“Kudüs’te Ağlama Duvarı’nın mukaddesatıyla
bir Yahudi’nin adanmışlığına benzetirim trenleri…”
Türkiye’mizde ilk demiryolu sanırım 1860’lı yılında bir İngiliz şirketi tarafından yapılmış. Bu hat İzmir’den başlayarak Aydına kadar uzanmış. Aslında işin bu kısmı beni pek ilgilendirmiyor. Benim hem tarihimi ve hem de anılarımı süsleyen o kara trenle benim tanışmam tâ anamdan doğduğumdan beridir desem yalan olmaz… Köyümün hemen batı yakasından geçerdi kararmayasıca... Sonra da Yeniköy’ün yokuşundan kurtulduğuna sevinirken, kardeşlerin büküşüne girerdi hemen. Sonrası kolaydı onun için; Töslü’yü aştı mı, sallan gitsin Tuzhisar’a!
Kara tren;8, 10 yaş dönemlerimde benim dış dünyaya açılan penceremdi neredeyse. Babamın peşine takılıp -arada bir de olsa- şehre inmek öyle kolay iş değildi. Ben de birkaç arkadaşla birlikte hemen tren yoluna inerdik koşa seke! Baktık ki henüz tren denen canavar gözükmüyor, hemen yere kapaklanır, kulağımızı demir yolunun rayına yapıştırırdık. Kulağımıza raydan o ses geliyorsa beklediğimiz an yakın demekti… Gelmiyorsa da yine de beklerdik, bilirdik beklemesini…
Özellikle de posta treni olurdu beklenen. Tren hemen önümüzden geçerken ben ve arkadaşlarım sesimiz çıktığı kadar bağırırdık bize pencereden bakan yolculara; “at, at, attt!” Onlar da günlük ya da dünlük gazete, mecmua atarlardı bizlere… İşte bu gazete ve mecmualardı bizi başka dünyalara götüren. Hükümetten haberleri oradan okurduk, Galatasaray’ın Feneri nasıl söndürdüğünü o gazete sayfaları anlatırdı bize… Adı Menderes olan bir Başbakanın idam sehpasındaki resmini gördüğümde bir hoş olmuştum açıkçası. Bir ara “ya Kıbrıs, ya taksim” gibi sloganlar okuduğumu hatırlıyorum sanki. Şehirli çocuklar belki de; şimendiferin, şefin, kondüktörün, vagonun, pulmanın ne demek olduğunu bilmezken ben bu kelimeleri detaylandırabiliyordum üstelik..! O zaman ki trenler buharlı trenlerdi. Göklere yükselen buharını bazen göğe kurulmuş merdiven gibi algılardım. Trende bir adam vardı başında tren yolu kasketi, elinde bir kürek. Durmadan yorulmadan kömür atardı ocağa. Tabi ki ocakta yanmış olanları da rayların arasına… 15’li yaşlarımdayken anama refakatçi ve yardımcı olarak çok gittim bu atılan kömürleri toplamaya. Yanmış bir kömür tekrardan yanar mı diye sormayın sakın. Ben de öyle derdim ama kömürün “kok” cinsinden olduğunu öğrenince sustum!..
O güzelim günleri anımsarken, bu seferki Ankara yolculuğumu trenle yapmak fikri kapladı düşlerimi. Zira çok uzun yıllar olmuştu trene binmeyeli. O zamanki tren vagonları; belli bir sayıda yolcu alacak kadar bölmeli odalardan oluşuyordu. Adına kompartıman deniyordu galiba. Biletlerde yer ve oda numarası belirtilmiyordu, müşteri az ise şansın var, çok ise yandın! Aralarda gezin dur dışarı bakarak. Trene binerken bilet kontrolü olmazdı herhalde ki, belli bir süre sonra bilet kontrolleri başlardı. Kompartımanların kapısında perde vardı ama perdeyi çekmek yasaktı. Bu işte bir saçmalığın olduğunu hep düşünmüşümdür; çekilmeyecekse bu perdeyi yapan neden yapmış peki? Neyse burayı da atalım hatıraların koltuğuna da….
Trenin kara oluşu sizlerin zihnini hiç yordu mu bilemem. Benim hep yordu ve hala da yorar. Gerçi sonradan mavisi, kırmızısı falan çıktı trenin, fakat ben orijinal halinin renginden söz ediyorum. Yani kara renklisinden. İyi ki de “siyah” kelimesini kullanmamışlar. Türkülerimiz ne hâl alırdı o zaman bir düşünsenize!..
“O tarihlerde acaba karadan başka renk mi yoktu” desem gülünç olur herhalde. O zamanlarda vardı ebemin kuşağı, çeker alırlardı oradan bir renk isteselerdi. Cıncık gibi lila renge bile boyayabilirlerdi. İşe başka açıdan bakmak gerekiyor dostlar; herhalde o kara kömürün isine uygun olsun da kirlendiği hemen belli olmasın deyu karaya boyamışlardır. Bir ihtimal bu tezim doğru olabilir bir yerde. Ama yetmez bu sebeeeep! Zamanının en güzel yolcu ve yük taşıma aracı olan bu makine ne tarih sayfalarına eşlik etti Allah bilir. Ne destanlara şahit oldu, ne türküler ve ne de şarkılar yankılandı vagonlarında, garlarında… Hele de acılar, karalar yönüyle 1915’li yıllar unutulmamalı derim. 15’liler giderken kızların gözü yaşlı değil miydi ha? Tren garında askerinden haber bekleyen anaların, babaların, sevgililerin aldığı haber genelde “kara” idiyse bu makinenin rengi pembe olacak değildi ya… Akor Merkezli şu anonim halk türküsüne bakar mısınız bir:
“Ah tren kara tren /Odur yâri götüren /Gitti yârim gelmedi /Budur beni bitiren''
Şimdi çok daha iyi anlaşıldı sanırım mesele… Götürdüklerini geri getirmemiştir mutlaka bu trenler. Genelde ayrılıklara sebep olmuştur. Geri de kalan garda kalakalmıştır bir ümit diyerek! Getirdiği kötü haber olmuştur sanırım ki; “kara” dert anlamını yüklenmiştir mecâzî anlamda…