“İnsan insanın kurdudur” meselesi bakın bizi nereye götürecek? O da şu önermeyle (mi) olacak: İnsan üretir ama üretmez, diğer önerme ise şöyle (mi) olacak: insan tüketir ama tüketmez. Bu basit önermelerin sonucu nedir peki? Şudur: insan hem üretir hem tüketir ama üretirken tüketir de. Bu önerme konumuzu nereye evirir? Şuraya geliriz oradan: biz insan olarak üretirken tüketiriz ama bu üretme meselesinde bir takım merkezî “alanlar” vardır. Mesele insan üretirken üretme fiilini (eylemini) emeği ile yapar o yüzden üretimde kullanılan emek değerlidir. Peki, insan tüketirken emek sarf eder mi? Marksizm’in buna cevabı, onu ( o meseleyi) karıştırma ünlemesidir. Bu sorunun tüketime (tüketimle alakalı) sorulmasını istemez. Çünkü asıl mesele üretirken emeğin peşine düşerek oradan kendi yuvasını (ideolojisini-isyanını-proletarya diktatörlüğünü devşirmek) kurmaktır. Bu anlamıyla sorduğu soruyu başka bir kavrama sordurtmaz ve kendi ikiyüzlülüğünü –bilerek- yapar. Ardından der ki, tamam üretmek kesinlikle iyi de tüketmek kesinlikle kötüdür. Peki dersin üretileni kim yiyecek? Kim yerse yesin, üretmek ancak benim anlattığım alanda kullanılırsa iyidir. (Bu böyle bir cevaptır!) İşte tam da konu bu! Peki, nedir o senin alanın… Açıkça söyle, nedir o senin alanın nedir? O alan şudur der, Marksizm? İşçi (worker-proleter) emeğinin –dışında- yaşanacak (kabul edilecek-uygulanacak) bütün tüketim araçları yıkılmalıdır, (sorunsaldır,) çatışmacıdır ve kesinlikle onlarla çatışılmalıdır (battle teorisi). Veya tüketim yaşamsallık adına kontrol edilmelidir. Peki, Marks’ı bu noktada bırakalım, diyelim ki, Marks’tan önce bu konu nasıl anlaşılıyordu da, Marks buna -sözüm ona- itiraz etti. (kendince çözüm üretti.)
Marks’tan önce bu konuyla ilgili olarak hiç kimse doğru dürüst açıklama yapmadı. Konuyu bu şekilde anlatan –ilk- Marks’tır. Sadece Platon dedi ki, gerçek olan güneş ve insanın kendi bedenidir (idea teorisi), güneşten mağaraya yansıyan gölge değil. Bu konuyu Marks’ın önceli olarak anlaşılmasını sağlamak içinse öncü bir felsefi kabiliyet –anlatımı- gerekir. İşte Marks’ın bahsedilen (üzerinde -prophetical- tapılan) orijinalliği budur. Gölgelerin simetrisi üzerinden yeni bir idea yaratımı… Marks dedi ki, “üretim araçları sınırsızdır, ama emek sınırsız değildir, öyle ise üretim araçları için emek seferberliği ücret üzerinden yapılır.” Peki, bu nasıl yapılır? Marks, “ücretler, tüketim toplumunun kuralları ve o toplumu yöneten burjuvaya göre değil işçilerin taleplerine göre yapılır” dedi. İşte tarihî çatışma sahası… 19. yy’ın ikinci yarısından beri insanlığın önündeki ürkütücü Marksizm ve onun diyalektiğinin siyasete, felsefeye, tarih yazımcılığına, sanata, sinemaya, hatta İslam’a ve İslam dininin retoriğine vs.. ilca edilmesi (yansıtılması) meselesinin künhü budur. Türkiye Marksistleri, bu konunun böyle anlaşılması için bir imparatorluğu yemiş (1) (Osmanlı) ve ülkenin kaotik bir üretim-tüketim sarmalına kaykılması (bu kaotik anlatımı meşrulaştırma işini üzerine almış) için kendilerince de partizan söylevler aktarmaya canla başla çabalamışlardır. (Bu anlamıyla öncül kavram olarak sosyal demokrasi kavramını üretmiş hatta bağımsızlıkçı nasyonalizmi kullanmaktan çekinmemişlerdir.) Bugünkü dünyanın Marksizm’den anladığı şeyi, dijital coğrafyaların yeni düzenlemelerinden mülhem açılımlara anlatamama meselesi o yüzden Marksizm’in yeni ölümcül sorunsalıdır. (Marksistler dijitalle ilgili tek bilimsel makale ürettiler mi? Üretirlerse bu ne anlama gelir.?) Çünkü Marksistlerin, emeğin dışında (haricinde) söylediği bir şey olmadığı için dijital coğrafya konusunda da söyleyecekleri önce söylediklerini tartışılır kılabilir. Soru şu: Dijitalizm (2) kimin emeğidir? Paranın egemen olduğu her üretim aracı insanın yönetilme (kölelik) kabiliyetini artırırken konuyu bir üst noktaya çıkaran dijitalizm (endüstriyalizm) ne yapmaya niyetlidir? Marksist üretim kimliği tarihi tüketim anlatımını (es geçmesini) şimdi de yapabilir mi? Lütfen..!