Liste:
10. CIRCIR BÖCEĞİ (Cırlayık)
11. ÇINAR İLE KAMIŞ
12. DOKTOR DER Kİ
13. ESKİCİ İLE ZENGİN
14. EŞEĞİN ÇİFTESİ
15. KİBİRLİ BALIKÇIL
16. KOMUTAN ASLAN
17. KORKAK TAVŞAN
18. KRAL MAYMUN VE TİLKİ
19. KURNAZ EŞEĞİN SONU
20. KURT İLE KUZU
21. ODUNCUNUN DİLEĞİ
22. TALİH VE DİLENCİ
23. TARLADAKİ HAZİNE
24. TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA
25. TİLKİ İLE TEKE
26. TOPRAK ANA VE MEVSİMLER
AĞUSTOS BÖCEĞİ VE KARINCA
(Fransa Versiyonu)
Sabahtan akşama tüm yaz boyunca
Şafakla kalkarmış yüğrük[1] karınca
Yiyecek taşırken her gün evine,
Cırcır böceği de sazı eline
Alarak çıkarmış ağaç dalına
Şarkılar söyler salına salına…
Gününü gün ederek düşünmez kışı
“Vur patlasın, çal oynasın” ne işi?..
Bir gece her taraf olmuş bembeyaz,
Hâlâ kar yağarmış, hava da ayaz.
Karnı tok, sırtı pek evde karınca
Yiyip, içip, yatarmış kararınca…
Çalınca kapısı çıkmış dışarı
Elinde valizi komşu haşarı…
Alay etmiş karıncayla o haylaz
Demiş: — Aptal komşu geçen bütün yaz
Çalıştın, yoruldun, hiç dinlenmedin.
Çaldığım şarkımı da dinlemedin.
Tatile giderim, haydi gel benle
O Kanarya Adaları’nda senle
Kışın sonuna kadar dinlenelim
Hem orada çılgınca eğlenelim…
Nutku tutulmuş karıncanın o an
Öfkesinden beynine sıçramış kan.
Demiş ki: — Ah seni haylaz! Arlanmaz…
Sefil, seviyesiz, alçak, utanmaz.
Ayol ben zaten şimdi tatildeyim
Yiyecekle dolu, sıcacık evim.
Gel içeriye gir karnını doyur
Dışarıda donarsın haydi buyur…
Bencil değilim komşuyu severim,
Donacaksın gel, gir yoksa döverim…
Ağustos böceği çok çok utanmış
Karıncanın ayağına kapanmış.
03/12/2012 Talas
AKILLI TAVUK
Tavuğun biri erken,
Tarlada yem ararken,
Bir tilki görmüş onu,
Hemen kesmiş yolunu.
Tavuk demiş: “Gıt gıdak,
Tilki geldi işe bak!
Şimdi ben ne edeyim,
Hangi yöne gideyim?
Gıt gıdak gıt gıt gıdak,
Yok mu bundan kurtulmak?”
Kaçmış, becerememiş
Yol bulup gidememiş.
Tilki kesmiş önünü
Bağlamış her yönünü…
Demiş: — Nereye böyle,
Selâmsız firar öyle?
Günlerce aç dolaştım,
Şükür sana ulaştım.
Gitme fazla ileri!
Kısmetimsin gel beri...
Tavuk demiş: — Ü ürü,
Sana şimdi bir sürü
Yumurta vereceğim,
Sırrını diyeceğim.
Yumurtalar sihirli,
Hemen yeme zehirli…
Onlar kuşdili bilir
Öttüklerinde gelir.
İstediğini yersin
Bu fikre sen ne dersin?..
Tilki demiş: — Çabuk ol!
Önümde uzun bir yol,
Gideceğim ormana,
Yumurtayı ver bana.
Tavuk demiş: — Birader,
Telâşlanan kaybeder.
Arkana dön yüzünü,
Sonra kapa gözünü.
Sihri bozulur aman!
Bakarsan yumurtlamam.
Tamamdır üç deyince,
Sonrası da keyfince…
Ebleh bu söze kanmış,
Bir kayaya yaslanmış:
Böyle hayli beklemiş,
Tavuktan ses gelmemiş.
Gözünü açıp bakmış,
Tavuk ortada yokmuş.
02/10/2012 TALAS
ALTIN YUMURTLAYAN KAZ
Falancanın kazı varmış,
Gözü gibi de bakarmış.
Altın yumurtluyormuş kaz,
Günlük yumurta ona az…
Demiş ki: “Kazı keseyim,
İçinde ne var göreyim.
Tüm altınları alayım,
Ziyade zengin olayım…”
Harisler hiç tatmin olmaz,
Karnı doyar, gözü doymaz!
Kesmiş kazı yatırarak,
Pişman olmuş ağlayarak...
Ne altın, ne de mücevher,
Kazda yokmuş hiçbir cevher!
“Az tamah, çok zarar verir”
Hırs her zaman kaybettirir.
Ahmet KARAASLAN
ASLAN İLE FARE
Minik, kara bir fare
Yenik düşmüş kadere.
Tuzağa yakalanmış,
Her yerinden bağlanmış.
Çıkıp gelmiş bir aslan,
Fare demiş ki: — Sultan,
Bilmeden faka bastım,
Çıkamadım uğraştım…
Çift başlıdır atıfet,
N’olur kral yardım et!
Ömür boyu unutmam,
Karşılıksız bırakmam...
Aslan tuzağı kırmış,
Fareciği çıkarmış.
Fare teşekkür etmiş,
Aslana şöyle demiş:
— Başın düşerse dara,
Lütfen çekinme, ara.
Mutlak çıkar gelirim,
Sana yardım ederim...
Aslan gülmüş içinden,
Demiş ki: “Bu fareden,
Ne yarar gelir bana?
Bak şunun havasına!..
Zaman geçmiş aradan,
Bir ses gelmiş ormandan.
Aslan nara atarmış,
Fare o an anlamış.
Bakmış tuzakta aslan
Demiş: — Kralım yaslan.
Şimdi ipi keserim
Hele dur, Allah Kerim…
Olanca kuvvetiyle,
O halis niyetiyle
İpleri parçalamış.
Zor olanı başarmış.
ASLAN İLE SİVRİSİNEK
Sivrisinek uçarak,
Havada vızlayarak,
Bir aslana saldırmış.
Ona şöyle haykırmış:
— Şimdi kendini benden,
Heybetinden cüssenden,
Akıllı sanıyorsun!
Ne gururlanıyorsun?
İşte geldim yanına,
Gireceğim kanına!
Seni ısıracağım,
Canını yakacağım.
Konuyorum alnına
Biraz sonra karnına…
Pençenden, dişlerinden,
Hiç korkum yoktur senden.
Aslan demiş: — Git öte!
Benle uğraşma köfte...
Sivrisinek çok kızmış,
Çıldırmış, iyi azmış.
Burnuna kulağına,
Gözüne, dudağına...
Konup konup ısırmış.
Aslan o an şaşırmış!
Pençesini sallamış,
Kendini yaralamış.
Bakmış, böyle olmuyor;
Sivrisinek korkmuyor.
Alttan alıp, demiş ki:
— Sivrisinek inan ki,
Benden daha dişlisin,
Güçlüsün, kuvvetlisin...
Sivrisinek demiş: — Bak!
Gördün kim imiş korkak?
Bir daha bana çatma,
Kibirle çalım satma!
Bir örümcek ağına,
Düşerek tuzağına,
Kanatları bağlanmış.
Yüreciği dağlanmış.
Kendi kendine demiş:
“Anlamadım nasıl iş!
Ben ki koca aslanı,
Ormanın kralını,
Dize getirdim, yendim
Boşuna kibirlendim.
Bunu hiç düşünmedim.
Şu minicik örümcek,
O da beni yiyecek…
Düşmanı küçük görme,
Ona hiç fırsat verme…
ASLAN POSTU GİYEN EŞEK
Avcılar bir aslan vurmuş,
Postu yüzüp ora sermiş.
Eşeğin biri ormanda,
Otlarken görünce yanda
Heveslenip postu kapmış
Sırtına elbise yapmış.
Böylece girince köye
“Köye aslan geldi!” diye,
İnsanlar korkup kaçmışlar,
Köşe-bucak saklanmışlar.
Eşek bundan pek hoşlanmış,
Çifte atıp, yuvarlanmış.
Köylüler bakmış ki aslan,
Köyde anırır durmadan!
Anlamışlar bu bir eşek,
Hedefi yok, deli fişek…
Tutup bağlamışlar onu,
Dayak yiyip yanmış canı…
Karakaçan pişman olmuş
Akıllanmış, dersi almış.
Aramızda çok böylesi,
Kendi eşek, elbisesi
Aslanın postuna benzer.
Akıllılar hemen sezer…
AT İLE EŞEK
Komşular darda kalınca,
Yardım etmeli, insanca.
İnsanlığa bu yaraşır,
Erdemli böyle tanınır.
Köylü yolculuk boyunca,
At ve eşeği ardınca,
Bir ovada yürüyormuş.
Eşek yükten ölüyormuş.
Ata demiş ki: — Arkadaş,
Yüküm çoktur gel de paylaş.
Eğer bu yükten ölürsem,
Hepsi sana kalır sersem!
At hiç oralı olmamış,
Zerre kadar acımamış.
Gerçekten de ölmüş eşek.
İşte o an çakmış şimşek…
Köylü yüzerek deriyi,
Ata sarınca yükleri,
At demiş ki: “Ah holigan[2]!
Bana gerek şimdi kurgan[3]…
Arkadaşı dinlemedim,
İnat ettim, düşünmedim!
Yardım etseymişim ona,
Bu yükler kalmazdı bana...
“Kaçan fırsat geri gelmez,
Son pişmanlık fayda vermez.”
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR
Zengin bir çiftçi varmış,
Dağ köyünde yaşarmış.
Kalabalık hanesi
Kötü huyluymuş hepsi,
Çoluk-çocuk geçimsiz
İş-güç yapmaz verimsiz.
Bet bereket kalmamış,
Kimse huzur bulmamış.
Baba çok kaygılanmış,
Başında saç aklanmış…
Nasihat vermiş ama
Olmamış rahatlama.
Nasihat kâr etmemiş,
Tasa kaygı bitmemiş.
Adam buna üzülmüş,
Gözünden yaş süzülmüş.
Çağırmış çocukları,
Toplayarak onları
Demiş ki: — Oğullarım,
Ciğerim, yavrularım.
Şimdi dışarı çıkın,
Cıngar olmasın sakın!
Birer çubuk getirin
Şuracıkta oturun.
Son sözümü diyeyim,
Sonra rahat öleyim…
Gidip gelmiş çocuklar,
Ellerinde çubuklar.
Çubukları istemiş,
Demet yaparak demiş:
— Alın da bunu kırın,
Ufalayıp bırakın
Sınayın gücünüzü
Bileyim ününüzü…
Hiçbiri kıramamış,
Aslını anlamamış.
Baba demeti almış.
Çözüp bir bir dağıtmış.
— Yavrularım alınız,
Haydi şimdi kırınız…
Kolaylıkla kırmışlar,
Şaşkın şaşkın durmuşlar.
Adam demiş: — Çocuklar,
Bağlanınca çubuklar,
Dirençleri birleşti,
İyice kuvvetleşti.
Samimi olup özde,
Birleşirseniz siz de,
Tek sorun kalmayacak
Sıkıntı olmayacak.
Yoksa dayanışmanız,
Şayet tek kalırsanız,
Bilin zayıflarsınız.
Çabuk kırılırsınız…
ASLAN TİLKİ VE GEYİK
Hastalanmış kral aslan,
Demiş ki: “Tilkiye seslen”
Taze et istermiş canı
Çağırmış yanına onu:
— İyi dinle beni kurnaz,
Seviyorsan etme hiç naz.
Ormandan geyiği getir,
Yiyeceğim çatır çatır…
Tilki giderek ormana,
Bulunca demiş ki ona:
— Çok hastadır kralımız,
Ölecektir sultanımız.
Hiç umudu kalmamıştır,
Son demidir, anlamıştır.
Erişmiş artık emrihak,
Ondan kalan tacı sen tak.
Sana krallık verecek,
Birçok sırlar söyleyecek!
Geyik kapıdan girince,
Kral hamle yapmış önce
Isırmışta kulağından,
O kurtulmuş tuzağından.
Yine tilkiyi çağırmış,
Ona övgüler yağdırmış.
— Tilki, işinin ehlisin
Uzmansın, beceriklisin.
Durma, koş da git ardından,
Getir bakalım ormandan.
Tilki demiş ki: — Sultanım,
Başımın tacı hakanım…
Geyik geldiydi yanına,
Sen asıldığın kulağına
Ayaklarından tutsaydın,
Gerdanından ısırsaydın…
Bir kere daha gideyim
Şansımı bir deneyeyim.
Tilki koruluğa gitmiş,
Diller döküp yemin etmiş:
— Hemen kaçtın sen öfkeyle?
Niçin yaptın bana söyle?
Gizli şeyler diyecekti,
Birçok sırlar verecekti…
Geyik demiş: — Haysiyetsiz!
Kanacak ahmak bulun siz?..
Tilki ona hiç kızmamış,
Yılmamış ve bozulmamış:
— Aman geyik kardeş dinle,
İnan işi şuydu senle:
O tuttuysa kulağından,
Hiç kimsecikler duymadan,
Sana sırlar verecekti,
Nasihatler edecekti.
Neden korkuyorsun ondan,
Artık yarı ölü aslan...
Çokbilmiş kandırmış yine,
Alarak götürmüş ine.
Aslan sağlam hamle yapmış,
Tam boynundan yakalamış
Gövdesini, kellesini,
Böbrekleri, ciğerini…
Bir güzelce yiyivermiş
Yüreğini görememiş
Kalp daha önce düşünce,
Tilki de yemiş gizlice.
Aslan çok arayıp durmuş,
Sonra da tilkiye sormuş.
Tilki demiş ki aslana:
— Eğer soruyorsan bana
Ödlek biri idi zaten…
Kalbi yoktu ki esasen.
Yürekten yoktu ki bir iz,
Boşuna ararsınız siz…
CIRCIR BÖCEĞİ (Cırlayık)
Ah seni cırcır böceği
Düşünmezsin geleceği…
Bu ne hâldir ey budala?
Sazını alırsın kola,
Sabah çıkarsın bir dala.
Hiç durmaz ötersin cır cır…
Ne zaman biter bu dır dır?
Üç aylık bir yaz boyunca,
Yine saz çalmıştın bolca.
Mutlu günler tez bitermiş,
Kış ansızın gelivermiş.
Kapıya çıkınca sabah,
Şansına kahretmiş bedbaht.
Dışarıda kış-kıyamet…
Demiş: “Bu nasıl adalet!
Nasıl çabuk geçti bu yaz,
Erken geldi kar ve ayaz!
Bir taneyi ambarıma,
Taşımadan kış kapıma,
Gelip çatmış ne yapayım?
Gidip komşuya bakayım.
Ödünç alır, borç isterim;
Yaz gelsin hemen öderim…”
Bu niyetle evden çıkmış,
Gözlerinden yaşlar akmış.
Utanarak, yalvararak,
Hüngürdeyip ağlayarak
Titreyerek borç istemiş.
Karıncaya şöyle demiş:
— Daha hazırlık yapmadan,
Bir tanecik taşımadan,
Bu kış nasıl çabuk geldi!
Geçen yıl böyle değildi.
Ne yakacak, ne içecek
Ne bir lokmam var yiyecek.
Hâlime bak titriyorum,
Açım komşum ölüyorum!
Komşudan yok mu haberin?
Bana bir ölçek borç verin,
Yaz gelsin de Allah Kerim
Gelecek yıla öderim…
Asık suratlı karınca,
Kızmış ona yalvarınca:
— Bir ilkbahar ve yaz geçti,
Üç aylık da bir güz bitti
Sen ne yaptın dokuz aydır?
Düşünmeden öttün dır dır!
Bilmez misin kış gelecek,
Kışa da hazırlık gerek!
Ben her gün şafakla kalktım,
Akşama kadar çalıştım...
Haylaz o an rezil olmuş,
Gözlerine yaşlar dolmuş:
— Sorma komşu, ah hiç sorma!
Bu hâlimle beni yorma.
Uyuyarak rahatladım
Saz çalarak ferahladım.
Daldan dala atlayarak,
Hep saz çaldım dolaşarak.
Beste yaptım sizin için,
Komşum bu fasılı geçin
Saz çalınca rahatladım…
Karınca kızmış, banlamış
Alay edip azarlamış:
— Saz çalanın bütün bir yaz,
Mutfağında yemek olmaz.
Şimdi evinize gidin,
Ailece halay çekin!
Atalar doğru söylermiş,
Ne de güzel öğüt vermiş:
“Yazın gölge hoş,
Kışın çuval boş...”
Çok ayıp etmiş karınca,
Biri dileğe varınca,
Verilmeden gönderilmez,
Elbet eli boş çevrilmez.
İsteyenin yüzü kara
Vermeyen olur kapkara…
31/08/2000 KAYSERİ
ÇINAR İLE KAMIŞ
Büyük, ulu bir çınar,
Dalına kuşlar konar.
Şişingenin huyundan
Geçilmez gururundan
Kimse memnun değilmiş.
Bir kamışa eğilmiş:
— Cılız komşu nasılsın?
Boruna tuz basılsın…
Hayatta mısın hâlâ?
Başına gelsin belâ
Bir rüzgâr estiğinde,
O sıska bedeninde,
Neler olur, ne yapar?
Niçin yerlere yatar
Eğilir yapışırsın,
Yerlerde ne ararsın?
Gel sığın korumama.
Rüzgârda kımıldama
Koca gövdem, dallarım,
Sayısız yapraklarım,
Güneş bile sızdırmaz.
Kasırga koparamaz,
Asla eğdiremezler,
Belimi bükemezler.
Siz tıfıl otlarsınız,
Rüzgârda yatarsınız.
Ah benim cılız yavrum,
Sana çok acıyorum!..
Kamış demiş: — Farfara[4]!
Beyni boş, kalbi kara.
Bir essin de fırtına,
Ben gireyim, altına…
İşte tam bu sırada,
Kasırga kopmuş karada.
Kamış yere eğilmiş,
İnat çınar dikilmiş.
Rüzgâra kafa tutmuş.
Kasırga da kudurmuş.
Koca çınar yıkılmış!
Paramparça dağılmış,
Ne kötü kibirlenmek,
Âlemi küçük görmek!
DOKTOR DER Kİ
Aslan çok hastalanmış,
İninden çıkamamış.
Bütün hayvanlar gelmiş,
Ona sağlık dilemiş.
Tilki ortada yokmuş.
Kurt etrafına bakmış:
— Kralım tüm hayvanlar,
Ormanda yaşayanlar,
Emrinizde olanlar
Sizi sevip sayanlar…
Hepsi gelmiş huzurda
Tilki yoktur hazırda…
Onu hiç göremedik,
Yerini bilemedik.
Zaten hep böyle eder
Bilmeyiz nere gider…
Kral o an kükremiş,
Tüm hayvanlar titremiş:
Tüm tüylerini yolun!
Alıp gelin yanıma,
Tak eyledi canıma…
Tilki kapıdan girmiş,
Hem de kıs kıs gülermiş.
Aslan onu görünce,
Bağırmış hiddetlice:
Yakına gel edepsiz...
Ölsem sevineceksin,
Zevkten gebereceksin!
Tilki demiş: — Sultanım,
Kurban olsun bu canım.
Dağı, taşı taradım.
Size çare aradım.
Görüyorum bendeler,
Sık dokur, ince eler…
Hangisi olur çare?
Kaç kapıya, kaç yere
Bir sorunuz gitmişler,
Ne çare öğrenmişler?..
Aslan demiş: — Gel şöyle,
Çare ne imiş söyle.
Kıs kıs gülüp içinden,
Gayet emin kendinden:
— Doktor der ki kralım,
Bir kurt postu bulalım.
Sultanı ona sarın,
Hastalıktan kurtarın…
Aslan demiş: — Durmayın,
Tez kurdu yakalayın!
Derisini yüzünüz,
Üzerime örtünüz…
ESKİCİ İLE ZENGİN
Biri fakir eskici
Diğeri zengin çekici
Mutluymuş fakir olan,
Keder zengine kalan…
İki komşu yan yana,
İşte bir misal sana…
Varlıklının kederi,
Çok yanıkmış ciğeri…
Gözünü uyku tutmaz,
Hiçbir şeyden zevk almaz.
Geceleri kalkarmış,
Altınları yoklarmış.
Arada bağırırmış,
Oturarak ağlarmış:
“İşine bak Allah’ın!
Faydası yok paranın.
Mutlu olamıyorum,
Huzur bulamıyorum!..”
Komşusunu seslenmiş,
Ona şöyle söylenmiş:
— Komşum söyler misin sen,
Coşkun, sevincin neden?
Günde ne kazanırsın,
Kaç parayı harcarsın?
Fakir demiş ki: — Ağam,
Ona hiç kafa yormam.
Günlük kazancımı ben,
Tüketirim o günden
Ay hesabını bilmem,
Para da biriktirmem.
Zengin demiş: — Birader,
Öyle yazmış da kader…
Sana yüz altın versem
Al bunu sakla dersem
Değişsin karayazın
Gel zengin ol ansızın…
Yoksul keseyi almış,
O an huzursuz olmuş.
Alınca altınları,
Dünyanın kaygıları,
En kötü duyguları
Bedenini sarmışlar,
Başına toplanmışlar.
İşi-gücü bırakmış,
Derdi altın saymakmış.
Elem sarmış başını,
Zehir etmiş aşını.
Altınları alarak
Komşuya gitmiş koşarak:
— Altınını al geri,
Beni etti serseri!
Kalmadı ağız tadım,
Hiç mutlu olamadım.
Neşemi, sağlığımı
Tümden aldı aklımı…
Ben bir günlük uykumu,
Mutluluk, huzurumu...
Dünyalara değişmem,
Zenginliği istemem...
Bağlanma maddiyata
Sıkı sarıl hayata…
EŞEĞİN ÇİFTESİ
Eşek gitmiş çayıra,
Yatmış tepe, bayıra…
Yemiş taze otlardan,
Bir kurt gelmiş yukardan.
Merkep kurdu fark etmiş,
Ot yemeyi terk etmiş.
Kurda demiş: — Şanslısın!
Kaçamam yakalarsın.
Büyük bir diken battı,
Canımı çok acıttı!
Ayağımda diken var,
Boyu bir parmak kadar!
Kurt yanaşmış yemeye,
Eşek de titremeye:
— Kurt kardeş beni dinle,
İşin zordur dikenle!
Batarsa boğazına,
Saplanırsa ağzına,
Vallah gebertir seni!
Yiyemezsin sen beni.
Dikeni çıkar önce,
Sonra da ye keyfince...
Kurt inanmış bu söze,
Bakışmışlar göz göze:
— Diken nerede hani?
Söylesene lâ-ya'ni[5]
Eşek demiş: — Şurada,
Ayağımın ucunda...
Kurt ararken dikeni,
Merkep demiş: — Çeneni
Çifte geliyor kolla!
Hemi sağ hemi solla…
Sağlam bir çifte vurmuş,
Sanki onu uçurmuş!
Kurt iki büklüm kalmış
Eşek köye yol almış,
KİBİRLİ BALIKÇIL
Sipsivri gagalı, uzun bacaklı
Bir balıkçıl varmış ağzı torbalı.
Kayalıklarda av arıyormuş,
Açlıktan karnı zil çalıyormuş.
Süzülerek mavi sulardan,
Önüne çıkmış kayalardan,
Gelmiş önüne iki sazan.
Bunları beğenmemiş gördek[6]
Bekleyip durmuş gidene dek.
Kibirli tenezzül etmemiş birine,
Çekilmiş her zamanki yerine.
Demiş: “Ben değilim ki budala,
Bunlara mı kaldım, kala kala?
Bekleyim, iyisini seçeyim.
Şansımı yeniden deneyeyim…”
Yakında yengeçleri görmüş,
Onlara dudak bükmüş, öğürmüş.
Bu arada gün batmış,
Sazanda şafak atmış.
Kayalıkta bir böcek,
Gidermiş sürünerek.
Balıkçıl çaresizce,
Yaklaşarak sessizce,
Eğilmiş koklamaya,
İlk lokmayı almaya.
İştahla kapıp yemiş,
“İşte kısmetim” demiş.
Zor beğenir olmayın,
Şunu hiç unutmayın:
Kader bir kere güler,
Şans geç gelir, tez gider…
KOMUTAN ASLAN
Aslan bir gün ormanda
Hayvanları kurulda,
Huzurunda toplamış.
Görev verip atamış.
Maymuna maskaralık,
Tilkiye hilekârlık,
Çakallara saldırma,
Köpeklere çıkarma…
Yeni vazife vermiş,
Biri şöyle söylemiş:
— Kralım, bir fikrim var.
Eşeklerle, tavşanlar
Çabuk panik yaparlar,
Ordumuzu bozarlar.
Onları almayalım,
Taburdan ayıralım.
Demiş ki: — Arkadaşlar,
Dinleyiniz yoldaşlar!
Tavşan haber sağlasın,
Eşekler de zıplasın…
Hiç biri ayrılmasın,
Ordu yarım kalmasın.
Akıllı bir komutan,
Yararlanır fırsattan.
Herkese uygun görev,
Düşünüp verilirse,
Başarıya erilir,
Zafer elde edilir.
KORKAK TAVŞAN
Tavşanlar çok ürkermiş,
Hep yuvada beklermiş.
Günlerce aç ve susuz,
Yuvasında huzursuz
Günlerce hiç bıkmadan,
Otururmuş çıkmadan.
Bir hareket hissetse,
Veya bir ses işitse,
Korkudan şaşırırmış.
Yuvada saklanırmış...
Dostları dese ona:
— Alışmalısın buna.
Sen cesur olmalısın,
Korkuyu atmalısın.
— Korku benden kuvvetli!
Düşmanlarım kudretli.
Hile bilir her türlü,
Yenemedim bir türlü…
Diye cevap verirmiş,
Ondan şüphelenirmiş.
Sıcak bir yaz gününde,
Çok susamış ininde.
Susuzluktan kavrulmuş,
Birden bire doğrulmuş.
Etraf ıssız ve boşmuş,
Dereye doğru koşmuş.
Kurbağalar kıyıda,
Önemsiz bir sayıda…
Yatıyormuş keyfince
Ürkmüşler o gelince.
Ödü kopmuş tavşanın,
Arkasına kayanın
Gizlenerek gözlemiş.
Kulak verip dinlemiş.
Ne gelen var, ne giden
Ne de hareket eden...
Ortada yokmuş kimse.
Demiş: “Bu ne vesvese!..
Korkuların ecele,
Faydası olmaz bile...”
Sonra çıkmış ortaya,
Kendini atmış suya.
Artık korkuyu atmış,
Biraz da çalım satmış:
“Nerdesiniz korkaklar,
Suya giren hayvanlar!
Tümü korkup saklandı,
Dere hep bana kaldı...”
Biterse cesaretin,
Elden gider her şeyin.
KRAL MAYMUN VE TİLKİ
Ölünce kral aslan
Sahipsiz kalmış orman.
Krallık tacı gelmiş
Hayvanlar hep denemiş.
En sonra giymiş maymun
Demişler ki: “En uygun…”
Maymun kral seçilmiş
Tilki razı değilmiş.
Önceden yapmış plan
Demiş ki: — Yüce sultan,
Bende bir harita var
Hemen şu yakın civar.
Hazine gösteriyor,
Bunu kimse bilmiyor.
Yasada bir hüküm var
Orada şöyle yazar:
Ülkedeki hazine
Gömü, servet, define…
Kralın helâl malı
Arayıp da bulmalı…”
Yerini ben bilirim,
İstersen gösteririm.
Maymun tarifi almış
Hemen ormana dalmış.
Düşmüş derin kuyuya
Seslenmiş yukarıya.
Tilki demiş: — Maskara
Faka bastın pis kara!
Her taç takan baş olmaz
Kral beyni boş olmaz.
Sen ormana sahipken
Ne gerekti hazinen!
Yakışır mı krala?..
Seni sersem, budala…
Ben ormana gideyim
Bunu haber vereyim.
İradeli, kudretli
Akıllı ve kuvvetli
Yeni kral seçelim
Biz bu faslı geçelim…
Hırsın esiriyiz biz,
Maymun gibi böyleyiz.
Benim ise tüm dünya
Ne gerek var paraya!..
02/10/2012 TALAS
KURNAZ EŞEĞİN SONU
Fakir bir köylü varmış,
Tuz getirip satarmış.
Erken kalkmış şafaktan,
Tuza gitmiş sabahtan.
Yükleyerek yükünü
Dönmüş yolun bükünü[7].
Geçmek için karşıya,
Merkebi sürmüş çaya.
Eşek yatınca çaya,
Tuz erir gider suya.
Artık öğrenmiş hayvan,
Sanki onu pehlivan
Su içine atarmış
Tuz eriyip akarmış…
Adam bundan usanmış,
Ama bir gün uyanmış.
Bu sefer sünger almış,
Eşeği çaya salmış…
Bir daha yuvarlanmış,
Bu sefer çok aldanmış.
Köye kan ter içinde,
Güç belâ geldiğinde,
Hatasını anlamış.
Bir daha hiç yapmamış.
19/07/2015 TALAS
KURT İLE KUZU
Kurdun biri ırmaktan
Su içerken, uzaktan
Bir minik kuzu gelmiş;
Su içmeye eğilmiş.
Kurt demiş ki: “Kısmetim,
Bugün ne iyi benim.
Bir sebep söyleyeyim,
Şu kuzuyu yiyeyim...”
Kuzuya demiş: — Neden
Koşup geldin tepeden,
Suyumu bulandırdın?
Bana çamur yutturdun!
Kurt ökeyle kükremiş,
Minik kuzu titremiş:
— Ama ey kurt amca ben,
Aşağıdayım senden.
Sen, benden yukardasın.
Akıntıdan anlarsın.
Kurt demiş: “Kuzu haklı,
Başka bir yol bulmalı.”
— Geçen yıl da burada,
Biraz şu yukarıda,
Aynı şeyi demiştin;
Suyumu kirletmiştin!
Kuzu demiş: — İmkânsız!
N’olur olma imansız!.
Geçen yıl doğmamıştım,
Burada olmamıştım…
Kurt demiş ki: — Ya kimdi?
Hatırladım annendi.
Ha sen, ha senin annen…
O da senin ailen.
Boşuna çabalama,
Hele yaklaş yanıma!
Ayağıma gelmişken,
Şurada kimse yokken,
Seni bırakır mıyım?
Deli mi, ahmak mıyım?
Kuzuyu yakalamış,
Orada parçalamış.
ODUNCUNUN DİLEĞİ
Fakir bir adam varmış,
Odun taşır, satarmış.
O kendini bileli,
Yaşantısı çileli.
Yine ormana gitmiş,
Gücü kesilmiş, bitmiş.
Kesip, yığmış bir yere
Sitem etmiş kadere.
Kendinden geçip gitmiş.
Gücü tükenip bitmiş.
Derin uykuya dalmış
O an bir peri gelmiş.
Demiş ki ona peri:
— Hey oduncu gel beri.
Nedir çektiğin çile?
Benden bir şeyler dile.
Sana yardım edeyim,
Ne istersen vereyim.
Oduncu demiş: — Peri,
Kaybolup gitme geri.
Bilmezsin çoktur tasam…
Neyi elime alsam,
Sapsarı altın olsun,
Yoksul canım kurtulsun.
Peri demiş ki: — Hay hay,
Benim için çok kolay.
Sen olsaydın sabırlı
Bundan daha hayırlı,
Bir şey verirdim sana,
Sonra kahretme bana…
Tamamdır mutabakat,
Dileğin kabul fakat
Hayatı berbat ettin,
Biraz ileri gittin…
Sihirli bir söz demiş,
Peri hiç görünmemiş.
Adam kalkmış yerinden,
Bir of çekmiş derinden.
Meşeden bir dal almış,
Hayretten donakalmış.
Palamut ve yapraklar,
Dalıyla kozalaklar
Sapsarı altın olmuş
Kahkaha atıp gülmüş.
Kendi kendine demiş:
“Oh ne büyük mutluluk,
Bu ne güzel kutluluk…
Bir oduncu değilim,
Bitti yoksulluk hâlim.
Çalışmak ve yorulmak,
Bitap düşmek, burulmak
Olmayacak ne iyi
Yiyeyim leblebiyi.
Testiden su içeyim.
Hemen eve gideyim...”
Gönlü ne istediyse
Eli neye değdiyse
Sarı metal kesilmiş,
Hatayı o an bilmiş.
Demiş ki: “Eyvah eyvah!
Böyle ne yaptım vah vah!
Dünyanın altınını,
Şöhretini, şanını
Verseler de istemem,
Başka dilek dilemem…”
Uyanmış silkinerek,
“Oh!” demiş sevinerek.
Meğer görürmüş rüya,
Çok şükretmiş Mevla’ya.
TALİH VE DİLENCİ
Dilenci bir sokakta,
Kala kalmış ayakta
Birden bire bağırmış,
Âlem bakıp şaşırmış:
— Çok adam tanıyorum,
Onlara şaşıyorum!
Bolca parası vardı,
Tümü kumar oynardı.
Nefisleri doymazdı,
Geleneğe uymazdı,
İnfak etmez, kıymazdı
Safsataydı aymazdı[8]
Bir anda kaybettiler.
Sıfırı tükettiler[9]...
Şans perisi o anda,
Adamın karşısında,
Durup “merhaba” demiş.
Çil çil altın göstermiş:
— Ey dostum dinle beni,
Zengin edeyim seni.
Yapalım bir pazarlık.
Var mı okur-yazarlık?
Burada anlaşalım,
Sonra satma hiç çalım.
Sen torbanı yere dök,
Kâfidir diyene dek
İste altını benden.
O torba delinirse,
Teki yere düşerse,
Hepsi toprak olacak.
Sana hiç kalmayacak...
Kabul etmiş dilenci,
Kat kat artmış sevinci.
Altınla dolmuş torba,
Peri demiş ki: — Baba,
Torba doldu altınla,
Şartlarımı hatırla!..
Daha gözü doymamış,
Dilenci aldırmamış:
“Biraz daha ver demiş,”
Verdikçe de istemiş...
Torbası delinince,
Boğuk boğuk ve ince
“Eyvah!” diye bağırmış.
Hiçbir altın kalmamış.
Hepsi de toprak olmuş,
Adamın şansı yokmuş!..
Az tamahtan çok ziyan,
Gelir anlamaz insan.
TARLADAKİ HAZİNE
Çiftçi yatağa düşmüş,
Ecel gelip, yaklaşmış.
Çocukları ünlemiş,
Onlara şöyle demiş:
— Evlatlarım, oturun
Geçip karşıma durun.
Tarlamızın birinde,
Hazine var dibinde.
Ben duymuştum babamdan,
Çıkmadı hatıramdan.
Yoktu araç, donanım
Olmadı hiç zamanım.
Şimdi vakit kalmadı,
Bana nasip olmadı…
Ekinleri biçiniz,
Harmana getiriniz.
Kürek ve kazmaları,
Alarak tarlaları,
Didik didik arayın.
Her karışı tarayın.
Hazineyi bulunuz,
Er-geç zengin olunuz…
Ölünce babaları,
Çocuklar tarlaları,
Etmişler didik didik,
Kalmamış köşe, gedik.
Çıkmamış tek metelik,
Yorulmuşlar üstelik.
Sonra buğday ekmişler,
Bolca gübre vermişler.
Ekinleri bozarmış,
Başakları kızarmış.
Tanesini bol vermiş.
Onlar refaha ermiş.
Babaları haklıymış,
Hazineler saklıymış.
Çalışıp ter dökmezsen,
Zengin olmazsın sen.
Tarladaki hazine,
Bağlı alın terine…
TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA
Dağ başında bir orman,
İçinde pek çok hayvan,
Dost ve mutlu yaşarmış.
Tek bir tavşan sakarmış!
Çok geveze, kibirli...
Deli hem de sinirli…
Her gün çalım satarmış,
Durmadan lâf atarmış:
— Var mı kendine güvenen,
Hanginiz hızlı benden?
Çok kızmış kaplumbağa,
Demiş: — Gel senle ağa,
Yarışalım şurada.
Hayvanlar da burada,
Kim hızlıymış bilsinler,
Onlar karar versinler.
Tavşan demiş: — Bak hele!
Etmeseydin acele…
Çetin cevize çattın,
Sen aklını oynattın!
Git de kralın gelsin,
Bana göre değilsin…
Kaplumbağa diretmiş,
Tavşan da kabul etmiş.
İşaret verilince,
Kaplumbağa kendince,
Fırlayıp çıkmış yola.
Tavşan ayrılmış sola.
Demiş ki: — Uğur ola!
Ben vereceğim mola.
Hele yürü, git biraz
Varışa kalınca az,
Ben gölgeden kalkarım
Bir zıplar yakalarım.
O, gölgeye uzanmış,
Uykuya yakalanmış
Kaplumbağa durmadan,
Sıcağa aldırmadan,
Yürümüş azimlice.
Son defa kuvvetlice
Yeniden hamle yapmış
Birinciliği kapmış…
Yankılanan alkıştan,
Uyanmış çalım satan.
Ağlamış kederinden,
Yaş akmış gözlerinden.
Azimli, kararlılar
Zor işi başarırlar.
TİLKİ İLE TEKE
Tilki ile bir teke
Ovada seke seke
Bir süre yol almışlar
Sıcaktan bunalmışlar.
Bulmuşlar da bir kuyu
Ancak dibinde suyu…
Atlamışlar kuyuya
İçip kanmışlar suya.
Tilki demiş ki: — Teke,
Seni bilirdim eke.
Atlayıp suya indik,
Çıkmayı düşünmedik…
Bir yol söyle ki bana,
Canım kurbandır sana.
Teke demiş ki: — Tilki
Aklımda yok da belki
Çözüm senin alanın,
Söyle nedir planın?
Kurnaz demiş ki: — Buldum
Vallah şimdi kurtuldum…
Aklıma geldi bir yol,
Hele sen basamak ol.
Bu birinci aşama
Nasıl düşünce ama!..
Teke merdiven olmuş,
Tilki boynuza konmuş.
Bir sıçrayışta çıkmış
Dönüp kuyuya bakmış.
Demiş ki: — Ahmak erkeç
Be hey fikirsiz, kekeç
Sakalındaki kılın
Kadar olsaydı aklın
Fikreder, taşınırdın
İnmeden düşünürdün…
Tilkiyse arkadaşın
Her an belâda başın.
02/10/2012 TALAS
TOPRAK ANA VE MEVSİMLER
Toprak ana yalnızmış,
önce birazcık sızmış.
Gök Kralı’na gitmiş,
Onunla sohbet etmiş.
Demiş ki Gök Kralı:
Ana, bağrım yaralı!
Birbiriyle geçimsiz,
Dört çocuk var bilseniz…
Demiş ki toprak ana:
— Onları yolla bana.
Ben de yalnız biriyim,
Gelsinler bir göreyim.
Toprak ana dönünce,
En küçük gelmiş önce.
Pembe, tombul yanaklı
Kepçe gibi kulaklı,
Saçı biraz aklaşmış.
Ta beline yaklaşmış.
Demiş toprak anaya:
Bir bakayım çantaya.
Birçok hediyeler var.
Şu tomurcuklu dallar.
Gül, çiçek demetleri
Şu bahçe aletleri
Bir de kuş seslerim var…
Benim ismim de BAHAR.
Çok geçmeden aradan,
Biri girmiş kapıdan.
Topaç gibi bir çocuk
Gözleri boncuk boncuk…
Kırmızı yanaklıymış,
Gül gibi dudaklıymış.
Güzel mi güzel imiş,
Bunun adı “YAZ” imiş.
Demiş ki kardeşine:
Çekil, git sen işine.
Çiçeklerin solmuştur,
Dallar meyve dolmuştur.
Şeftali, çilek, kiraz…
İnsanlar yesin biraz.
Toprak ana al bunu,
İnsanlara sun onu…
Biri girmiş içeri
Sapsarıymış her yeri..
Dönüp toprak anaya,
Başlamış anlatmaya:
Sonbahar benim adım,
Sarartmaktır muradım.
Toprak ana kov şunu,
Ben sevmiyorum onu…
Sonra kuşları kovmuş,
Yaprakları kavurmuş.
Çiçekleri soldurmuş,
Çimenleri öldürmüş.
Meyveleri toplatmış,
Yürekleri hoplatmış!..
Bir çocuk gelmiş beyaz,
Buz kesmiş, her yer ayaz.
Tüm meyveler kaçmışlar,
Pamuklar uçuşmuşlar.
Bembeyaz olmuş her yan,
Sertçe bir poyraz esmiş,
O an her yer buz kesmiş:
— Benim adım kıştır kış!
Hiç dinlemem yakarış.
Üçünüz de gidiniz,
Burayı terk ediniz!..
Mevsimler atışmışlar,
Bir süre çatışmışlar.
Üzülmüş toprak ana
Ağlamış yana yana.
Sonra demiş: — Yaklaşın,
Aranızda anlaşın.
Ya da evimden gidin,
Buraları terk edin...
Nasıl kardeşsiniz siz?
Bu ne böyle geçimsiz!
Nazınızı çekemem,
Kavga falan istemem…
Mevsimler tartışmışlar,
Sonunda yatışmışlar
Demişler ki anaya:
Biz vardık anlaşmaya
Nöbetle geleceğiz...
Üçer ay kalacağız
İşte o günden beri,
Üç ay gelip her biri,
Misafir olurlarmış,
Sırayla kalırlarmış.