Gündem yoğunlaştı, yazıların sırasını karıştırdım ama olsun, bir tarafından yakalarız nasıl olsa…
XXX
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en sevdiği şeylerden birisi, devletin hazinesinden alınan uçakların birinde ya da Katar Emiri’nin bağışladığı uçan sarayında, seyahat dönüşü sırasında başına topladığı yandaş medyanın mensupları ile konuşmasıdır.
Konuşmalar genellikle gündeme ilişkin olur ama gündemi uçağındaki gazeteciler değil, kendi belirler ve onu göre soruluyor muş gibi, cevaplanıyor muş gibi oluşur.
Malezya dönüşünde de olan aynı şeydi ve bir konuda soruyor muş gibi aldığı soruya cevap veriyor muş gibi şöyle demiş…
“Bunu söyleyen insanlara sormak lazım: Devletten hangi desteği alarak böyle bir yeri almış? Bu dedikoduları duydum. Katar Emiri’nin annesinin ülkemizden gayrimenkul satın almasına mani yasal olarak herhangi bir şey söz konusu mu? Yani bunu herhangi bir yerden George, Hans vesaire gelip almaya kalksa herhalde kimsenin sesi çıkmaz. Yani Katar Emiri’nin annesi böyle bir alım yaptığı zaman niye rahatsız oluyorlar? Kaldı ki aynı şekilde Katar Emiri’nin kendisinin zaten bizden aldığı yerler var. Yani biz kapılarımızı açmışız. Bunlar çok tuhaf şeyler. Ülkemiz için hakikaten şık değil. İspanya’da bugün bakıyorsunuz, adamlar dünyanın değişik yerlerinden nice insanlara, işadamlarına, devlet başkanlarına yerler satıyorlar. Aynı şekilde Amerika’sında Almanya’sında bütün bunlar var. Uluslararası çapta attığımız bu tür adımların da yasal düzenlemesi var, her şeyi var bunların. Beyler rahatsız oluyor.”
Elbette anladınız, konu Katar Emiri’nin bir fotoğraf karesinde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın birbirleri ile bakışıyor gibi görünen Anası Şeyha Moza bint Nasır el-Misned’in Kanal İstanbul projesi güzergâhında aldığı 44 dönüm arazi ile ilgili idi.
Konuya girmeden önce dikkatinizi çekmek istediği bir şey var.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, karşılaştırmalı konuşmalarında hep Hans ile George adındaki adamlardan söz eder ve o adamların yaşantısını veya kullandıkları hakları, “Benim” diye başlayan cümlelerle Ahmet, Mehmet, Ayşe ve Fatma ile karşılaştırır.
Elbette Hans ile George kimdir diye soracak değiliz, o kadar akıl sahibiyiz de bu türden karşılaştırmalar ile neyi amaçladığını anlamak mümkün değil.
Hans ile George, kendi ülkelerinde ve kendi ülkelerinin olanakları ve kuralları içinde yaşarlar, dertleri ve sevinçleri ile bizim dertlerimiz ve sevinçlerimiz örtüşmez. En azından kültür farkı vardır.
Ama konuşma tarzı devlet adamlığı kimliğine uymadığını belirtmekte yarar var diyeceğim ama, “Benim” dediği kesim, bu tarz konuşmalardan hoşlanıyor ve zaten O’nun da beslenme noktası böylesi ve kavgacı konuşma üslubudur.
Aslında bakınız TBMM’ne ve TV’lerdeki tartışma programlarına…
Sakin konuşan var mı?
Herkes bağırıp çağırmaktan, kavga ortamından hoşlanıyor sanki.
İşin bu tarafını burada kesiyoruz, geliyoruz esas konuya…
Katar Emiri’nin anası Şeyha Moza bint Nasır el-Misned’in “Kanal İstanbul” projesi güzergâhında aldığı 44 dönüm arazi ile ilgili bölümüne…
Elbette mevcut yasalara göre ANA’nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti hudutları dâhilinde ve her hangi bir yerde mülk edinmesine engel bir hal yok. Kastımız da zaten o değil…
Ana Şeyha Moza bint Nasır el-Misnedi satın aldığı gayrimenkul ile Türkiye’de ne amaçlamaktadır? Konu budur ve bunun açığa çıkması gerekir. Ayrıca ANA, söz konusu gayrimenkulü alırken kim akıl vermiş? Hani soruyor ya “…Devletten hangi desteği alarak böyle bir yeri almış?” diye… Para desteği almasına gerek yok her halde, kim akıl vermiş, ona bakalım.
Bize göre ANA, bu gayrimenkulü “Kanal İstanbul” projesi çerçevesinde bir şekilde değerlendirecek ve kazanç elde edecek.
İşin aslına bakarsanız, Arap zenginleri, özellikle İstanbul’da yapılan inşaat projelerinden daire alıyorlar. Öyle ihtiyaç miktarında değil. Neredeyse projenin yarısını… Sonra satıyorlar ve kazanç elde ediyorlar.
Vergi?
Tapu’da ödenen vergiler haricinde “Kazanç vergisi” ödeyip ödemedikleri konusunda bir bilgim yok ve o konuda bir şey diyemem…Hatta kendileri o projelerde nasıl satınalma yaparlar orasını da bilmem.
Haaaa… Hans ile George ülkeye gelse de böyle bir yatırım yapsa ne olur?
Olur ama Hans ile George’ye böylesi bir yatırım için teminat verecek hukuk düzeni var mı, adam güvenir mi?
Hans ile George, tatil yörelerinden zaten tatil için geldiğinde kullanacağı mülkü alıyor. Güney sahillerimizde Hans ile George’lerden çok var.
Gelelim can alıcı konuya ve şeytanın avukatlığına…
Diyor ki¸”…İspanya’da bugün bakıyorsunuz, adamlar dünyanın değişik yerlerinden nice insanlara, işadamlarına, devlet başkanlarına yerler satıyorlar. Aynı şekilde Amerika’sında Almanya’sında bütün bunlar var.”
Mümkündür, olabilir…
Bizim Artist tayfasının da Amerikalarda İngilterelerde filan gayrimenkulleri var, giderler, dinlenirler ve gelirler, aslında oralara gitmeleri hava atmaktan başka bir şey değildir. Rant da yoktur.
Avukat şeytan da şunları soruyor duruşmada savunma makamı olarak. Hani “Beyler rahatsız oluyor” diye suçlanan kesimin avukatı olarak…
“Sizin de İspanya’da, Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de veya her hangi dış ülkede, örneğin Hicaz’da… Rant için olmasa bile gayrimenkulünüz var mı?”
Olabilir de olmaya bilir de ve ayrıca her hangi ayıp tarafı da yok. “Senin” Ahmet’in, Mehmet’in, Ayşe’n ve Fatma’n alabiliyorsa, sen neden almayasın ki, değil mi?
O zaman Katar’ın ANA’sı da alır, Trump’un da Jhonson’un da Merkel’in de Putin’in de.
Yeter ki analarında para olsun ayrıca hayatta olsunlar…
Hatta Kraliçe Elizabeth de Kral Abdullah da İsveç Kralı Carl XVI Gustaf da…
XXX
Konu elbette gayrimenkul alıp almamakta değil. Adamların ceplerinde Erhem Sancak’ın bırakın fiziki olarak, rüyasında bile göremeyeceği kadar paraları var. İstedikleri gibi harcama yapabilirler.
Konu neden “Kanal İstanbul” projesinin yanında?
Şimdi anlıyor musunuz “Kanal İstanbul projesi yapılacak” ısrarının nedenini. O saray gibi uçağın bedeli, bir şekilde ödenecek, konu bu…
XXX
Sığıştıra bilirsek bir de şu var önemli konu…
GP (Gelecek Partisi) uzun ömürlülüğü ifade eden Çınar ağacının yaprağını “Fors” ederek ve Genel Başkanlığa da Ahmet Davutoğlu’nu resmen seçerek siyasi faaliyetine başladı. Bize düşen şimdilik, GP’nin geleceğe fayda getirmesi dileğidir. Rumuz GP olunca da rahmetli Turhan Feyzioğlu’nun partisini çağrıştırsa bile o değil, ilk GP’yi yan, “Güven Patisi”ni unutun gitsin. O da CHP içinden çıkmıştı…
Davutoğlu Genel Başkanlığa seçildikten sonra, Cumhurbaşkanı, kendinden önceki ve şimdiki AKP Gene Başkanı Erdoğan’ın kendisi hakkında “Dolandırıcı” olarak suçlamaya karşı yaptığı ilginç açıklama şöyle: “Cumhurbaşkanı vicdanıyla baş başa kaldığında, ‘Davutoğlu'ndan her şey çıkar ama dolandırıcı çıkmaz’ diyebilir, eğer vicdanı kaldıysa. Bir dolandırıcılık varsa ben buradayım. Hukuki işlemleri başlatın, en ağır cezaya razıyım.”
Dahası: “Neden hukuki süreç başlatılamıyor biliyor musunuz? Çünkü benim başbakanlığım döneminde Halkbank'tan Şehir Üniversitesi’ne bir gram kredi verilmedi. Ben kredi verin demedim. Anlaşılan o ki Sayın Cumhurbaşkanı yine birileri tarafından yanlış bilgilendiriliyor. Lütfen kenara çekilip muhasebe yapsın.”
Buraya bir nokta koduk ve sonra satır başına geçelim…
Satırın başında soracağım soru şöyle. Gerçekten “Dolandırdılar” suçlamasını elinizde bir belge olarak ve vicdanınıza danışarak mı yaptınız yoksa içinizden çıkan ve siyasi rakip olacak bir partiye karşı “Tutarsa” diye mi yaptınız? Ayrıca vicdanınız ne diyor?
İkincisi, GP’nin genel başkanının Şehir Üniversitesi ile Halkbank’ı dolandırdığına işaret eden belge veya belgeler var mı? Davutoğlu açıkça meydan okuyor, diyor ki “Bir dolandırıcılık varsa ben buradayım. Hukuki işlemleri başlatın, en ağır cezaya razıyım.”
Koduk mu bir nokta daha, geçelim bir satır başına daha…
Diyor ki Davutoğlu; “Neden (Dolandırıcılık iddiası ile ilgili) hukuki süreç başlatılamıyor biliyor musunuz? Çünkü benim başbakanlığım döneminde Halkbank'tan Şehir Üniversitesi’ne bir gram kredi verilmedi. Ben kredi verin demedim.”
İddia edilen o ki, kredi Binali Yıldırım’ın başbakanlığı döneminde verilmiş. O mu “Dolandırıcı” oluyor o zaman?
Bugünlük koduk mu son noktayı?
Koduk…