Kayserinin ilk yerleşim bölgesi olan adı MAZAKA olarak tarihte bahsi geçen ESKİ ŞEHİR diye tanımlanan , şimdi ise büyük şehir Belediyesinin “gecekondu önleme bölgesi” diye belirlediği yer eskiden bağlarımızdı.
“Bir varmış bir yokmuş” Masala döndüren zaman daha nelerimizi mâzi edecektir bilemem. Ben eski bağ isimlerini bir anı olsun diye sıralıyorum.
* Eski Şehir Bağları
* Eğri Bıcak Bağları
* Kergâh Bağları
* Kaya Dibi Bağları
* Kükürt Bağları
* Opruk Bağları
* İnecik Bağları
* Beğendik Bağları
* Seygalan Bağları
* Kulaklı Bağları
* Goyun Baba Bağları
* Sesli Bağları
* Çağşak Bağları
* Öksüz Kaya Bağları
* Akkaya Bağları
* Mahrumlar Bağları
* Yazı Bağları
Eskişehirden Ali Dağına Doğru Olan Bölgedeki Bağlar
* Karâya Bağları
* Karaçören Bağları
* Zincirli Bağları
* Merdimanlı Bağları
* Kara Dere Bağları
* Kızıltepe Bağları
* Eşşek Meydanı Bağları ( Işık Deydanı)
* Becen Bağları
* Billur Bağları
* Çay Bağları
* Gediris Bağalrı
* Haymana Bağları
* Tavlusun Bağları
* Germir Bağları
* Gesi Bağları
* Erkilet Bağları
Bağcılık denilince bağcılıkla ilgili bir emaneti de burada kitaba almak istiyorum.
Bir imza günümde adını vermek istemeyen bir hanım, hatıra defterine yazmış olduğu duygularını benimle paylaşmak istedi ve bloknotunu bana verdi bende sizlerle payşabilmek için buraya aynen alıyorum.
O hanımın kaleminden;
“Ben 50-60 yılları Kayserisinin bağ yaşantısından bahsetmek istiyorum” diyerek söze başlıyor.
- O yıllarda yazın şehir çok sıcak ve sinekli olurdu.
Herkesin iyiden kötüden bir bağı vardı. Bu bağların kötü tabir edilenin evleri yığma şekilde taşlarla kabaca örülmüş ötme, tokana ve odadan ibâretti. Altta tokana büyükçe, üste oda (yatak odası gibi) yanda ötme olanı olduğu gibi üçü yan yana olanı ve başka örnekleri de vardı. Ama bütün bağlarda muhakkak ötme, tokana vardı; Ötme önü açık üç duvarlı döşeli bir oda idi.
Tokanada; her tarafı kapalı küçük, camsız, penceresi olan genellikle kapısız kilerimsi bir yerdi. Burada erzak bulunurdu. Kapalı oda ise evin gelininin yatak odası idi. O zamanlar gelinler kaynana, kaynata hatta kayınlarla bir ev de otururlardı.
Hemen hemen hiç problemleri olmazdı. Çünkü herkes konumunu, işini, büyüğünü, küçüğünü bilirdi. Her evde biyana (bey ana) bulunurdu. Bu babanın annesi olduğu gibi, babanın annesinin annesi de olabilirdi. Bu ihtiyarlar çok sayılır, sevilirlerdi. Ellerinde tesbihleri, dillerinde duaları ve ceplerindede çocukları sevindirmek için sakladıkları kuru kayısı, şeker bulundururlardı. Gelinlerine yardım ederlerdi.
Tokananın yanında ocaklık bulunurdu üzüm çubuklarından budanmış gilamadalar, ot yığınları, çalı, çirpi ve ağaç dalları bulunurdu. Derme çatma kurulan ocaklarda yemek pişerdi. Ötmenin önü veya yanında seki tabir edilen bir yer vardı.
Seki; ya tokana duvarı ve ötme önünde yada ötmenin yan duvarının önünde olurdu. Yakınlarda olan bir dere yatağından getirilen ince çakıl taşlar ile düzenlenirdi.
Duvara, bir semerciye yaptırılmış ot yastıklar dayanırdı. Bu yastıklar ve önüne serilen mitil ve minderler eski çabıt ve çullardan yapılır, parçacı denilen esnaftan alınan defolu bez parçalarından olurdu...
“Seki; 9-10 metre kare olduğu gibi daha büyük olabilirdi. Duruma göre ön, yan taraflarına fesleğen (reyhan) sarıpat, yıldız ve mor-pembe sarmaşıklar dikilirdi. Baharda seki önü cıvıl cıvıl ve güzel olurdu. Burada yemek yenirdi. Sabahları tek bir bakır tastan tahta kaşıklarla kesme çorba içilir. Yanında bazlama yenirdi. Çorbada mutlaka nâne olurdu.
O zamanlar evin erkekleri (herifler) Hanımları da (avratlat) diye tabir edilirdi.
Herifler eşeklerine heybelerini atıp şehre işlerinin başına giderlerdi. Akşamada heybeler kavun, karpuz vesaire ile dolu dönerlerdi. Öğleye herifler olmadığı için ne olsa yenir, aranmazdı. Akşama ise en iyi yemekler yapılırdı. Sekiye temiz bir sofra bezi serilir, sini altlığı konur üstüne bakır büyük sini konur ve üzerine büyükçe bir tepsiye aktarılmış yemek gelirdi.
Yemek sağ elin üç parmağı ve ekmek eşliğinde yenilirdi. O zamanlar çatal yoktu. Sulu yemekler tahta kaşıklarla tek tencereden toplu halde yenilirdi. Su arışmadan bakır maşrafa ile içilirdi. Kuyulara konulan temiz karlar su ihtiyacını karşılar, güze kadar bu su idareli olarak yemeğe, işmeye ve abdeste kullanılırdı. Banyo içinse en az haftada, onbeşte mahalle hamamlarına gidilirdi.
Yemeklerin üzerine meyve olarak bağdan yeni kesilmiş üzüm, kayısı, karpuz yada kavun yenirdi. Bir de bazı bağlarda buzluk denilen yerler vardı. Bu buzluklar dağ eteklerinde ki kayaların araları ve aşağıya doğru açılmış olan ufak mağaracıklardı.
Buz dolabı yoktu Buzluklarda kavun, karpuz tere yağ, peynir, süzme yoğurt v.s saklanırdı. Etler kavurma yapılır. Eğer kıyma olarak bekletilecekse kütüklerde satırla iyice dövülüğrdü.
Bağlarda kayısı, üzüm dışında dut, elma ayva, ve badem ağaçları olurdu.yemekten sonra hemen namazlar kılınır kuyu başına yataklar sıralanır erkenden yatılırdı elektrik yoktu. Gaz lambası ile fener ve sonradan bazı evler de olan löküs (lüx) ler kullanılırdı.
Evin tuvaleti epeyce ileride olurdu, çoğu zaman tavansız ve kapısız hela tabir edilen yere yalnız gidemez kardeşlerimizden yardım beklerdik. Helada idare lambası yanardı. Bazı bağlarda kuyu olurdu, olanlar kuyunun çevresini düzenler yatılır hâle getirilirdi.
Kuyu başında yatmak çok hoş bir şeydi. Kopkoyu bir gecede yıldızların belirginliğine bakarak hayaller aleminde uyunurdu. Bazılarıda evlerinin damlarında yatarlardı.Yalnız bir sorun vardı oda zehirli böcekler. Akrep, büyü...
Kayserili olupda akrebi, büyüyü, tosbağayı, eşek arısını bilmeyen bir çocuk tanımıyorum. Akrepten korkmayan yoktu. Onun içinde her gece duası okunurdu. Yataklar yerlere yapılır çocuklar, genç kızlar yan yana dizilir yatılırdı. Her kes uyumadan önce şu duayı okurdu.
Döndüm soluma
Melekler şahit olsun
Dinime, imanıma
Cennette gül yaprağıma.
Eşhedü enla ilahe illallah
Ve sonra
Ergep ergep afiye
Sokma beni safiye
Ergap eti şam eti
Benim etim sultan Süleyman eti
Ergap çüş, yılan çüş, büyü çüş
Cümle böcekler sabaha kadar
Sabah kalkınca her taraf toplanır, bağlarda yetişen süpürge otundan yapılan süpürgelerle etraf hafif ıslatılarak süpürülürdü.
Bazlamalar çok erkenden, akşamdan nohut mayası ile mayalanmış hamurdan yapılır ve sacda pişirilir.
Şimdi ki gibi kimyasal mayalar yoktu, her şey doğaldı nohut
mayasını fırıncılar yapardı. Bazlamalar bazen hakırdaklı ve peynirli hatta (miyhaneli), içli olarakta pişerdi.
Akşama pişen yemekler Mantı, Patlıcan Pehli, patlıcan musakka, patlıcan kovalama, imam bayıldı, biber, kabak dolma, kabakçıtma, yaprak vede kabak çiçeği dolması v.s olurdu.
Misafir geleceği zamansa yağlama,yaprak sarma, suböreği, nevzine, aside, bekmez helvası yapılırdı.
Kayısı zamanı kurutmalık kayısı, pestil, marmelat reçel, üzüm zamanıda pekmez pöfter, cevizli köfter yapılırdı. Kabaklı ve patlıcanlı pekmezinde tadına doyulmazdı.
O zamanlar hiçbir şey arıya verilmez her şeylerden istifade edilirdi, ancak haddinden fazla ihtiyaç olan şeylere para verilirdi.
Kadınlar işleri bitince halı dokumak için halı tezgagının başına geçerlerdi. Kızlar çeyizlerini işlerler, çocuklarsa bostanlarda, ağaç üslerinde oynarlardı. Erkek çocuklarına oğlan denilirdi. Oğlanlarla kızlar ayrı ayrı oynarlardı zaten oyunlarına farklıydı. Kızların çabıtları dallara dolayarak bebek yaparlardı yada biyanaları daha düzgün bebekler yapardı. Bu bebekler taşlar, dallar, çiçekler ve yapraklarla evcik yapar evcilik oynarlardı.
Bir de her kız çocuğunun dümbek denilen darbukası vardı. Dümbek testi hamurundan imal edilmiş olarak alınır, patladıkça kurban bayramlarında kurban derisi gerilerek yenilenirdi.
Oğlanların oyunları ise biraz vahşice idi. Taş döğüşü, kuş
lastikle kuş avı, kuş yuvası bozmayı çok severlerdi. Ayrıca, işlerim karabaş, karatavuk, hamam kızdı, yedi çanak ve met oyunları vardı. Bazıları güvercin peşinde koşar, aşık oynamayı çok severlerdi. Şimdi ki gençlere bakıyorumda bu oyunların hepsinden mahrum kalmış ayrıca da bu oyunları hor görüyor lar.
Çünkü tamamen asrilestiler. Eskiden dışardan gelen ve değişik konuşanlara “Tankü” denirdi.
Eğer bizden birileri düzgün konuşur ve giyinirse asrileşti, tanküleşiyor denirdi. Şimdi külliyen tanküyüz sanırım
Tüm Kayserililer olarak etrafımızda görüyoruz gençlerimiz çocuklarını Emmi, Apba, Norüyon, Nirden geliyon v.s gibi (Kayseri ağzı ile konuşmalarını şitdetle engelliyorlar.
Kaba ve Argo buluyorlarmış… gadamalasıcalar…
Eskiden yetişkin kızlar kuyu başında, kayalıklarda yada damlarda oturur dümbek çalar türküler söylerlerdi.
Yeni doğan oğlan bebesi ailede büyük bir sevinç yaratırdı.
Prensler gibi büyütülürdü. Oysa kız çocuk doğduğu zaman herkesi bir hüzün kaplar, sonradan da evlat evlattır diyerek sineye çekerlerdi.
Kızlara bebekken şöyle bir tekerleme söylerlerdi hatırlıyorum .
Kızıma da kızıma telli duvak yüzüne
Ankaranın vâlisi koca olsun kızıma
İstanbulun taksisi koçu olsun kızıma
Tosyanın pirinci tek tek gelsin kızıma
Karamanın koyunu etlik olsun kuzuma
Şu dağların koyunu yüklük olsun kızıma
Annesinin he demesi 100 beşli
Babasını he demesi 200 beşli
Denir ve öpüp koklayarak yatırılırdı.
Diye anlatmış, o adını vermek istemeyen hanımefendi
Birde o günlerin bir deyimini eklemiş.
Herifler çeker cefâyı
Kadınlar sürer sefâyı.
Şimdi ise
Erkeklerin derdi senedinen çek
Kadınların derdi pastayınan kek
Buradan o Hemşiranıma teşekkür ediyor eline, diline sağlık diyorum.
Birde şu anda aklıma gelen bir bağcılık türküsünü aktarmak istiyorum
Bağcının gıtmiri(Köpek) gedikden ürer
Kediyinen avrat sefâyı sürer
Uzak bağcılarda eşeği yorar
Gızın gadellisi de bağcıya gider
Elinden osandım sevgalan bağı
Sat desen satamam avradın malı
Atmış arşın guyuynan bağ arası
Urganı kesti guyu ağızlığnın yarası
Bağcılık dediğin Allah belası
Elinden osandım sevgalan bağı
Sat desen satamam avradın malı
Bilmem nasıl olur yemeğin ehli
Avrat ısmalladı etinen pehli
Sifdahsızım boğon yüreğim dağlı
Elinden usandım seygalan bağı
Sat desen satamam avradınbağı