Felsefenin değerler kimliği olduğuna değin farklı bakış açıları vardır. Hiç felsefe İslamî midir tartışmasına girmeden –ki konu başka bir makale konusudur- söyleyeceklerimiz ruhçuluk vurgulu ve buradan İslamilik temalı 20. yy tanımlamalarına karşı olacaktır. Kimileri bu bakış açılarına izmleşme moduyla tanımlama getirir. Bizlerin onca kabiliyetine binaen izmleşme kimliğimizin olmaması mütevazılık ve milletimizin sade bir kimlikle siyaseti, mukaddese hizmet olarak algılamasıyla alakalıdır. Felsefe yoksa insan yoktur denilmesine karşı tanrı sorgucusu izmler tarihinde sade kalışımızın nedeni budur.
Bütün bunlar yaşanırken metafiziğin ( mâ ba’de’t tabîa) onca ağırlığına, kendini sağa sola serpiştirme alegorisine rağmen bir türlü dikiş tutmayan tanımlama kabiliyeti için diyeceklerimiz vardır.
Her spiritualist kimliğin oluşumunun fizik ötesi algısını meta-fizik ile karşılayan duruşlara karşı bizim de felsefi değerlerden başlayan ama felsefinin pagan alegori ile alakası olmayan bir metafizik tanımlamamız olacaktır. Metafiziği ruh dinginliği saadeti/kabiliyeti olarak o derece görmek mümkün iken mümkün olmayanı burada işaretlememiz, Türkiye’de metafizik tanımlamasının felsefe adına değil, felsefeden koparılan yarım yamalak tanımlamalarla -müellifin anlayışına bezenen tanımlama kökenselliği ile tartışmalı hale gelen özel tavırlarla- alakalı olmasına olacaktır.
Bu anlamıyla bizler metafiziği bir kuram veya teori alegorisi üzerinden değil, bizzat İbn-i Sina’nın işârî kabiliyeti ve elbette ki işârîye’nin (işrakilik) membaı olan Hz. Muhyiddin (r.a) üzerinden anlatma niyetimizi burada 20. yüzyılın bütün eksik tanımlamalarına karşı ilan edeceğiz.
Şöyle ki, metafizik, İbn-i Sina da en-nûrun insanda görülmesi kabiliyetinin kalben dışa vurum becerisidir. (topikler şerhi) Yani insan nûrdan nurlanır. Nûru yansıtır. Ve onun aynasıdır. Ve bu da fiziğin metalaşma-ya 'yani öteye' ulaşması hadisesidir. (Meta-Met’â)
Bu anlamıyla, Hz. Muhyiddin (r.a) bize der ki, ruh gördüklerine karşı görmemezlik planında –zatı-yla-nı- sakla-nmaz-yamaz. Bu saklayamazlık öylesine müthiş bir can feveranı içerir ki, buna meta-ya -yani öteye- vasıl olma faaliyeti denir. Bu, şu anlamıyla güncelin metafizik tanımlamalarının dışındadır: güncel metafiziği, fiziğin ötesindeki her şey olarak anlatmaya meyleder; ki, bu Greklere has bir tanımlamadır. Platon’un idea kabiliyeti ile Demokritos’un met’â (madde) kabiliyetsizliğini ‘ölçme –tartma- aracı’ olarak metafizik tanımlaması İslamî olamaz. (Buna meyleden o kadar İslamcı oldu ki… neyse..)
Metafizik, Marksizm’in işçi komplikasyonuna, demokrasinin çoğulculuk algoritmasına binaen ortaya konulabilecek bir öteleşme (met’â-laşma) faaliyeti olamayacağına göre metafizik; Müslüman’ın, (en-nûr) esmasının kulluk değeri üzerinden Rabbe (cc.) kavuşma hadisesidir. Bu anlamıyla Türkiye, tanımlama kabiliyetsizliğinin metafizikte durağanlık biçimlemesi yapılarak değişimi iddiası veya insan kimliğinin geleceğini diyalektikte görme Aristoculuğu, met’â kabiliyeti üzerinden ne derece galip getirilirse getirilsin o derece imanın önünde mağluptur. (Meta-Met’â-Meta-fiziksellik)
Hz. Muhyiddin (r.a) der ki, us’un usaresi ibadetin aklı yönetmeye başlamasıdır. Yönetilen akıl, kalbe kıblesini verdiğinde olması gereken artık olur. Türkiye bu anlamıyla metâfizik tanımlama karmaşasından Hz. Muhyiddin kabiliyeti ile kurtul-ur-muştur. (bunun bizzat davacısı biz olacağız.)
Maddi varlıkların üstündeki manevi akılla yola çıkıp, metafiziği 21. yy. komün’leşme diyalektiğine karşı sözüm ona uluorta –spiritiual- tanımlama-larla-yla karşılayanlar müktesebatlarını yeniden gözden geçirmelidir. El vâkî…