Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı Padişahı olarak İstanbul’u fethetti, Kurtuluş savaşı kazanılıp, Lozan antlaşması ile tüm uluslara Türkiye Cumhuriyeti Devleti kabul ettirilene kadar adı “Konstantiniyye” olarak anılırdı. Ta ki Atatürk’ün dünya posta idaresine “Bundan böyle adı İstanbul’dur” deyip, “Konstantiniyye” olarak gelen gönderileri geri iade etmeye başlayıncaya kadar…
Özetle; İstanbul’u ikinci kez fetheden kişi, tarih çarpıtmada ve yalanda sınır tanımayan Ali Erbaş’ın, ad vermeden lanet okuduğu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Silah arkadaşlarıdır.
Fatih Sultan Mehmet’in 1453 tarihinde fethettiği İstanbul’u, bilmem kaçıncı kulaktan torunu, bugünkü iktidar ve yandaşlarının “ecdadımız” diye övündükleri Vahdeddin tarafında İngiliz İşgal komutanına anahtarı teslim edilip de İngiliz savaş gemisi ile ülkeyi terek ederken acaba hutbede okuduğun “Laneti” hak eden kişi olmasın?
Zihni çarpık, zihniyeti çarpık, Atatürk’ün emri ile kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda oturan Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı Ali Erbaş denilen zat, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılış günü Cuma Hutbesinde yine tarihi çarpıtarak bir yerinde şöyle söyledi…
“Fatih Sultan Mehmet Ayasofya'yı cami olması için vakfetti… Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar! Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar” dedi.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiğinde tek bir cami yoktu. Ayasofya’yı camiye çevirip ibadete açtı ve buranın bakımı ve görevlilerin ücretlerinin ödenmesi hususunda orijinalinin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan ve özel şartlar altında korunan 65 metre 30 santimetre uzunluğunda ve 38 santimetre enindedir. 110 eklentiden oluşan bir metin olup dili de Arapçadır…
Vakfiyede Ayasofya’ya nasıl bakılacağı, gelirlerinin ve giderlerinin neler olacağı ve harcamaların nasıl yapılacağı, görevlilerin ücret miktarı gibi koşullar açıkça ve en ayrıntılı şekilde yazılmış ve sonunda da her vakfiyede olduğu gibi bir “Beddua” kısmı vardır.
Ancak beddua kısmında Ayasofya’nın ibadethane’den başka amaçla kullanılmasına değil, gelirleri ve giderlerinin toplanması ve harcanması ile ilgili “Beddua” vardır…
Apaçık şöyledir….
"Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse, vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfı bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haram işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikab eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”
Yani Ayasofya’nın işlevi ile değil, vakfın diğer konular için ortaya konulan şartları ile ilgili bedduadır.
Beddualın özünü saptırarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e adını apaçık söyleyemeden lanet okuyan Ali Erbaş’ı Allah, inşallah gazabına uğratır. Çünkü “Allah, her şeyi bilen ve görendir” elbette…
Ve…
"Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar."
Diyerek gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu ve lanet okuduğu için kuşkusuz Allah hesabını sormakta gecikmeyecektir.
İnşallah…
Bu lanete iştirak edenleri de Allah elbette görüyor ve biliyor. Bunlardan Biri de BBP Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici ki TBMM’deki konuşmasında şöyle diyor…
“Başta Fatih Sultan Mehmet Han olmak üzere, İstanbul'u İslam'a, Türklüğe hediye eden komutanından erlerine, Peygamberimiz (SAV) övgüsüne mahzar olmuş ordunun her ferdini rahmetle yâd ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.”
Yani Atatürk’ün adı yok…
Gelelim Lozan ile ilgili akıl almaz sözlere ve çarpıtmalara…
Yine TBBM’de söz alan AKP Gurup Başkan vekili, Denizli Milletvekili Cahit Özkan şöyle diyor….
“Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de, cumhuriyet tarihinde ve cumhuriyet öncesi dönemde de yapmış olduğumuz bazı sözleşmelerle bağlıyız. Tabii, her sözleşmenin, her uluslararası anlaşmanın ülkemiz açısından önemi var, Lozan'ın da var. Ancak 1924'te yapılmış bir anlaşmayı Türkiye'nin tapu senedi sayarsak, bu durumda 1920'de, 1923'te cumhuriyetimizin kuruluşunu nasıl bir devletin kuruluşundan önceye veya sonraya takaddüm eden veya teehhür eden bir noktaya bağlayabiliriz?
Evet, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu Çanakkale'de, Kocatepe'de, Dumlupınar'da ve şehitlerimizin kanıyla cephede ödenmiştir. Bir ülkenin tapu senedi başka ülkelerle yapılan anlaşmaya bağlı olarak asla alınamaz. Çünkü eğer Lozan'da anlaşma yaptığımız ülkeler Türkiye'nin egemenlik haklarına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, bayrağına, milletine ve buradaki ezelî ve ebedî varlığımıza karşı bir tahakkümde, bir tasallutta bulunmuş olsalardı biz ne yapacaktık? Boyun mu eğecektik? Orada şehitlerimizin cephede yazdığı kahramanlık destanlarının, aziz milletimizin aynen Çanakkale'deki gibi, Kocatepe'deki gibi dünyaya millî birlik ve beraberliğinin haykırışının neticesinde alınmıştır. Lozan'ın anlamı var mıdır? Elbette Lozan; Türkiye Cumhuriyeti'nin o kahramanlık destanlarının, cephede yazılan o kahramanlık hikâyelerinin, şehitlerimizin ödenmiş o bedeninin, kanının karşılığında o egemenlerin mecburen Türkiye'nin egemenlik haklarına saygısının, hürmetinin neticesinde verdikleri bir anlaşmadır ama buna tapu senedi derseniz, Lozan'a gidip başkalarının önünde el pençe divan durarak âdeta bu ülkenin varlığını oradaki iradeye bağlamış olursunuz. Bizim milletimizin varlığının bu topraklarda ezeli ve ebedî hakimiyetinin göstergesi al bayrağımızdaki medeniyetimizin simgesi olan hilal ve şehitlerimizin simgesi olan yıldızla tecessüm etmiştir. Eğer toplanıp gelirlerse yeniden saldırırlarsa egemenlik haklarımıza saldırıda bulunurlarsa; Kocatepe'deki gibi, Çanakkale'deki gibi gerekli cevabı alırlar ve geldikleri gibi geri giderler.”
Konuşmanın tamamını verdim ki “Sen de aradan cımbızlamışsın” demeyesiniz diye ve ayrıca konuşmanın içindeki tezatları görmeniz için.
Ama son cümlesi bir alıntı, “Geldikleri gibi giderler…”
Ne kadar ilginç değil mi?
Ama CHP Gurup Başkanvekili Özgür Özel, çarpıttığı konuyu, yine TBMM2de söz alarak yüzüne çarpıyor…
“24 Temmuz 2019 Çarşamba 16.35; Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklama: "Türkiye'nin tapu senedi olarak kabul edilen Lozan Anlaşması'nın yıl dönümünü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan aşağıdaki mesajla kutladı." Okuyayım mı, ne demiş Cumhurbaşkanı Erdoğan? "Dünyanın en güçlü ordularına karşı verdiğimiz Millî Mücadele, ülkemizin bağımsızlık belgesi olan Lozan Antlaşması'yla taçlanmıştır." diyor ve devamında Lozan'a dünya kadar övgü yapıp Lozan'ın Türkiye'nin şüphesiz tüm dünyaya kabul ettirdiği tek bağımsızlık belgesi olduğunu söylüyor ve bunu kamuoyuna duyururken Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Lozan'a "Türkiye'nin tapu senedi olarak kabul edilen belge" diyor. Allah hiçbir grup başkan vekilini vekâleti yürüttüğü birisi tarafından yalanlanma durumuna düşürmesin.”
Gerçekten…
Allah kimseyi yalana ve çarpıtmaya böylesine apaçık düşürmesin…
Çünkü bu gibi kişiler, tarihi çarpıtan çapsızlardır…
Gerçi Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, bir başka konuşmasında “Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya kalkıyorlar” da demişti…