Konunun önemine binaen deriz ki, mesele bir yüzyılı aşan bir anlayış-algılayış deformasyonu ile darmadağın edilmesine onca akademisyenin ağır metinleriyle insanlık tarihinin karanlık safhasına gönderilmeye çalışılmasına rağmen ciddi bir alımlama takatine sahip olması ile gözden ırak tutulmaması gereken bir meddahlığın içinde yaşamaya devam ediyor. Dahası burada serdedeceklerimiz, kitaplık çapındaki dediklerimizin-diyeceklerimizin kendi zaviyemizden ‘özeti’ olacaktır. Marksizm’i kimler çökertmeye çalıştı ama tarihin önünde hüsrana uğradı kabilinden salınmalar (partizanca salınanlar) kendi dedikleriyle etraflarında dönüp kendileriyle iktifa edebilirler.
1-
Marksist terminoloji bir evrenselcilik (universalism) içermez bilakis mahalliyât ve onun kültürel dönemlerinin latinceleşmiş gerekliliğe ‘anlatılı’ halinden mülhemdir. Mesela nedir, dünyanın bütün işçileri birleşin konusu? Hangi kültürel zeminin dışa vurumudur? Tanah merkezli midir transkripsi bu sloganın yoksa Tora’mı? Bu ilk maşerî örnek… (mi?)
Tarihi materyalizm efsanesini akademik olarak (1) (2) dillendiren her çıkış Marksizm’in mahalli kabiliyetini anlatmaktan ziyade meselenin kökenini deşifre mahiyeti gütse de, -anlatım- deformasyonu-nu antik Yunan’dan başlatarak konuyu savsaklar. Bu anlamıyla Türkçede meselenin Marks’tan evvel var olduğu meselesi Platon’u Marksistleştirme edimidir. Biliyorsunuz Marks’a öykünme adına İbn-i Haldun bile Mukaddime’sinde söyledikleriyle Marksistlerin dahiyane söz diziminden ‘mümkünâtsızlık’ kabiliyetine mazhar bırakılarak nasibini almıştı.
2-
Marksizm bizim iddiamıza göre bir din felsefesi (Tanah antikitesi) tekniğini suje’ye (met’a’ya) giydirme halidir. (Suje, met’a birleşimi nerede olur şimdi konumuz değil.) Bu anlamıyla öznel (subjectivité) olmaktan ziyade özeldir, proprietary (müseccel) bir edimdir. Bunun nasıl bu hale geldiği hakkındaki ilkesellik sorusu Bavyera Wittelsbach Kontluğu ile Prusya Hohenzollern Hanedanı faaliyetlerinin Alman Birliği çeperinde aranması gerekir. Ve dahi en saklı verilerini siyasi tarihin bugün dahi ulaşmakta güçlük çektiği akademinin irdele-ye-mediği konu olarak buraya kaydedelim.
3-
Marksist akademik kürsülerin bütün faaliyetleri 20.yy’ın savaş dönemlerinde dahi belli bütçelerle desteklenmiş ve hatta Marksist estetik, Marksist sanat, Marksist biçimcilik-duyumsama-gerçekçilik kimlikleriyle dış dünyanın olmazsa olmazı haline getirilmiştir. Ortadaki müthiş (!) külliyat Adorno-Walter Benjamin-Habermas üzerinden II. Dünya Savaşı sonrası öylesine ağır hatlarla insanlığın hafızasına sunuldu ki, Frankfurt okulunun söyledikleri bile onları tatmin etmedi.
4-
Marksizm yeterliliğini- iç duyumsamasını ideolojik kapasitesinden ziyade İbrahimî dinlerin kavramları üzerinden edinirken insanlık zekâsının bilim kabiliyetinin Grek panteizminin ve elbette materyalizmin üstünden edindiği önemli kimlikle (Hegel-Engels-Marks-Lenin üzerinden biriktirerek) elde etti. Ardından Rönesans ve Reform (Aydınlanma) gömleğinin serüveninde son nokta olarak 20.yy’la anlatılan laboratuar kimliğiyle yeni insanlık kabiliyetinin temeli haline getirildi. Bu ‘getirme’ fiilini icra edenlerin the highest identity olduğu gizli değildir. Revelation’a (vahiy) karşılık insanlık adına yeni revelation tümcesinin arkaplanına da işlendi.
5-
Bütün bunların ardından Marksist felsefe ve metodoloji kabiliyeti olarak anlatılan subjectif değerlendirmelerin tamamı yeni bir istila sayhası ile II. Dünya Savaşı sonrası siyasi hafızanın bütününü sıfırlamaya çabaladı. Bu anlamıyla ülkemizde yeni insanlık dininin (!) etkisindeki nesillerle bugünkü sosyo-politik zemin oluşturuldu…
Bu ana başlıklar altında özetleyebileceğim bir makale kıvamında anlatımı ancak bu kadar mümkün olan meseleyi okuyucularımızla kitap çapında buluşturma kurgusunu saklı tutarken sadece öykünme ve tipik soğuk savaş etiğinin meczubu mahallî zevatların, Marksizm’in küçümsenmesi konuyu büyütür misûllû duruşları bizi bildiğimizle ve daha gür seda ile amel işlememizin önünü açar, vesselam.