Hatırlayın…
Katıldığı bir toplantıda ki bu toplantı yanlış hatırlamıyorsam “Muhtarlar toplantısı” idi, aynen şu cümleyi kurdu…
“CHP’nin tek partili döneminde 75 kişilik sınıflarda okudum.”
İsmet İnönü liderliğindeki CHP, ülkenin demokrasiye geçişinde bir adım daha atmak üzere çok partili düzene geçmiş ve 1946 yılında kurulan Demokrat Parti, 1950 seçimlerinde iktidara gelmişti.
İsmet Paşa ve CHP, o tarihten sonra tek başına hiç iktidar olmadı. Hep koalisyonlarda bulundu ve koalisyonların ilk partisi olarak başbakan çıkardı, kendisi de başbakan olarak görev yaptı
O dediği tarihlerde ben bile okulda değildim. İlkokula başladığım 1952 yılından itibaren okul hayatımın ilk bölümünün çoğu köylerde geçtiğinde bile 75 kişilik sınıflarda hiç okumadım.
O zaman ülkenin nüfusu kaçtı ki sınıflar 75 kişilik olsun…
Peki, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, CHP’nin tek başına iktidarda olduğu 1950 yılından önce nasıl oluyor da ilkokulda okuyor?
Çünkü kendisi 1954 doğumlu…
Eğer 6 yaşında okula başladıysa 1960, yok eğer 7 yaşında okula başladı ise 1961 yılında ilkokula başlamış olması gerekmez mi?
Kaldı ki o tarihlerde bile 75 kişilik sınıflar hiç olmadı. Köy okullarındaki birleştirilmiş sınıflarda bile. Çünkü köyün nüfusunun ne kadar çok olması gerekir ki okula giden çocuk çok olsun da 75 kişilik sınıf olsun.
Haa… Diyorsan ki köylerde beş sınıf birden okudu, o da olmaz ama belki 75 rakamını o şartl söylemek mümkün, söyleyebiliriz. Ben, 1, 2 ve üçüncü sınıfı aynı salonda, 4 ve 5’i de aynı salonda okunduğunu gördüm, onlarda bile 75 kişi yoktu…
Düşündükçe aklıma takılan soru şu: Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, buna benzer gerçek dışı açıklama ve konuşmaları toplumun karşısında neden yapıyor?
Salondan bir deli çıksa, deli diyorum çünkü orada O’na cevap vermek için biraz çatlak olmak gerekir, “Yav arkadaş, sen 1954 doğumlusun, 1960 ya da 61 yılında ilkokula başladın. Nasıl oluyor da 1950 yılından önce ilkokula gittin de 75 kişilik sınıflarda okudun” dese…
Elbette bu soruyu sormak için ya deli olmak gerek O’nun karşısında, ya da bizim gibi birinin karşısında söylemesi gerek ki, lafımızı sözümüzü kendisinden kıskanmadan soruversin…
O zaman sorum şu; “Halüsinasyon” mu görüyor yoksa “Hali sulandırıp” mı söylüyor?
Eğer “Hali sulandırıp” konuşmuyorsa ve “Halüsinasyon” görüyor ise, bunun adı hastalıktır. Bu hastalığın belirtisi ise; “Kesin olarak gerçeklik hissine sahip, ancak ilgili duyu organında dış uyaran olmadan meydana gelen bir algı bozukluğudur.”
Türkçe tanımı ile “var sanı olarak” da adlandırılır.
Eğer “Halüsinasyon” değilse ki inşallah değildir, o zaman adını tam koyalım…
Bunun adı, “Hali sulandırmadır” ki zaten hemen her konuda hali sulandıra sulandıra konuşuyor. Bir gün gelecek ki artık “Ayrandan da aşağısı gerçekten su durumu” yaşayacak ve yaşatacak.
Daha da kötüsü, “Hali sulandırma” durumu, söylemden eyleme geçti bile ki daha da vahim…
Yazımın başlığını “Neden böylesiniz bilemiyoruz ki?” koydum ama aslında çok iyi bildiğimizi biliyorum.
Nasıl bildiğimizi birçok kereler…
Yok… Hemen her yazımda açık ve net olarak yazdım.
Hadi bir kez daha yazayım usanmadan…
Cumhuriyete…
Laik, demokratik, sosyal, hukuk devletine, yani cumhuriyetin niteliklerine…
Atatürk ve ilkelerine…
Karşısınız…
Başkentin neden İstanbul değil de Ankara olduğunu…
Arap alfabesi yerine de neden Latin alfabesini kullandığımızı…
Hatta ve hatta Kuran-ı Kerim’i “Anlaşılsın” diye Türkçeye neden çevrildiğini…
Alenen kabullenemiyorsunuz ve hayalleriniz var.
Adını millete “Davam” diye sunduğunuz, daha doğrusu yutturduğunuz ve bir türlü açıkça ifade etmediğiniz, etrafında dolanıp işte tam da bu yüzden “Hali sulandırma” tavrı sergilediğiniz…
Osmanlı’yı özlüyor, saltanat kurmak istiyorsunuz.
Aslında kurdunuz da şimdiki adı “Tek adam” rejimi.
Dahası, bilginiz ve nitelikleriniz uygun olmasa da “Halife” olmak istiyorsunuz. Sanıyorsunuz ki “Halife” unvanını da alırsanız Müslüman âleminde, Müslümanlara “Lider” olacaksınız.
Arap coğrafyasının petrole dayalı para gücünüz olmadan sizi kim takarsa artık…
XXX
Türk milletinin tamamı olmasa bile, ekseriyeti gerçekleştiremeyeceğiniz “Rüyalarınızı” ve “Hali sulandırarak” anlatımlarınızı ve ortaya çıkacak acı sonuçların neler olabileceğinin bilincine vardı. En azından büyük bir çoğunluğun farkında olduğunu düşünüyorum.
Artık Abbas durmaz, gidici de çabamız giderayak ne kadar az zarar verdirerek sizi göndereceğiz, orası biraz bilinmez…
Bir de şu var, unutmadan onu da ifade edeyim…
İktidara geldiğinizden bu yana ülkeye ve millete verdiğiniz zararın hesabını sorabilecek güçte bir parti iktidar gelirse…
Tüm hesapları öteki dünyaya gitmeden vermenizi isterlerse…
Evrak-ı metrukenizi de şimdiden savunma için hazırda bulundurmalısınız.
Çünkü sizden sonra gelecek iktidarlar, hukukun üstünlüğüne inanarak gelmek zorundalar. Sizden hukuksuzluğun ne kadar zulüm olduğunun dersini aldılar, dahası almış olmalılar…
Ve size özgürce savunma hakkını kullanmanıza izin vereceklerdir.
Diyerek noktayı koyduk…