Dünden sonra, yarından önceki gündeyiz bu gün! Çok şükür ki nefes alacak vaktimiz var şu an için. Yarın gitmiş olanlara da duamız olsun bu günden sevgili dostlar, unutulmasınlar/ unutmayalım...
ORHAN VELİ KANIK
/13 Nisan 1914* 14 Kasım.1950/
-----
Ali Rıza Navruz
*
Bir insanı, herhalde kendisinden iyi tanıyan olamaz. Bu nedenle ben de öncelikle mikrofonumu Orhan Veli’ye tutuyor ve soruyorum kendisine:
— Kimsin sen ey Orhan veli?
Abartısız ve doğal bir ifade tarzı ile başlıyor hakkında konuşmaya:
“……..
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı.
Anlatayım:
Evvela adamım, yani
Sirk hayvanı falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
-pek biçimli olmamakla beraber-
Bir evde otururum,
Bir işte çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr’ü nübüvvet!
…….
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur…
…….
Bir de sevgilim vardır pek muteber
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçileri bulsun…”
Edebiyat tarihçileri bu konuda ne buldu bilemem ama haytalığa, pervasızlığa, sınırsızlığa bahane olarak güzel havaları gösteren ve /beni böyle havalar mahvetti/ diye bahaneler üreten Orhan Veli; /Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda/ Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, ellerinizle/ derken bildiği bir yeri duyar fakat bir türlü anlatamaz bizlere… Bir gece Ankara belediyesinin açtığı bir çukura düşer garibim. Bu noktadan sonra işinin Allah’a kaldığı bellidir artık. Fakat Veli, işinin Allah’a kalmasını da istemez. “Eylül 1939 Varlık Dergisi)
İki gün sonra İstanbul’da bir arkadaşının evindedir. Burada geçirdiği bir beyin kanaması sonucu 14 Kasım 1950’de vefat eder… Yaş 36
Bando heyeti şefi veli Kanık’ın oğlu Orhan veli dendiğinde; İstanbul’u yedi tepeden seyreden değil de, sadece gözleri kapalı dinleyen, serin serin kapalı çarşısını, cıvıl cıvıl Mahmut paşasını ve lodosa karışan çekiç seslerini duyan, /Böyle mi görünür gökyüzü her zaman? Her zaman güzel mi bu kadar, bu eşya, bu pencere?”/ derken işin içinde iş arayan bir şair akla gelir. Onun ruhunda her şey birdenbire olur; “aşk birdenbire, sevinç birdenbire…” hatta filiz birdenbire oluşur, tomurcuk birdenbire… Bir de /garip akımı/ akla gelir onun adıyla. Diğer ismiyle 1.yeni… Orhan veli en çok da bu akımla anıldığı için burada bu akımımın özelliğini kısaca da olsa anlatmadan geçmek istemiyorum doğrusu.
Türk edebiyatında 1940’lara gelindiğinde, heceyi hemen hemen yalnızca Behçet kemal sürdürmektedir. Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi gibi şairler de değişik çizgilerde serbest tarz şiirler yazmaktadırlar. Garip akımı işte tam bu ortamda doğar. Sene 1936. Eski şiire tepki olarak doğan bu akım üç şairimizin adına bağlanır: Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday. Bu yeni akıma özellikle Nurullah Ataç destek vermektedir. Bu üç arkadaş şiirlerini /garip/ isimli bir kitapta toplarlar… Orhan Veli’nin yazmış olduğu garip kitabındaki ön söz bir bakıma bu yeni şiir akımının bildirisidir de.
Ne yazık ki bu üç şairimizin birlikteliği uzun sürmez. Melih Cevdet ve Oktay Rıfat daha sonraları şiirlerini ayrı bir çizgide sürdürmüşlerdir. Bunun sonucu bu akım Orhan velinin adına bağlanmıştır bir yerde. Orhan veli 1945 yılında çıkardığı /vazgeçemediğim/ isimli kitabıyla şiirini değiştirir. Akıldan duyguya kayış vardır bundan sonra. Mizah ve şaşırtma bırakılır yer yer kafiye ve sıfata başvurulur. Ayrıca sözcük tekrarlarından ve müzikten yararlanılır. Hepsinden önemlisi de halk şiirinin dil ve deyişine özenilir… (Asım Bezirci)
Garip akımı olumlu ya da olumsuz olarak pek çok eleştiri almıştır. Sonuç ne olursa olsun benim şahsi fikrim şudur: bu akım geleneksel şiirimizi yok edememiştir. Bunun yanında Türk şiiri yeni bir biçim ve söyleyiş kazanmıştır Garipçilerle. Şiir bir yerde de sokaktaki insanın duyarlılığına açılmıştır. 1954-1960 yılları arasında hükmünü sürdüren 11. Yeni akımının da ortaya çıkması bu garip akımı sayesinde olmuştur. 11. Yeni de, bir yerde toplumcu şiir akımını doğurduğuna göre –tepki ile- demek ki garip; Türk şiirinin gelişim sürecini oldukça etkilemiştir..
Orhan velinin eserleri:
Şiir:
*Garip (1941)
*Vazgeçemediğim (1945)
*Destan gibi (1946)