CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın seslenişi ile “Bay Kemal” partisinin gurup toplantısında: "Emperyal güçlerin maşası olanlar Türkiye'yi düzlüğe çıkaramazlar. Putin'e Merkel'e Trump'a telefon eder, meydan okur. Onlar gelir tak tak tak vururlar. Koşa koşa ayaklarına gider. Hani sen başkomutandın? Vurulan senin askerin… Benim askerimi vuran her devlet benim düşmanımdır. Topuğunuz kıçınızda Putin'e koşuyorsunuz." dedi.
Evet dedi, “Topuğunuz kıçınızda Putin’e koşuyorsunuz” dedi…
Yandaş ve yalaka medyanın “Amiral” gazetesi olan Hürriyetin, çiçeği burnunda Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan ise, arkadaşları “Bak ne demiş” diye sözleri aktardığında inanamamış ve “Dememiştir… Demiştir…” diye tepki vermiş ama… Sonuçta yakıştıramamış…
En yalaka ve yandaş gazete Sabah yazarı Mehmet Barlas da; “Kılıçdaroğlu’nun ağzından çıkanı kulağı duyuyor mu” diye yorumlamış…
Söz “Koşarak gitmek” ifadesinin argo söyleniş biçimidir. Ayrıca eleştirinin dozunu yükseltir.
Söyleyenin ağzına yakışıp yakışmaması ise, söyleyen ile muhatabı arasında takdir edilecek bir konudur bence.
Sözlerin kişilere yakışıp yakışmadığı bağlamında baktığımızda ise, söyleyenin muhatabının da benzer sözler söylediğinde aynısı ile tepki vermek gerekmez mi?
TBMM genel kurulunda Çarşamba günü neden arbede çıktı? Yumruklar, tekmeler ve hatta milletvekilleri havada uçtu?
Çünkü Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Ana muhalefet Partisi CHP’nin Genel Başkanına, Çarşamba günü yapılan AKP gurup toplantısında etmediği hakaret kalmadı.
CHP Gurup Başkan Vekili Engin Özkaç da yaptığı basın toplantısında, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na söylediği ağır sözlerin aynısı ile suçladı, meclis genel kurul salonunda ortalık savaş yerine döndü Suriye yetmiyormuş gibi…
Bu dil, doğru bir dil değildir.
Aslında bu dili kullananların dillerine, millet olarak sandığın içine girdiklerinde kıskıvrak yakalayarak ağızlarına acı biber sürmemiz gerekiyor, hatta şart da oldu.
AKP ve CHP liderleri arasındaki söz değil, hakaret yarışı öyle boyutlara vardı ki, önüne gelen bibirine hakaret ediyor.
Örneğin atanmış İçişleri Bakanı Süleyman Soylu…
Trakya’dan Yunanistan’a geçen sığınmacıların sayısı konusunda, TELE 1 muhabiri arasında şöyle bir karşılıklı konuşma geçiyor.
Soruyor…
Muhabir: 140 bine geldik dediniz, fakat biz bunu teyit edemedik bir türlü.
Soylu: Siz kimsiniz?
Muhabir: Tele1 televizyonu.
Soylu: Kaç muhabiriniz var sizin?
Muhabir: Ben varım.
Soylu: Bir tek sensin. Peki, bizim sınırımızda kaç karakolumuz var?
Muhabir: Vilayet de bunu teyit edemedi.
Soylu: Vilayet burada… Siz kimin tarafındasınız?
Muhabir: Türkiye tarafında…
Soylu: Şu anda sizin yaptığınız Yunan medyasının çarpıtmasını burada ifade etmektir.
Muhabir: 140 bin kişi geldi mi?
Soylu: O zaman İçişleri Bakanı yalan söylüyor öyle mi?
Ve devam ediyor…
“Dördüncü mekanizma mıntıkasında 53 bin 271 kişi, 54'üncü mekanize mıntıkasında 85 bin 659 kişi. Bir mantık olarak sana söyleyeyim. Biz 127 bin insan yakaladık geçen sene. Kaçarken yakaladık, tek tek saydık bunları. Şimdi yakalamıyoruz, bir şey yapıyoruz geçenleri sayıyoruz. Ve 23 hudut karakolumuz var, 8 de hudut bölüğümüz var. Bunlar kimin ne kadar geçtiğini, ne kadar öteki tarafa intikal ettiğini bilmektedir”
Buradan sonraki cümleye dikkat lütfen….
“Senin anlaman açısından bir şey söyleyeyim, Yunan tarafına ve Avrupa tarafına hizmet eden birisi olarak sana söylüyorum. Biz İdlib'den Afrin'e ne kadar geldi? Cerablus'a Azez'e ne kadar geldiğini biliyoruz. Sadece biz bilmiyoruz. Biraz gazeteciliğini iyi yaparsan BM de iyi biliyor. Başka bir şey daha ifade edeyim. 850 bin kişi bu ülkeden geçti karşı tarafa. Onu da mı saydınız?”
Atanmış da olsa, seçilmiş de olsa bakan ya da yetkili makamda olan her devlet görevlisinin görevi, basının sorduğu sorulara cevap vermektir…
Sorulara cevap vermeye bilir, hakkıdır ama gazetecinin de soru sormak ve cevabını almaya çalışmak hakkıdır.
Seçilmiş de olsa atanmış da olsa “Devlet görevlisi”nin bir görevi var ise, gazetecinin de görevi vardır ve görevini yapmak durumundadır.
Soru soran gazeteciye ki aynı şeyi Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı da yapıyor, böylesi lafları edemez.
“Siz kimin tarafındansınız?”
“Şu anda sizin yaptığınız Yunan medyasının çarpıtmasını burada ifade etmektir.”
“Senin anlaman açısından bir şey söyleyeyim, Yunan tarafına ve Avrupa tarafına hizmet eden birisi olarak sana söylüyorum.”
“Biraz gazeteciliğini iyi yaparsan…”
Deme hakkı da yoktur, haddi de değildir.
Hani soruyorsun ya; “O zaman İçişleri Bakanı yalan söylüyor öyle mi?” dediğinde, gazeteci de “Evet yalan söylemiyorsanız da haddinizi aşıyorsunuz, bana bunları söyleyemezsiniz” dese…
Ne yapacaksınız?
Dövecek misiniz? Devlet gücünü kullanarak gözaltına mı aldıracaksınız? Yoksa ne yapacaksınız?
Her ne kadar kötü söz sahibine ait ise de, alışkanlık haline gelip milletin tamamını sardığında sonuçlarını görmek istemezsiniz…
O nedenle diyoruz ki dilinizi eşek arısı soksun, biraz düzeltin. Yoksa sizi sandığa soktuğumuzda ağzınıza acı biber süreceğiz…
Haaa… Konunun başına gelirsek, “Ayakları kıçına değerek koşmak” da kötü bir şey değil, atletizm sporunun “Koşma” biçimini yapanlar piste zaten öyle koşarlar, dikkat edin bakın…
DİP NOT: Moskova mutabakatı güncel konu ama, iyice okuyup tam anlamadığımdan o konuyu Pazartesi yazıma bırakıyorum…