Büyük Türk Tarihinin algı zemininden uzak (çok uzak…) sadece efsaneler üzerinden oluşturulan kimliklenme ile -kendince özel rabıtalarla ve dahi- dünya ölçeğine bakma taraftarlığının anlamsızlaştırdığı Büyük Türk Tarihini, kimlerin anekdotları vasıtası ile bize intikal ettirildiği meselesini size anlatmak istemem. (isterim ama şu an, yeri değil.) Keşke bize tarih anlatan zavallı tivi’ler, Ali Reşat Bey veya İbn-ül Emin misalinde, Hans-Lukas Keiser ebadında olsalardı. Ya da sizlerin hocası benim diyen Hamdullah Suphi’ye evet diyen cumhuriyet dönemi ilk dönem tarihçileri gibi cevelan etseydi mesele, içerde. Ama Büyük Türkiye sosyo-politiğinin söz sahipleri bile, -milli siyasi görüşün temsilcileri yani, Büyük Türkiye Tarihi bilgilerini, Fransa ulusal tarihi ile oranlamalarını (alıntılamalarını) esefle ifşa ederler. Ve Fransa’nın özel devrim tarihi ile tamamen Fransız ihtilal kaydına, –kayıtlı olmalarını gözümüzden uzakta tutmaya özen gösterirler. (Aslında durum o kadar da gizli değildir..)
Sağcısının-Solcusunun (fark etmez) bu meselede kendini temize çıkaracak hiç bir hallerinin olmaması üzüntü vericidir. Vakıa ki, Büyük Türkiye davasının en önündeki is-min-imlerin bizzat ağzından ”kanunların ruhunu” okumanın “faziletini” kelam-ı kibarane işitmesem bu denli hüzünmeâb olur muydum, bilmiyorum? Kanunların Ruhunu okumayan mezun olamazdı da, bizim filoloji dershanelerinde, biliriz… (Bundan kelli, erdemli gençler sınıfına dahil olduk mu, bilemem?)
On-larla ifade edeceğim, ömrümün sene vesairesini, bizzatihi okumakla geçirdiğim için hissettiğim binlerce yıldır okuyorum aslında temâyülünü önüme koyup derim ki; Büyük Türkiye algısı, -algıda hakikate dönecekse bu öyle sıradan okuma serüveniyle ne bizim nezdimizde ne de başka siyasilerin öğütçü fişteklemeleriyle olmaz. Montesquieu veya diğerlerinin arka planını, Türkiye tarihinin arka plan- düzenlemelerine- uyarlamaya çalışan adamların, illüstrasyonlu tarih algısından ötelenememiş izdüşümlerini şimdilerde görmeden bu mesele hallolmaz. (hallolmayacakk…) Öyle ya… koskocaman Cumhuriyet Tarihini (1923) bu adamlar Fransa’nın İkinci Cumhuriyeti evresinden (Napolyon sonrası, 1848-1852 ) başlatacak kadar L. Cohun’un antik Türk algısına teşneler. Bu adamları topyekûn tedavi etmemiz oto-santrik açıklama zeminlerine virgül attırarak nihayete ulaş-a-maz. Yine, tiviler’de magazin doğruculuğu yapacak tarih muhasebesi yapmaya yeltenmeye devam ederler, kafalarına göre.
Türkiyeli sosyalistlerin, başucu kitaplarının nasyonalist kesimlerce de, bilgi dağıtılacak külliyat olarak benimsemesinin süreç içinde canlı kalması ilginç değil mi? Her durumun örneği Fransa devrim tarihinden öyle mi? Evet öyle… Burjuvazinin önündeki Türkiyelilerle fikir teatisi yapanların meseleye özgürlükçü halk kesimleri diye bakmaları, aynı merkez-ler-in kaynak bilgilenmelerini kullanmaları da, normal mi? Eleştirip durma, sen yap tarihin yazımını öyleyse mi diyorsunuz!? Hele bi meramımızı tam anlatalım da... Türkiye’nin istikrarı konusunda ciddiyetle kafa yorarken Büyük Türkiye Tarihi’ni yazmaya sadece Avrupa başkentlerinden veya Atlantik’ten mi başlamalı? Mümkün mü, bu? Değil…
Dostlar, bize dünya tarihini anlatanlar –dünya tarihini Fransa’nın özel tarihinden anlayarak, -anlatanlar yani, aynı şeyi, Türkiye tarihini -özellikle İslam’da önceki Türk tarihini-, anlamada da, o kadar üstenciler ki, bütün hayatları devletin teşkilatının arka planını, Fransız inkılap tarihi ile bitiştirmek için çaba harcamaktan ibaretmiş gibi davranıyorlar.
Bu anlamıyla, Türkiye tarihi anlatımları eksik, maksatlı bir “maslahat güdümündedir.” Türkiye tarihinin anlatılmasına sorun mu var diyeceksiniz? Hayır, yok desek inanacak mısınız? Öyleyse bizler, her anlamıyla Türkiye tarihi peşinde koşarken şaşırmayın! Metodoloji ‘bizimci’ mi? Değil… Olabildiğince özel bir Türk tarihine doğru…