Anadolu coğrafyasında gazeteci olmak, hele gazete çıkarmak, şimdilerde çoğunlukla olduğu gibi bir başka işe sırt dayamadan, sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.
Gelirinin temel kaynağı, resmi ilanlardan fatura karşılığı gelecek kazançtır. Ayrıca, satışına bağlı özel ilanlar…
Eğer gelir karşılığında giderlerinizi karşılayacak bir yapıyı tutturamazsanız, bir de bakmışsınız ki borç yükü altında ezilip gitmişsiniz.
İşin bu tarafı, gazete çıkarmak ve uzun yıllar isim olarak halkın önünde “Yılların” veya “On yılların” gazetesi olmak kolay değildir ama…
Bir de “Gazetecilik” mesleğinin Anadolu coğrafyasındaki yeri vardır…
2 binli yılların başına kadar Anadolu’da gazeteci olmak!...
O yıllardan sonra, bırakın Anadolu coğrafyasında “Gazeteci” olmak ve ülke genelinde “Gazeteci” sıfatını taşıyan kişi sayısı, sayılı sarımsak, dikili soğan kadardır…
Ortaya “Ben gazeteciyim” diye çıkanların birçoğu, tutma, yalaka, çıkarcı, nereden ne tokatlayacağının peşinde olan yaramaz insanlardır.
Oysa bizim Cumhuriyet tarihi içinde bildiğimiz, bize öğretilen “Gazetecilik” mesleğinin kendine göre bir “Racon”u ve “Etik” değerleri, bunlara bağlı olarak sayğınlığı söz konusu idi…
Bir başka deyişle, yaptığınız haber, yazdığınız yazı sonrasında sokakta yürürken, başınız dik, göğsünüz kabararak yürür, çevreden “Saygın kişi” muamelesi görmeyi hak ederdiniz. Sizden kimse “Gazeteci” diye korkmaz “Dürüst insan, doğruların savunucusu, haber kaynağı, topluma doğru bilgi veren kişi” olarak görerek saygı duyardı.
Korktuğunda, çekindiğinden, aman bize çamur atmasın, bizden ırak olsun diye değil…
Elbette “Tarafsız” değildi, her ne kadar isminin altında “Tarafsız” yazsa da. Tarafsızlığı, görevinden kaynaklanıyordu ama Cumhuriyetten, “Laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti” ilkelerinden yana taraftı…
Demokrasiden yana taraftı…
Hukukun üstünlüğünden yana taraftı…
Hâkimiyetin, millete ait olduğu bilinci ile seçtiklerinin TBMM çatısı altında kendi adına görev yapmasından yana taraftı. Parmakçı, biat eden, sadece milletvekilliğini korumak için kuklalık görevini kullananlardan yana taraf değil, karşılarında idi.
Kayseri özeline gelince…
Bir zamanların bağımsız, taraflı ama tarafsız, geçimini bu meslekten sağlayan, “Gazeteci” sıfatını taşırken saygınlıkları ile öne çıkanlar, yaşadıkları zorluklar nedeniyle birbiri ardına piyasadan çekilirken…
Sermaye sahibi bakkallar, sanayiciler, boyalı gazete kâğıdı çıkarmaya başladılar…
Çalıştırdıklarına tek şartları oldu, ne derlerse o olacak…
Elbette bu koşullarda “Gazeteci” olmak diye bir şey söz konusu olmaz, olamaz, olmadı da zaten…
Kayseri deyimi ile sayıları yükselince ve resmi ilan gelirlerinden pay almaya da başlayınca, gerçek “Gazete” olanlar, “Gazeteci” olanlar sıkıntıya girdiler.
Hatta…
Üzüntülerine, sıkıntılarına yüz çevirmeyip, dertlerine ortak olduğu bazı çalışanlarının attığı kazık sonucu, altında kaldıkları mali sıkıntılarla mesleğe küsüp terek edenler bile oldu.
Kurucuları, ondan sonrakiler hayattan ayrılınca, yükü taşıyamayanlar ya da taşımak istemeyenler ile tarih karışanlar da oldu…
Benim özelime ve “Veda”ma gelince…
Antalya’da, rahmetli Sadrettin Tunca amcanın “Şelale” gazetesinin önce baskı emekçiliğinden başladığım süreç, “Muğla’da” yine rahmetli Mehmet Menteşeli’nin “Muğla Postası” gazetesinde, yine Muğla’da “Devrim” gazetesinde, 1962 yılında küçük küçük yazmaya başlayınca “Gazetecilik” yolculuğum başladı…
Dünya ve Milliyet gazetelerinin de haber başı muhabirliğini (Kaşeli) de yaptım bir süre… O günün koşullarında taşara muhabiri olup da gazete haber ulaştırmak kolay iş değildi…
Artık Kayseri’de idim…
Askerlik de bitmiş, mesleğime dönmüş, ardından özel sektöre geçmiştim…
Rahmetli Mehmet Mülayim ve yine rahmetli oğlu Ahmet Mülayim’in “Madem yazıyorsun, yaz bizde” teklifi ile gazete kâğıdının, matbaa mürekkebi ile karışımı sonucu ortaya çıkan kokusunun verdiği yürek çarpıntısı ve çırpıntısı ile “Ülker” gazetesinde yazmaya başladım…
Sonra rahmetli Şemsettin Çetinsöz’ün teklifi ile Kayseri Anadolu Haber Gazetesi…
Orada en büyük destekçim, başta rahmetli Erdal Yeğenağa ağabeyim olmak üzere, Yeğenağa ailesi ve içeriden de yürekli gazeteci Salih Balcı’nın büyük desteği oldu…
Ardından birkaç kısa süreli gazete sonrası, Salih Balcı’nın o koca yüreği ile verdiği destek, beni başından sonuna kadar “Kayseri Maç” gazetesinde “Köşe” yazılarımla devam etti…
Salih Balcı, yukarıda anlattığım türlü nedenlerle mesleğe küsüp saygınlığını yitirmeden sessizce piyasadan çekilince, bu kez elini uzatan bir başka yürekli çıktı…
Elinizde tuttuğunuz ve bugün yayın hayatına son vermek zorunda kalan 71 yıllık Kayseri’nin Hâkimiyet gazetesi ve Mustafa Cengiz ile Cengiz ailesi…
Bana destek verenlerin tamamını saygı ve muhabbetle anarken, ahrete göçenlere da rahmet diliyorum.
Bugüne kadar elimden geldiğince, bildiğim ve bilmediklerimi de araştırıp öğrenerek sizlere yazdığım köşe yazıları ile birlikte olduk.
Bundan sora ne olacak, bilemiyorum…
Kayseri’de 15 gazete birleşip 3 gazete çıkaracaklarmış…
Doğrusunu söylemek gerekirse, içine işlemiş “Köşe yazarlığı” işini sürdürmek isterim. Yer bulabilir miyim, orasını bilmiyorum. Bana dayanmak zordur, bilirim.
Ama mahallede takım oyunu oynayan çocukların yanında “Ben neredenim, ben neredenim” diye dolaşacak biri de değilim elbette.
Belki bu yazım, basılı gazete sayfasında son yazım olacak. Zaten yaşımız da geldi çattı 75’e ki ülkenin gidişatı sinirlerimizi yıprattı. İnsanlara doğruları anlatmakta zorluk çekiyoruz.
Diğer bir deyişle, kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz…
Yoruldum mu?
Mücadele, yorgunluk götürmez…
Eğer trende gidiyorsan, binmişsen, demirden de korkmayacaksın, gelecek baskılardan da…
Kimsenin adamı olmayacak, doğrulardan şaşmayacak, cumhuriyetten, niteliklerinden, Atatürk ilkelerinden, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, özgürlüklerden yana mücadeleni, ille ki başka mecralarda sürdüreceksin.
Bizim neslin görevi bu, kaderimiz de bu…
Ama şimdi buradan “VEDA” zamanı…
Kalın sağlıcakla, mutlu olmanız dilerim…