Lafı çok uzatmadan direkt cevap vereyim.
Delikanlı dövüş etmez, kendini korur çünkü dövmeye ihtiyacı yoktur, ahlakı vardır, adabı bilir, edebi bilir, aklı vardır ve düşünebilen biridir.
Dövüş eden kimdir peki?
Bir, korkaktır, gölgesinden korkar, yanında geçenin kendisine zarar vereceğini sanır, dövüşe girer…
İki, tutulmuştur, pusu kurar, yalınız bulduğunda ve güçsüze karşı dövüş eder.
Üç, kalleştir, talimat alır ama en büyük özelliği arkadan, habersiz saldırır…
Bunları gündelik hayatın her aşamasında görmeniz mümkündür ama…
Bir de siyaset içinde olanları vardır.
Örneğin tutulmuş alçağın tekidir, Kemal Kılıçdaroğlu’na saldıran gibi.
Bir başka örnek, CHP Gurup Başkan Vekili Engin Özkoç’a saldıran gibi, Özgür Özel’e ardından yumruk atan gibi…
Bunlar da arkaları sağlam, korunan ve yaptıkları işten dolayı her hangi bir yaptırıma uğramayacağının garantisini alanlardır. Aynı zamanda göze girme çabası içinde olan zavallılardır.
Tek başlarına sokakta dolaşmaya korkarlar, çünkü tek olduklarında bilirler ki dünyanın en güçsüz sefil kişilerindendir.
Bilmedikleri şey, delikanlıların bu gibilere zavallı olarak bakıp arkalarını dönüp gidecek kadar cesur olmalarıdır.
Cesaret, ilkeli olmak ve ilkelerin arkasında durmaktır…
Cesaret, dik yürümektir…
Cesaret, korumayı bilmektir..
Cesaret, sakin olmayı başarıp, yeri gelince toplum adına korkmayı da bilmektir. Gereksiz öne çıkmalar, delikanlının tabiatında yoktur.
Bu niteliklerin olmadığı topluluklarda ise, hiç kuşkusuz sadece kalleşlik vardır.
İhanet vardır…
Topluma zarar vardır…
Ve topluma kötü örnek olacak davranışlardır…
XXX
Akıllı adam, dibi çıkmaz sokağa girmez…
O bakımdan konunun siyasi boyutuna girmek istemiyorum, orası çıkmaz sokaktır. O sakakta bekleyen ve delikanlılıktan nasibini almayanlar pusu kurmuş bekliyorlar…
Artık o kısmı, okuyanların anlayışına ve takdirine bırakıyorum.
XXX
Kafama takılan bir konu daha var, araştırdım ve sonucunu buldum, onu size aktaracağım…
Bilindiği gibi Ayasofya, Fatih Sulatan Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar kilise idi ve gereği gibi, kulelerinden çan sesleri gelirdi.
Ne zaman ki fetih başarı ile sonuçlandı ve İstanbul Osmanlı eline geçti, sadece Ayasofya “Ben buraların hâkimiyim” gösterisi amacıyla cami haline getirildi ve o tarihten bu yana da Ayasofya’nın ne kulesi kaldı ne de çalınacak çanları…
Ancak diğer azınlıkları ibadethaneleri, yani kiliseleri, havraları, Fatih Sultan Mehmet’in iradesi ile serbestçe yaşamaları ve ibadet etmelerine olanak sağlamıştır…
Bu hatırlatmayı ya da bilgileri neden araştırıp size aktarma ihtiyacı duydum derseniz…
Nedeni şu…
Ayasofya’nın cami hale getirilmesi için bir Anayasa değişikliği gibi zor yapılacak bir iş değil, sarayın “Terk adam” iradesi ile çıkaracağı bir kararname ile olabilecek bir konu.
Camiden müzeye döndürülmesi de bakanlar kurulu kararı ile olmuştu…
Ayrıca bir konuyu daha ifade etmek isterim…
Prof. Halaçoğlu, camiden müzeye dönüştürülmesinden Atatürk’ün bilgisi olmadığını, kararnamelerdeki imzanın sahte olduğunu ifade etti geçen katıldığı bir televizyon söyleşisinde…
Peki, o zaman Atatürk Müzeye çevrildikten sonra Ayasofya’yı neden ziyaret etti haberi yoktu da?
XXX
Bu konu, geçen de yazdığım gibi tamamen gündem değiştirmeye yönelik siyasi bir oyun içindir.
Madem Ayasofya’yı camiye çevireceksin, 18 sene neden bekledin de ekonominin çöküşe geçtiği, dip yaptığı ve iktidarda ayağının tapırdadı zamanda tekrar gündeme getirdiniz diye sormazlar mı?
Aklı olan sorar…
Aklı olan, araştırır öğrenir…
Aklı olmayan da “Uydum imama” der, her imamın ardında namaz kılınacağını sanır uyar…
Allah cümlesine akıl ve irade versin…