Bir türkümüz vardır, kına gecelerinin vazgeçilmezi…
Gelin hanımı ortaya alıp, iki ellerinde mumlar ile dönerken başlarlar söylemeye…
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar/aşrı aşrı memlekete kız vermesinler.”
Gelin hanım duygulanır ve ağlar. Türkü bitince de eline kına yakılır ve bu kez sırada
başka türkü vardır…
Türkünün kına ile ilgili kısmı şöyledir…
“Ahd eyle gelinim gelmeye kıymetli gelin/Gelinim güzelim de kınan kutlu olsun/Hem
orda hem burada dilin tatlı olsun.”
Bir başka yerde de damat (Güvey) beyin kınası yakılıyordur, kız evinden tören ile gelen
kınası…
Mutlu başlangıçların bir bölümüdür bu törenler…
XXX
Şimdi bu türkü “Ne alaka” derseniz, söyleyeyim, içinde “Ağıt” var ya…
Ben de ağlamaklıyım baktıkça memleketime…
XXX
Sahabiye Mahallesinin “Kentsel dönüşüm” kapsamında yenilenirken yapılan binaların
fotoğrafını gördüm, Kayseri’de olmadığım için uzun zamandır, fiilen görmek kısmet
olmadı.
İnanır mısınız, yüreğim cızzz etti.
O güzelim mahalle de elden gitmiş artık. Olmuş birer beton yığını ve gerçekten merak
ediyorum nasıl yaşayacağız beton yığınları içinde, daha doğrusu nasıl yaşayabiliyoruz,
anlamam mümkün değil…
Bütün bunlardan yüreğin ne kadar cızzzz etse de, ben Ankara’da 25 katlı evde
oturuyorum ve 100 hane var bir blokta.
Sitede 764 daire var, ortalama 4 kişilik nüfustan oluştuğunu düşünseniz,3 bin kadar
nüfusa sahip bir kasabadan söz ediyorum…
En acı tarafı ise komşuluk ilişkilerinin sadece asansörde kalması. Hemen hepsiyle
“Asansör komşusu” durumundayız.
Asansörde karşılaşınca, sabah ise “Günaydın”, akşam ise “İyi akşamlar” ile başlayıp
bitiyor…
Ne acayip değil mi?
Ya da evde otururken bir siren sesi duyuyorsunuz, kapıya bir cankurtaran geliyor ışıkları
yana yana, acil bir hasta götürüyor.
Eğer geri dönerse evine, haberiniz bile olmuyor. Eğer vefat etmişse de belki haberiniz
oluyor. Çünkü gittiği hastaneden tekrar evine bile dönemiyor…
Elbette bunlar binaların suçu değil…
Ancak binalar büyüdükçe ve dar bir alana büyük bir nüfus sığdırılınca insanlarda
“Birlikte yaşama kültürü” de değişiyor. Daha doğru bir ifade ile “Birlikte yaşamama
kültürü” gelişiyor, yalnızlaşıyorsunuz.
Örneğin, Kayseri’de benim mahallem yok artık. Mahallemin yokluğu bir kenara,
doğduğum mahallemin adı bile yeni kayıtlarda yok, “Emirağa Mahallesi” hepten adı ile
birlikte yok oldu…
Mahallenize dalıp “Şu evde doğdum ben” diyeceğiniz ev kalmadı, şu mahallede doğdum
diyeceğiniz mahalle, adı ile birlikte yok oldu…
XXX
Sahabiye Mahallesi, Enstitü Caddesi üzerinde, yonu taşı ile yapılmış tek evdi rahmetli
Arabacı Mustafa Emmi’nin evi. Dedemin evidir orası…
Ön bahçesinde çam ağacı bile vardı, küçücük bir havuzu, meyve ağaçları, çeşitli çiçekler
mevsimine göre, rengarenk güller…
Arka bahçesinde ise domates, patlıcan, biber, ne ararsan…
En fazla üç ya da dört katlı evler, her bir katı bir daire ve tüm aile o binada oturur. Fazlası
varsa kiraya verilir.
Tüm mahalle birbirine girer çıkar, yardımlaşır…
Doğana da ölene de mahalle halkı yetişir.
Erkeklerin dayanışması bir tarafa, kadınların dayanışması bir başkadır mahallede.
Birlikte yaşamanın en güzel örnekleridir mahalle kültürü…
Kadınlar “”Sabah gaflesine” Fadime Halanın evinde, “Öğlen gaflesinde” Ayşe ablanın,
“Akşam gaflesinde” Servet Yengenin evinde misafirlikte. Akşam ezanı okunmadan herkes
evinde, çünkü “Adamlar” gelecektir, dışarıda olunmaz…
Akşam ailece yemekten sonra, erkek kısmı, mahallede bir evde toplanır, “Oturmaya
gidiyorum Ali ağalara” der çıkar evden evin erkeği, çıkar gider evden komşuya. Zaten
gideceği yer üç adım ötesindedir.
Muhabbet gırla, mahallenin sorunları varsa ortaya dökülür, mahallede bir komşunun
sorunu varsa konuşulur, giderilmeye çalışılır elbirliği ile. Orta yaş altı ve gençler, oda
içine sığan oyunlar da oynarlar. Yaşlılar, köşede onları seyrederler… Daha küçükler, kapı
ağzına yakın yerde diz çöküp oturu, hizmet görmek onların görevidir. Sadece muhabbeti
dinleyerek öğrenmeye çalışırlar hayatı ve kültürün bu yanını…
XXX
Şimdi içimden bir türkü geçiyor…
Diyorum ki avazımın çıktığı kadar bağırarak…
“Yüksek yüksek betonlara ev kurmasınlar/ aşrı aşrı gidip mahalleleri yok
etmesinler/komşuluları bitirmesinler…”
Ama bitti, yok oldu, olmaya da devam edecek kaçınılmaz oldu artık.
Çünkü “Kültür” daha doğrusu “Kültürsüzlük” bizleri bu noktalara getiridi…
Artık kendimize de bir “Kına” yaksak münasip (Uygun) olur kanaatımca…
Umarım ve dilerim ki gelecek kuşaklar, bu şartlar altında mutlu olurlar. Bizim kuşaklar
mutlu değil de…