlı bir yapıdır. 1921 yılı Haziran ayı başlarında Atatürk Ankara Garı'nda ikamet etmekte olduğu konuttan bu Köşk'e küçük bir onarımdan sonra taşınmıştır.
Atatürk, ömrü boyunca milletin hizmetinde ve milletin evinde ve Başkent Ankara’da ikamet etmiştir ta ki hastalanana kadar…
Atatürk, Kurtuluş savaşını da buradan yönetmiş, savaş süresince ve savaştan sonra Cumhuriyetin ilanına da 23 Nisan 1920 tarihinde göreve başlayan TBMM ile birlikte yürütmüş ve tüm kararları meclisten geçirmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM’den geçirmeden uygulamaya koyduğu, benim bildiğim ve tarihlerin de yazdığı tek bir kararı olmadığıdır.
Varsa bilmek istedim nasıl bir karardır?…
XXX
Yüz yıl sonra 23 Nisan 2020…
Artık TBMM’de milletin sesi yok…
“Egemenlik Kayıtsız şartız milletin” değil, cumhuriyetin ve kurtuluşun simgesi Çankaya köşkü (Adına dikkat edin, köşk, saray değil) yerine yapılan “Saray”dan, hatta o saray yetmedi, İstanbul’daki saraylardan yöneten “Tek adam”ın hâkimiyetinde…
23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarına, TBMM çatısı altında katılmayan, saraylardan seslenen “Tek adam” hâkimiyetinde…
Artık ülkeyi ve milleti, TBMM’den yetki alan hükümetler yönetmiyor…
XXX
Son cümle…
Tarihi iyi değerlendirmezseniz, geleceğinizi de değerlendirmeniz asla mümkün olmayacaktır.
Yazı yoluyla uyarma görevimizi yerine getirmenin gönül rahatlığı içindeyiz elbette ama gönlümüz ne yazık ki gidişata bakarak rahat değil…