Türk Edebiyat Tarihi ile ilgili onca söz söyleme faaliyetimiz kendi ile alakalı gerekçeler ile bütüncül cümleler kurma konusunda hâlâ zaman kollarken bir buçuk asırlık söz ve akıl yürütme kültürümüzün dünya -özellikle Batı- eşhasıyla alakalı esaslı duruş sergileme tarihine diyeceklerimiz notlarımız arasında yerini koruyor. Bu anlamıyla, Türk Edebiyatı tarihinin anlaşılması, geleceğe aktarılması meselesini kurcalarken alacağımız konumlanma maalesef etki-tepki pergelinde yaşayan bizlerin yorumları ile tarihe kendi neslimiz adına tanıklık edilmesi meselesini şimdiye kadar hep görmezden geldi. Bizim edebiyatta kalem oynatma kimliğimiz şimdiki haliyle kendini yaşatıyor. Her halûkarda çok ciddi düşünsel sorunlar, zamanı kullanan ustalıklı aralıklar, etki-tepki meselesi ve elbette bir cihan devletinin akabinde gelişen Batı ile bütünleşmeden, ‘bütünleşme kapsülünü’ önceline aldığı iddiasından hareketle içimizde yaşayan modern kabuller bizi fazlasıyla kendimizin dışına itti. Bu haliyle bizim de içinde olduğumuz zaman aksını düzenleyen düşünsel gelişmelere-değişimlere asla bigâne kalmayacağız.
Batı edebiyat düşüncesi tenkidimizi Doğu edebiyat düşüncesi tenkidine ‘dövdürmeden’ sadece Anadolu kıtasının yaşadığı ve kendini Oğuz dilinde ikrar eden ve hatta ebrar eden kimliğe olan meftuniyetimiz ile diyeceklerimizi bizden öncekilere ve bizden sonrakilere kendi halimizce diyeceğiz.
Neslimizin bizden önce kayıt altına girmiş ve devrin baş kodamanları tarafından kasıtlı takibe uğratılmış ‘değinicileri’, yani Mehmet Akif’e, Nurettin Topçu’ya, Necip Fazıl’a ve kimsenin bilmediği ölçülerde fasıkın fıskına kini ile muamele etmekten başka döneminde çıkar yol bulamamış Yahya Kemal’e ve ardından 1960 sonrası gizli bir devletleşme periyodunu anayasal olarak harekete geçirme sosyo-politiğini başlatan ve bu anlamıyla şair ve mütefekkirlerin onca bocalama kavramı ile hemhal olmasına ve dahi Marksist Sol’un kavramları ile Fransız spürtualizmi üzerinden geleneği koruyacağını düşünen ve sonradan yolunu şaşıran, bizim kanadın en öndekilerine, mutlak olması gereken eleştiri ile doğruyu ve hakikati temsil etme niyetimizi Türk Ebediyatı’nın kendi çeperine mahsus sahasına dahil edeceğiz. Hikâyemiz bilâkaydûşart şimdilik budur. Dememiz odur ki, Batı sorunsalına cevap yetiştirme ahdiyle ortaya çıkanlara, Batı’nın en temel kavramlarını içselleştirme ve hatta onların kavramlarını Türkçeleştirilmiş sözde halleriyle geleneğin kavramlarını onların üzerinden üleştirme/benzeştirme ıstırabını sonradan bir edebi ekol gibi sunanlara söylememiz gerekenler vardır. Bu söylenmesi gerekenleri söylerken asla nezaketi terk etmeden bir edebiyatçı şuuru ile hareket edilmesi gerekliliğini yeniden burada ifade ederiz.