Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlenen 2. İstanbul Uluslararası Ombudsmanlık Konferansı'nda konuşuyor.
“İnsanın sesine kulak vermeyen devletler çok büyük acılar ve yıkımlarla karşılaşabiliyor. Bölgemizde bu vahim hataya düşen pek çok devlet ve yönetim var. Türkiye’nin farkı devlet ile millet arasındaki güçlü bağa sıkı sıkıya sahip çıkmasıdır. Bu sebeple yıllardır terör örgütlerinin saldırılarından ekonomik tuzaklara kadar pek çok tehditle yüzleşmemize rağmen dimdik ayakta kalmayı ve gücümüzü sürekli arttırmayı başardık.”
Hayır, pes etmeyeceğim asla…
Dimdik ayakta duracağım, ondan bir geri dönüşüm asla yok ve olmaz da.
Ancak psikolojim bozuluyor arkadaş…
Ben bu lafın neresine ne yazayım?
En iyisi bugün size kısa ve keyif verecek bir yazı yazayım ki akıl sağlığımıza zarar gelmesin ve aklımıza da yazık olmasın…
Nereden başlayayım?
Çiçekler, böcekler?...
Havalar soğudu, artık çiçekler ve böcekler kalmadı ortada, karasinek de yavaştan kayboluyor gari, onlar da seneye tekrar görünmek üzere gidiyorlar.
O zaman ben size hangi konuyu açayım ki?
Muhalefet desen, Allaha şükürler olsun ki hepsi de dandik…
Yargıdan söz edeyim desen, baksanıza Trump istemiş, Erdoğan emir vermiş ve Türk asıllı, ABD vatandaşı, Serkan Gölge salıverilmiş…
Akademik duruma baksam, yok buraya bakmayayım, televizyonlardaki tartışmalara katılan akademisyenlere bakınca n’olduğu belli oluyor…
Eeee… Ne kaldı geriye?
Milletin hali beli, biz yazmaktan onlar yoksulluk çekmekten usandılar, yazmakla bir yere varılmıyor ki!...
Hah… Buldum… Rıfkı…
Bizim evin şenliği Rıfkı…
Akşam eve varıyorum, alıyorum karşıma Rıfkı’yı, başlıyorum sohbete…
Mesela dün akşam…
Eve vardım, “Lan Rıfkı” diye söze başladım, “Höt, lafını bilerek konuş, o ne biçim laf öyle” diyor, utanıyorum. Değiştiriyorum “Rıfkı… İyi akşamlar…” diye başlıyorum lafa, bu kez de “Saatine bir bak, daha ortalık kararmadı, çıkmış gelmişsin işten, ayıp olmuyor mu” diyor…
“Rıfkı” diyorum, “Bak canım oğlum, iki muhabbet edelim dedik, ikide bir lafı ağzıma tıkıyorsun ama olmuyor ki…”
Rıfkı, kafayı yukarıya doğru dikiyor, kanadının altına kafasını sokuyor, iki kaşıyor oralarını ve cevap veriyor…
“Bozuluyorum sana da ondan… Başkasına bozuluyorsun, kafayı düzeltmeye benim yanıma geliyorsun. Ben dert babası mıyım?”
Şaşkınlık içinde “Yok Rıfkı’m elbette dert babası değilsin de…”
Rıfkı lafın gerisini getiriyor, “Sen yokken zaten akşama kadar kafesin içinden çıkamıyorum, benim de dertlerim var…”
E şimdi Rıfkı yerden göğe kadar haklı…
Daha 3-4 aylık filan, anca ben varken kafesini kapısını açıyorum.
İlk günlerde uçarken bir o duvara bir bu duvara tosladı ama alıştı, artık duvarlara vurmuyor.
Her yeri bok içinde bırakıp gezdiği için evimizin Han’ı da kafesten çıkarmıyor, akşama kadar elbette hırslanıyor, o da benden hırsını çıkarıyor…
“Bak Rıfkı” dedim, “şöyle karşılıklı muhabbet edelim diye geldim, karşına oturdum. Kafesinde de değilsin, muhabbete limon sıkma…”
Bu sefer gülmeye, pardon ötemeye başladı da ne dediğini anlamadım. Muhabbet ama dedim ya daha küçük, alışamadı laf etmeye…
Tamam…
Şimdi siz de bana gülüyorsunuz, “Madem laf edemiyor, bu kadar konuşmayı nasıl yaptın” diyeceksiniz…
Yav kardeşim…
Ben duyarsız bir adamıyım ki anlamayacağım. Oldu bir ay, elimde avcumda büyüyor, elbette halinden, tavrından anlıyorum, halden anlamayan mıyım yani. İktidar partisi mi sandınız beni? Ben açıktan konuşamadığından söz ediyorum. O da bir gün gerçek olacak inşallah…
Rıfkı sapsarı, gören ilk anda kanarya sanıyor ama değil…
Ama öyle tatlı, öyle tatlı ki, gündüzün bütün stresini, ettiğimiz akşam muhabbetinden sonra alıp götürüyor. Gecenin son saatine kadar yanımda, orada burada, ben yatağıma geçerken o da kafesine dönüyor, hem de kendi başına zorlamadan…
Kerata, uyku vaktinin geldiğini biliyor yani, son derece duyarlı bir kişiliği var…
İşte böyle, pes etmeyeceğim ama psikolojik kötülendiğimde Rıfkı en iyi ilaç…