Değerli okurlar
Cuma günü sürekli kontrolüm için doktora gittim ve eve dönüşüm öğle saatini buldu. Gazeteden aradılar, yazım olup olmadığını sordular, “İki saat içinde” dedim, biraz düşündüler. Belli ki sıkıntı olacak, “Tamam, Cumartesi yazım girmesin Pazartesi gireriz” dedim.
O nedenle yazım 25 Eylül 2020 Cuma günü yazıldı ama baskıya Pazartesi günü girebildi, İzninizle bundan böyle de Cumartesi günleri yazım olmamasına karar verdim, yani Cumartesi günleri köşemde yazılarımı bulamayacaksınız.
XXX
Gelelim Ankara merkezli yürütülen “Kobani soruşturması” haberine…
Cuma günü Ankara merkezli yürütüldüğü bildirilen ve birçok kişinin gözaltına alındığı haberi geldi ki içlerinde eski HDP milletvekilleri de var…
Yanlış anlamalara meydan vermemek için öncelikle belirtmek isterim ki, PKK, PYD, YPG, IŞİD, Müslüman Kardeşler, Özgür Suriye Ordusu gibi silahlı örgütler, nazarımda terör örgütleridir. Silahlı örgütlerle aynı havayı soluyan, aynı düşünceyi paylaşan ve aynı amaçlar uğruna çalışan, makamı ve kişiliği ne olursa olsun, benim için terörist sınıfına girer.
Hatta terör örgütlerinin her hangi biri ile “Görüşme Masasına” oturmak bile benim düşüncelerime aykırıdır, kabul edilemez.
Net bir şekilde konu hakkında düşüncelerimi açıkladım sanırım. Şimdi açıkladığım düşünceler çerçevesinde ”Kobani Soruşturması” adıyla yürütülen soruşturma hakkındaki özgür düşüncelerimi hiç bir yanlış anlaşılmaması kaydıyla açıklamak istiyorum.
Türk Milleti adına soruşturma ve kovuşturma ve yargılama yapma yetkisine sahip olan yargının her hangi bir aşamasında, elbette “Suç” sayılabilecek davranış ve eylemlere karşı soruşturma da açılacaktır, kovuşturma da, yargılama da yapılacak ve yine Türk Milleti adına yargı kararını verecektir. Buna itiraz etmemiz, millet kararına karşı çıkmak olur…
Hele ki bir yargı kararı hakkında fikir açıklamanın da ötesine geçip laf etmek, millet iradesine de doğrudan karşı çıkmaktır, saygısızlıktır, haddi aşmaktır.
Ancak, şu anda yürütülen soruşturmanın içeriği hakkında ne yapılmak istendiğini, ne amaçlandığını anlaya bilmiş değilim.
Hatırlayalım önce…
“Kobani Olayları” veya “6-7 Ekim Olayları” diye bilinen olaylardır. IŞİD'in Kobani'yi kuşatmasına karşılık YPG militanlarının Türkiye sınırları üzerinden silah nakli yapmasına izin vermeyen 62. Türk Hükümeti'ne tepki olarak HDP Merkez Yürütme Kurulu'nun 6 Ekim'de aldığı kararla ve sokağa çıkma çağrısıyla başlayan protesto eylemleri ve silahlı çatışmalar bütününe verilen addır. ..
Silahlı çatışmalar, YDG-H üyelerinin öncülüğünde başlatılmış ve daha sonra HÜDA-PAR taraftarlarının ve ülkücülerin de çatışmalara katılımıyla ve ardından polis güçlerinin müdahaleleriyle büyümüştür.
Çıkan olaylarda göstericilerin bir kısmının sivil halka saldırılar gerçekleştirmesi ve birçok kamu binasının yanında ev, işyerleri ve taşıtların yakılması nedeniyle pek çok ilde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 10 Ekim itibarıyla 35 kişi gösteriler sırasında hayatını kaybetti.
Bir rapora göre 7-12 Ekim 2014 tarihleri arasında ve eylemler sırasında ülke genelinde 46 kişi öldü, 682 kişi yaralandı ve 323 kişi tutuklandı, haber kaynaklarına göre de 1113 bina hasar gördü.
Amaç neydi?
Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde ve ırak’taki Barzani yönetimindeki bölgenin da dahil olması ile, Akdeniz’e kadar uzanan hatta bir “Kürt Devleti” kurulması idi…
Elbette ki bu amaca uygun davranışlar içine girmek, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ihanet etmek demektir.
Devletin silahlı güçleri, isyan anlamı taşıyan girişimi elbette bastırmış ve olayları sonlandırmıştır
O tarihlerde soruşturma ve kovuşturma yapılmış, yargı kararını vermiştir.
Soru şu…
Soruşturma ve kovuşturma 6 yıldan bu yana bitmemiştir? Bitmemiş ise nedeni nedir, kim aksatmıştır, kimin görevi ihmali vardır?
Değilse, bugün yeniden ve ülkenin daha önemli sorunları var iken, konunun gündeme getirilmesinde siyasi bir amaç mı güdülmektedir? Siyasi iktidar, benzer perdeleme oyunları ile kaybetmekte olduğu millet desteğine karşı, “Başarı” olarak yutturup da kendisine pay mı çıkarmak istemektedir?
Hani insanın aklına her türlü düşünce geliyor ki böyle düşünmemize yol açacak iktidarın “Bir şey olmamışsa bile, bir şey olmuştur” gibi bir anlayışı vardır.
Yürütülen ve gerçekten nedenini, nasılını anlayamadığınız soruşturma sırasında HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın yaptı açıklama sırasında söylediği söz var, anlayamadım…
“Biz anti faşist cephe dedikçe, faşizmin yürütücüleri telaşa kapılıyor; biz barış dedikçe savaş ortakları paniğe kapılıyor. Biz inanıyoruz ki bu çağrılarımız, Türkiye'de barış, demokrasi, isteyen faşizme karşı çıkan bütün çevreler, bireylerde karşılık bulacaktır.”
Açıklama içinde geçen “Barış” çağrısına kafam takıldı…
Burada araya girip bir nokta hakkında de kişisel görüşümü açıklamak isterim.
HDP, anayasa ve yasalar çerçevesinde faaliyetini sürdüren ve TBMM’de millet tarafından seçilmiş temsilcileri bulunan yasal bir partidir. Milletvekillerinin düşünce ve davranışları partinin yasallığını sorgulatmaz. Eğer sorgulanacaksa, parti içinde çalışma yürüten hakkında soruşturma yapılır, bu da yasalar çerçevesinde olur. Benim kanım odur ki, parti içinde bazı kişilerin PKK ile bağlantısı vardır. Tespit ederseniz gereğini huku içinde yaparsınız.
Gelelim şu “Barış” çağrısına…
Devlet kiminle küs ki barışacak? Hani iki kişi olur, her hangi bir konuda anlaşamazlar, ayrı düşerler ve küserler, gün gelir ya kendiliklerinden ya da araya girenlerin “Ayıptı yaa… Ne var aranızda ki küslüğü sürdürüp gidiyorsunuz, barışın” deler, onlar da eğer “İnsan” iseler barışırlar…
Ancak devletin kimse ile “Küsme” gibi bir lüksü yoktur.
Eğer Mithat Sancar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile ülkenin güney bölgesinde bir Kürt devleti kurulması talebi konusunda verilen mücedalede PKK ile “Barış” istiyorsa, bak söyleyeyim…
Hele bir dur bakalım orada.
Bu ülkenin tek bir milim toprağını, bir başka egemen güçlere “Vatan” olarak bırakmayız ve bu uğruda da “Barış” hiç düşünmeyiz. Devleti yönetenler, bir sıra görüşme gafletine düşmüşlerse de, asla bunun olmayacağını dünya âlem bilmelidir. HDP Eş Geneş Başkanı ve parti içinde böyle düşünenler de bunu iyice kafalarına yerleştirmelidir.
Hukuk içinde, hukukun üstünlüğü karşısında ülkede yaşayan herkesin eşit olduğuna inanıyoruz. Hiçbir kişiyi ve bölgeyi de bu anlayış içinde ayrıma tabi tutmuyoruz. Eğer HDP bu ayrımdan yana tavırlı ise, o zaman karşısında Türk Milletini bulur…
Aklıma takılan son konu da şu: Nikâhı sonrası soluğu sarayda alan savcının, bu operasyonu yürütmesi de ayrıca kuşku yaratmaktadır.
Bilmem anlata bildik mi?
XXX
Takip ediyoruz.
Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne getirilen yaralılardan birinin hayatını kaybettiği haberi üzerine hasta yakınları hastane acilindeki sağlık personeline saldırmışlardı ya hani. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı şüpheliler hakkında soruşturma başlatmıştı ya hani. Soruşturma kapsamında olaya karıştığı belirlenen iki kişi emniyet güçleri tarafından gözaltına alınış…
“Takip edeceğiz” demiştim, ediyorum da aklıma takılan şu. Olay görüntülerindeki sağlık çalışanlarının koruma kalkanı oluşturarak vücutları tehlikeye sokan sadece iki kişi miymiş?
Vay beeee… Koskoca hastanede iki kişiyi etkisiz hale getirecek adam kalmamış demek ki. Hayret bi şey vallaaa… Ama biz takipten vazgeçmedik daha.