Dün, kanal İstanbul projesi üzerindeki iki tarihi köprünün taşınması ihalesini, Kanal İstanbul Projesinin başlangıcına bağlayıp, itirazımızı bir kez daha uzun uzun ortaya koymuştum.
Böyle ekonomik bir ortamda, bir de üstüne salgın hastalık varken ve bunlar için çokça para gerekirken, hazinede de para yokken…
İhaleye çıkmanın anlamsızlığını belirtmeye çalışmıştım…
Bugüne kadar çoğu çıkar odaklı işlemlerde şeytana pabucunu ters giydiren uygulama şekillerine, uygulama sonrasında farkına varıyorduk…
Bu ihalenin de aynı şekilde şeytana pabucunu ters giydirmek gibi bir amacı olabileceği aklıma hiç gelmemişti doğrusu.
Ancak teknik bilgiye sahip olanlardan bir kardeşim, bana mesaj göndermiş, ayıkayım diye, ismini burada açıklayamayacağım kardeşime çok teşekkür ederim.
Şöyle diyor noktasına virgülüne dokunmadan…
“Bence kanal İstanbul yapılmayacak. Ama devam edecek gibi bir algı yaratılıyor. Bugünkü ihale kanalın etki sahasındaki iki tarihi köprünün restorasyonu ile ilgili. Zaten Kanal projesi olmasa da bu ihale yapılacaktı. Zaten milyar dolarlık proje yanında 500.000 TL devede iki kıl... Eğer bunlar vazgeçtik deselerdi, tarla fiyatına kapattıkları arsaları tarla fiyatına satacaklardı. Şimdi projenin devam ettiği algısını yaratarak ve süreci yayarak arsaları uygun fiyata elden çıkarabilecekler.”
Bu yönü aklıma hiç gelmemişti…
Olur mu?...
Olmaması için en ufak bir neden yok. Biliyorlar ki Kanal İstanbul projesi, bugünkü ekonomik koşullar altında yapılması mümkün değil.
Bakın, maliyet olarak 75 milyar Türk Lirası olarak açıkladılar. Açıkladıkları gün itibariyle 20 milyar dolara karşılık geliyordu.
Maliyetin, bitirilinceye kadar olabilecek artışlar ile 120 milyar Türk Lirası civarında olması muhtemel…
Türkiye ekonomisinin bu rakamı kaldırması, şu aşamada mümkün değil…
Elbette diğer olumsuzluklarını saymaya gerek yok, ekonomik katkısı olmayan bir projenin Türkiye’ye bir faydası da olmayacaktır.
Ancak, şeytana pabucunu ters giydirenler, proje sahasında aldıkları arsalara yatırdıkları paranın da boşa gitmemesi için “Yapılıyor muş gibi” tavır sergilemeleri ve bu sırada da arsalara ödedikleri bedele karşılık en az zarar ile kapatmalarına çalışmaları akla da aykırı gelmiyor.
Bu noktada “Vay beeee… Ne kurgu ama…” demekten kendimi alamıyorum…
Dün de yazdım…
Millet can derdinde, mahallenin kasabı et derdinde gibi oluyor işlem…
Kandırabilirlerse sizi, mesele yok…
Ya kandırılamayanlar n’olcak?
Bu sorunun cevabı, dünkü yazımın son cümlesindeydi, galiba Mustafa Cengiz Kardeşim beni düşünmüş olmalı ki, orasını doğramış.
Şimdi benzer bir lafı yazıp da onu zora sokmayayım…
Önerim şu milletime…
Gündemin belli bir konusuna takılıp da diğer gündemleri unutmayın. Hepsini birden takip etmeye bakın.
Evet, bugünün gündemi virüs ama virüsten daha tehlikeli işlere da şahit olabilirsiniz…
Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bana biraz tuhaf gelen ve bu kargaşa içinde amacına ulaştırılmak istenen Ayasofya’nın ibadete açılmasına hazırlık yapılıyor gibi…
Ayasofya cami olarak ibadete açılsın mı?
Bana göre Sultanahmet Camisi gibi olağanüstü yapıya sahip bir caminin bitişiğindeki Ayasofya’nın “Cami” olarak ibadete açılmasına yeltenmek, Cumhuriyet Devrimlerine ve Atatürk ilkelerine karşı gelmektir. Amaç da zaten Atatürk hedefi değil mi?
Bugün Cuma ve tam da bugün Ayasofya’nın içinde (Bakın ben orası için Cami ifadesini hiç kullanmıyorum) çıplak sesle ezan, mihrabında da Kuran okutuldu.
Amaç, camideki akustik değerleri ölçmek miş!…
Akustik değer…
Bir mekân boş iken ölçülür…
İki mekân insanla dolu iken ölçülür…
Çünkü ikisi arasında akustik değer farkı vardır.
Hadi ölçtük, sonra?
Ayasofya’yı ibadete açınca elinize ne geçecek söyler misiniz?
Ellerine ne geçecek, ben söyleyeyim…
Kanal İstanbul projesi ihalesi adı altındaki işlemin yanında, bir de böyle bir tartışma açıp, korona belasında yaşamakta olduğumuz gerçekleri, milletin gözünden kaçıracaklar…
Şeytana pabucunun ters giydirmelerini bir kenara bıraktık, her zamanki işleri de, eğer millete de ceketini ters giyiyorlarsa, ne diyeyim ki?