Gerçekten çok üzülüyorum…
19 Mayıs 1919 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak bastığında başlayan ve o gün askeri sonuçları alınarak başarı ile Cumhuriyeti kuran mücadelemiz vardı…
Kurtuluş savaşı başarı ile sonlandırılıp bağımsızlığımıza kavuştuktan sonra sıra Cumhuriyet Devletinin ekonomik olarak da bağımsızlığına kavuşmasına gelmişti ve o da 1950’li yıllara kadar “Devletçi” kavram içinde başarılı bir şekilde gerçekleştirilmişti.
Bugün “Devlet ticaret mi yapar” düşüncesi ile karşı çıkılan o günkü uygulama, aslında “Devlet ticaret yapar” anlayışı değil, özel sermayenin öz kaynaktan yoksun olması nedeniyle idi.
Girişimcilerin öz kaynaklarını geliştirmesinden ve değer yaratmaya başlamasından sonra, ilk kuruluşların üretimleri devam etmekle birlikte, görev anlayışında değişiklik olmuştu.
O sanayi kuruluşlarının görevleri, bu kez piyasada denge kurmak şeklinde anlaşılmalıydı.
Bu anlayış, 90’lı yılların sonu, 2000’li yılların başında değişmiş, kuruluşlardaki yenileme yapılması gerekirken, “Özelleştirme” anlayışı gibi sakat bir anlayış ile yok pahasına, üstelik “Yandaş” kişilere peşkeş çekme mantığı içinde satılmış, yok edilmiştir.
Oysa o kuruluşlar yen teknoloji ile donatılabilir, başka bir üretim sahasına geçirilebilir ya da yeni bir yapıya kavuşturularak, ekonomi içindeki “Denge” görevleri devam ettirilirken, ekonomiye katkıları kadar istihdama da katkıları olabilirdi.
Ancak bilgisiz ve bir o kadar da beceriksiz olan iktidarlar, cumhuriyetin kurucu fikirini iyi anlayamamışlar ya da anlamamakta ısrar etmişlerdir.
Bu anlayış, aslında halen sürmektedir.
2000’li yılların başında ise, hatalı ve Türkiye ekonomisine zarar veren anlayış daha da artarak devam etmiş, bugünlere gelinmiştir.
XXX
Anlattığım cumhuriyetin bu döneminin dörtte 3’ünü yaşayarak görmüş, yetişmiş ve öğrenmiş bir kişi olarak ben üzülüyorum, üzüntümün kaynağı aslında bu.
XXX
Gazeteci, yani basın kuruluşları, iktidar şakşakçısı değildir…
Görevi, iktidar ile birlikte muhalefetin de uygulamalarını dikkatli gözlerle takip edip, eksik ya da hatalı gördüklerini ülkenin gerçek hâkimiyet sahibi olan millete anlatmak ve iktidarı da muhalefeti de ve daha çok milleti uyararak, tercihlerini kullanırken dikkat etmelerini söylemektir.
Görev, gereği gibi yapılıyor mu?
Hayır, yapılmıyor…
Cumhuriyetten, demokrasiden ve cumhuriyetin niteliklerinin değişmezliğinden yana olması gereken ve bu anlayış içinde tarafsız gözlem yapması gerekirken, karpuz gibi dilimlere ayrılmış durumda…
Böyle bir gazetecilik ve basın, kendine fayda ve çıkar sağlamada belki başarılı olabilir, ancak ülkeye ve millete fayda sağlamasını beklemek gerçekten aptallığın da ötesindedir.
XXX
Siyasi partilerin “Kemikleşmiş” denilebilecek bir tabanı, her zaman vardır.
Gerçek anlamda görev yapan basının etkisi ile kemikleşmiş tabana eklenen toplumun seçimi ile iktidara gelen partilerin görev yapması gerekir.
Denetimin de muhalefet ve basın tarafından ayni anlayış içinde sürdürülmesi elbette doğru olanıdır.
XXX
Gelelim bugünün “Geniş açı” yani “Panoramik” fotoğrafına…
Her gün, özellikle son zamanlarda Salı günleri muhalefetin, Çarşamba günleri de iktidarın, TBMM’de yaptığı gurup toplantılarında, liderlerin yaptıkları konuşmalarına…
Gerçekten bir taktik savaşı gibi…
Muhalefet, uygulamaları eleştirirken, aynı zamanda iktidarın, özellikle de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın yumuşak karnına vuruşlar yapıyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın, dolayısı ile AKP’nin aldığı darbeler canlarını oldukça çok yakıyor.
Sorulara akla uygun, anlamlı cevaplar vermek yerine, saldırıya geçiyorlar, aynı zamanda “Hakaret” içeren ne kadar cümle varsa, hepsini de kurmaktan vazgeçmiyorlar.
Hatta…
Kayseri’mizin milletvekili ve AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı Sayın Mehmet Özhaseki’nin daha da ileri boyutlara taşıyarak, iktidarı da geçip, oyu ile düşüncesini ifade eden seçmen kitlesine “Belâ” okumaya kadar vardırıyor. Hem Müslüman olduklarını sanıyor ama İslam’da “Belâ” söyleminin kötülüğünü bilmiyorlar…
Aynı zamanda “Bölücülük” suçunu da işlemiş oluyorlar.
Aslında daha sonra “Haddini” aştığını ifade ederek özür beyan etse de, davranışının, aklının arkasındaki iktidarı kaybetme korkusu olduğunu, tabanını korumaya yönelik söylem olduğunu ben, kendisini tanıyan bir kişi olarak pekâlâ biliyorum.
XXX
Sayın milletim…
Siz ne kadar kös dinleseniz de, biz ilkelerine sadık yazan-çizen olarak görevimizi yapacağız.
Görevimiz, cumhuriyeti, niteliklerini, demokrasiyi ve insan hakları ve özgürlükleri savunmakla birlikte, günün gelişmelerini sizlere “Aklınız ile değerlendirmek” üzere görüşlerinize sunacağız.
Kişisel kanaatime gelince…
Yaşım itibariyle öyle bir zaman gelecek ki, bugün için son teknoloji olan bilgisayarımızın tuş takımı ile çalışmak değişebilecek ve belki de o teknolojiye ayak uydurmayacağız.
Ya da bugün olduğu gibi, bundan daha beter bir şekilde gündem olacak ve takip etmekte zorluk çekeceğim.
Ya da yeteneğimi kaybedeceğim, yazamayacağım. Ancak o güne kadar yazacağım, aydınlatmaya çalışacağım.
Haaa… Korkum yok, bizden sonra da “Aklı ile hareket eden” nesil de hep olacak, hep olmuştur da.
Nasıl bizden önceki nesilde de “Tutma” ve “Yalaka” basın var ve içinden de bizler geliyorsak, bizden sonra da kuşkusuz olacak, olmaya devam edecektir.
XXX
Uyarıyoruz…
Ülke, ekonomik açıdan her geçen gün daha da kötüye gidiyor ve yönetilemiyor, apaçık ortada.
İstiyorum ki bilesiniz…