Bugün Eylül ayının ilk haftası. Mimar Sinan Parkı Atkestaneleri ile dolu. Tohumlar hep yerlere saçılmışlar ve atkestanesi ağaçları üzgün. Çünkü tohumlarının hepside düştükleri yerde çürüyor. Oysa o ağaçlar o tohumları yetiştirebilmek için ne çok risk almışlardı.
Canları pahasına vücutlarındaki tüm enerjiyi çocuklarımız diye onların içerisine yüklemişlerdi. Toprağa tutunsunlar, ağaç olsunla ve yaşama can versinler diye bin bir zorlukla büyüterek toprağa bırakmışlardı.
Sonuç hemen hepsi de çürüyerek tekrar toprağa karışacak ve toprağa tutunarak gökyüzüne ulaşmadan yani küçücük bir fidan dahi olamadan tüm hayalleriyle birlikte önümüzdeki sene yeniden tohum olmaya çalışacaklar.
Buna karşılık sıkılınca hemen parklara koşan. Biraz güneş gördüğünde hemen bir ağaç gölgesi arayan ve günde 20 bin defa nefes alarak ağaçların üretmekte olduğu oksijenden faydalanan. Ağaçların temizlediği suları içen, onların meyvelerini tüketen, dallarını ve gövdelerini ihtiyaçları için istedikleri gibi kullanmakta olan milyondan fazla insan o tohumların üzerlerine basıp geçtiği halde onları hiç görmeyecek. Üzüntü verici.
***
Mimar Sinan Parkı tam da Kayserinin ortasında ve her gün binlerce insan bu parkı ziyaret ediyor. Maalesef. Çoğunluğun aklına “o tohumlardan bir miktar toplamak, oturdukları sokakta, bir bahçe kenarında ya da ulaşabildikleri bir yerde toprağa gömmek, takip etmek ve onların ağaç olmalarını sağlamak gelmiyor.
Hal bu ki gelse. İnsanlar doğayı ve önemini kavramış olsa. Parka gelen her insan o tohumlardan birkaç tane cebine koyarak ulaşabileceği bir yerde toprağa gömse insanlık ağaçlara ve yaşama olan saygısını ifade etmiş olurdu.
İşte o zaman ağaçlar mutlu olurdu. Canlıların tamamı mutlu olurdu. Her sokakta ve o ağaçların olduğu her yerde kuşlar cıvıldaşırdı. Yaşam daha güzel olurdu ve insan daha çok İNSAN olurdu” diye geçirerek sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Mimar Sinan Parkına doğru yürümeye başladım.
Parkta tohum toplarken adamın biri yanıma yaklaştı, bir süre beni izledi ve sonra merakla sordu. “Arkadaşım onlar bir işe yarıyor mu? Onları bir yere satıyor musun?”
Şok oldum ve hemen cevap verdim. Nasıl yani? Nereye satabilirim ki?
Adam gayet rahat bir şekilde cevap verdi. “Mesela bir aktara ya da ne bileyim başka bir yere”.
Adama gayet sakin bir şekilde cevap verdim. Amca bunlar tohum. Ağaçlar bu tohumları çok zorluklar içerisinde üretiyorlar. Ağaçlar bu tohumların ağaç olmasını ve böylece yeryüzünde yaşamın devam etmesini istiyorlar”.
Adam şöyle bir duraksadı ve tekrar sordu. “Ne yani ağaçlar olmasa yaşam olmaz mı?”
Adama gülümseyerek “olmaz tabii. Havada oksijen kalmaz. Araçların egzozlarından, ya da bacalardan çıkan zehirli gazlar çoğalır. Nefes alamayız. Havalar daha çok ısınır. Havalar ısınınca topraklarda buharlaşma fazlalaşır. Yeraltı suları azalır. Kuraklık, susuzluk ve açlık olur…” dedim.
Adam şöyle bir durdu ve sonra tekrar sordu. Bahçen mi var nereye ekiyorsun?
Yine sakin bir şekilde cevap verdim. “Yok. Benim bir karış dahi toprağım yok. Bunları vadilerin kuzey yamaçlarına ve biraz da suya yakın yerlere ekiyorum. Çünkü bunlar rutubeti sever”.
Adam yere çömeldi, yeden birkaç tane aldı, cebine koydu ve bunları bizim bahçenin kenarındaki sırta eksem olur mu? Dedi.
Sevindim. Gözlerimden ateşler saçıldı, kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. İçimden adama sarılmak geldi ve o coşkuyla cevap verdim.
Yok. Oralara pelit ek (meşe tohumu). Hem tohumlarını hayvan yemi olarak kullanabilirsin hem de sırt gibi daha az verimli ve kurak topraklar için pelit ya da badem benzeri tohumlar daha uygundur.
Sen bu atkestanelerini köye giren yolun kenarlarına ek. Çok güzel yol ağacı olurlar. Görsellikleri çok güzel olur. Ayrıca arılar nektarından faydalanır. Serinlik verirler. Ekildiği yerdeki toprakların P vitamini değerini yükseltirler. Ama dikkat et. Zengin ve orta nemli toprak istekleri vardır. Dört sene sulamasına ve korunmasına dikkat edilmeli. Ayrıca tohumlarını meşe pelidi gibi çiftlik ya da kümes hayvanlarına da vermeyin. Meyvesi yenmez. Dedim.
Adam “eyvallah” dedi. Ceplerini atkestaneleri ile doldurup gitti. Adamın ardı sıra baktım ve içimden. Allah’ım. “şehirler, büyük alışveriş merkezleriyle, suyun, tuvaletin paralı olmasıyla, insanların birbirine yabancılaşmasıyla ve yardımlaşma kelimesinin tama yakın anlamını yitirmiş olmasıyla güzel insanlarımızı maddeci yapmaya başlamış.
Bu olumsuz etkiler nedeni ile insanlar (genel olarak) bir ağcın yaşama can verecek olan çocuğunu (tohumunu) dahi görünce para, ya da menfaat düşünür olmuşlar.
Ancak ve ne güzel ki anlatınca her şey değişiyor. İnsanımızın kökü Anadolu ya, toprak ya hemen ve oracıkta yüzlerine şehirlerin takmış olduğu maskeyi çıkararak içten içe yanarak hasret oldukları gerçek kimliklerine bürünüyorlar. Köydeki toprağın kokusunu ve insanın insana olan karşılıksız dayanışmasını, kaynaklardan çıkan ücretsiz suları ve topraktan çıkan ücretsiz otları düşünüyorlar. Dostluğun ve yardımlaşmanın her türlü menfaatten üstün tutulduğu gelenekleri hatırlıyorlar. Yani ve hemen içerinde var olan “İNSANI” büyütüyorlar. Evet. Aslında insanlar bir kıvılcım bekliyorlar.
O kıvılcım benim. Ama ben tek başıma yetemiyorum ve ben sizi bekliyorum. SAYGILARIMLA.