Takvim yaprağına baktığımızda tarih 04 Mayıs 2020, Pazartesi…
Ben 9 Mart günü sokağa çıkmamaya başlamıştım, sokağa çıkmayışımı o günden hesap ediyorum, oldukça uzun bir zaman, artık sıkıldım.
Ancak bugün akşam (dün) saatlerinde, 65 yaş üstü ile 20 yaş altı için sokağa çıkılmasına izin verileceği ve bunun koşullarını Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın TV kanallarından açıklayacağını biliyoruz.
Elbette haber kanallarına kitlendik kaldık…
Önce genel durumu anlattı, millete teşekkürlerini iletti.
Sonra gevşetilen yasakları ve koşullarını anlattı, benim için önemli olan 65 yaş üzerine, sokağa çıkmanın yasak olduğu Pazar günleri 4 saat yürüme mesafesi içinde kalmak kaydıyla izin çıktı. Yani aracımıza binip o 4 saatte bir yere gitmeyeceğiz…
Ona da şükür mü desek bilemem…
Ev parka yakın, ya da sahildeki yalılardan biri olsa, çok da güzel ve yeterli olabilir.
Ya değilse!...
Bu açıklamalardan sonra, konu döndü dolaştı CHP ve muhaliflere geldi…
O’na göre nüfusun % 50 sinden fazlasını CHP ile ayrıca muhalif basın mensuplarını suçladı…
CHP muhalifiniz bir siyasi parti, özelinde tartışabilirsiniz ama milleti, CHP’nin zihniyetinde, ya da şöyle diyeyim milleti “Muhalefetin zihniyetinde” görüp neden suçluyorsunuz?
O suçlamaları şöyle…
“Aziz Milletim…
CHP yöneticileri ile aynı zihniyetin medyadaki ve diğer mahfillerdeki mensuplarını buradan bir kez daha ikaz ediyorum.
Beyhude yere uğraşmayın. Türk Milleti, sizi ne o sandıktan çıkartır, ne de sırtınızı yaslamaya çalıştığınız darbecilere meydanı bırakır. Çünkü siz kesinlikle milli değilsiniz, yerliliğiniz de tartışılır.
Çünkü siz bu halkın inancına, tarihine, kültürüne, gönül dünyasındaki sızılara saygılı değilsiniz. Çünkü siz bu ülkede ne kadar bozguncu, ne kadar sapkın, ne kadar azgın varsa hep onlarla birlikte oldunuz, asla milletin safında yer almadınız.
Çünkü sizin ne tarihi, ne manevi, ne ahlaki bir nirengi noktanız, omurganız, davanız, kavganız var. Çünkü siz mitolojideki sadece düşmanlıktan, nefretten, korkudan, kargaşadan, acıdan beslenen yaratıklar gibisiniz.”
Yani, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan nüfusun % 50’sinden fazlasını tarif etmeye çalışıyor…
XXX
Yine bu sütunda tarihler 4 Mayıs 2016’yı gösterirken “NEREDEN NEREYE!...” başlığı ile yazdığım bir yazı oldu…
Kısaltarak yinelemek istedim…
“Tarihin nereden başladığına mı bakmalı yoksa tarihin neresinden neresine gelebildiğimize mi? Aslına bakarsanız, bütün mesele art niyetsiz doğru bakmayı, bakabilmeyi bilmektir.
Tarihi istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. İstediğiniz gibi saptırabilirsiniz. Ancak yaşanmışlığı değiştirmeniz mümkün değildir. İşte o yaşanmışlık, bir başka anlatımla gerçek tarihin, isteseniz de istemeseniz de gerçekliği ile durmasını engelleyemezsiniz. O hep bir yerlerde yazılıdır.
Gerçek tarih, eğer insanlara fayda sağlayacaksa, ibret almak içindir...
Varoluşun ne zaman başladığını, tarih olarak bilmiyoruz. İnsanlığın Hz. Adem ve Hz. Havva ile başladığına inanıyor, kabul ediyoruz. O günden bu yana geçen zamanı ve evrimlerinin de nasıl olduğunu, yazılı tarihten öncesini bilemiyoruz.
Tarihi tartışmak yerine, öğrenmek en doğru yol diye düşünüyorum. Tartışmanın, geçmişi yeniden getirmesi ve yanlışlar var ise düzelterek yenilenmesi mümkün olmadığına göre!..
Ama ibret alınmalı...
Bir başka şey...
Tarihi siz yargılayamazsınız, ancak sizi tarih yargılar. İşte biz, yargılayan tarihin sonuçlarına bakarız. Çünkü tarih, sonucu ile daha da önem kazanır. Çarpıtma tarih de ancak çarpıtanı aldatır.
Yaşadığımız hayatın bir saniye sonrası "Tarih" olmuştur. Biz de olan şeylerin sonucuna bakarak değerlendirme yapıyoruz, yapacağız, bizden sonra gelecek nesil de böyle yapacaktır. Doğrusu da budur diye düşünüyorum ben.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 29 Ekim 1923 tarihinde fiilen kurulurken, Lozan antlaşması ile birlikte de devletin varlığı da milletler topluluğu tarafından kabul edilmiş, tanınmıştır.
Bugüne bakarken biz, gelişimi izlemek için başlangıç aldığımız tarihtir 29 Ekim 1923 tarihi. O günün Türkiye'si ile bugünün Türkiye'sini karşılaştırırken de elbette geçtiğimiz süreç içindeki dünyada yaşanan her türlü gelişmenin bize yansıyışını görmemiz gerekir.
Türkiye, bu günlere gökten zembil ile inmedi. Ya da son 14 yılda bu hale gelmedi. Öncesi de var ve önceki süreci siz istediğiniz tarihten başlatıp bugünlere kadar getirebilirsiniz, hiç bir sakıncası yok. İsmet İnönü'nün de dediği gibi, dünya kurulmuş biz de o dünya içinde yerimizi almışız. Bundan sonra da almaya devam edeceğiz. Ancak şurası var ki, dünyadaki gelişmelere paralel olarak elbette biz de gelişeceğiz. Önemli olan şey, o gelişmelerde Türk Milleti olarak ne kadar katkımızın olduğu ve bundan sonra da ne kadar olacağıdır. İşte o katkının varacağı sonuç, medeniyete ne kadar ayak uydurduğumuzun göstergesidir.”
XXX
Umarım derdimi anlatabilmişimdir…