Türkiye’nin gündemi o kadar yoğun ki takip ederken başımız dönüyor.
Daha doğru bir ifade kullanayım, gündemi belirleyen Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın ne yapmak istediğini anlamak için kafa yoruyor ve çözüyoruz ama daha çözme noktasında ilgisiz başka bir gündeme savruluyoruz.
Erdoğan’ın 21 Kasım Cumartesi günü partisinin 7. Olağan İl Kongresinde yaptığı açıklamada, “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur (Hayal) ediyoruz. Dostlarımızla ve müttefiklerimizle daha güçlü iş birliği halinde olmak istiyoruz” dedi…
Elbette bu ifadenin AB ülkelerinde bir yansıması olması gerekir.
AB ülkelerinden en azından yumuşama ya da iyi niyet belirtileri beklerken, Avrupa Parlamentosu, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki faaliyetleriyle birlikte, 46 yıldır kapalı tutulan Maraş kentinin kısmen açılması kararını kınadı, “Tek taraflı ve yasa dışı” olarak nitelendirilen kararlar nedeniyle, 10-11 Aralık'ta toplanacak AB Konseyi'ni Türkiye'ye yaptırım uygulamaya çağırdı.
AB Parlamentosunun bu yönde alacağı kararın aslında bir bağlayıcı tarafı yok. Ülkeler, alınan kararı kendi bakış açıları ve Türkiye ile olan ilişkileri, çıkarları çerçevesinde değerlendirirler.
Ama…
Tasavvur, yani hayal ettiğimiz AB ile bütünleşmek, sadece söylem ile olacak iş değil. Bütünleşmek, davranışlardan başlamak üzere rejiminiz, yasalarınız ve hukuka karşı davranışınız, yaşantınız, eğitim sisteminiz, bilimdeki seviyeniz, özellikle güvenilir ülke ve benzer birçok ölçütlere bağlıdır.
Hatta…
Bu ölçütlere sahip olmaktan da öte, söylemde olduğu gibi, uygulamada da Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye imrenerek baktıkları duruma gelmeliyiz ki ülke ve millet olarak özgür, saygı duyulan, gerçekten imrenilen bir ulus olabilelim…
Bizim toprağımız, yani coğrafi olarak Anadolu’muzun konumu buna gerçekten layıktır.
Yeter mi?
Hayır yetmez…
İslam dünyasına da Kuran’ı en iyi şekilde anlayan, yorumlayan ve uygulayan bir ülke haline gelmeliyiz, Tarikatlar, cemaatler, şeyhler, şıhlar, meczuplar ülkesi olmaktan çıkarmalı, tüm İslam dünyasına örnek olmalı ve saygı duyulan İslam Ülkesi olmalıyız. Şeriat ve hilafet özlemi içinde olmadan, demokrasiyi, gerçek İslamiyet’in içinde olduğunu örnekleyen ülke durumuna getirmeliyiz.
Yeter mi?
Hayır yetmez…
Dünya coğrafyası içinde yaşayan bir “Türk” coğrafyası var…
Bu coğrafyada yaşayan toplumlarla, devletlerle birlikte olmayı, kültürümüzü tazaeleme ve canlandırma gayretine başlamalı ve başarmalıyız.
İlişkilerimizi her açıdan güçlendirmeli, birliğimizi tüm dünyaya kanıtlamalıyız.
XXX
Demek o ki Kurtuluş savaşı sonrasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile başlayan gerçek kurtuluş savaşını, bıraktığımız yerden tekrar başlatarak, yeni bir dünya düzeninin kuruluşuna örnek davranışlar ile gücümüzü ortaya koymalıyız ki…
Gerçekten güçlü, saygı duyulan, sözü dinlenen, ne yaptığı dikkatle izlenen, imrenilen ülke olmalıyız…
XXX
Olur mu?
Aslında olmayacak bir şey değil de, buraya kadar yazımı okuyan sizlerin, bana “Bu adam gerçekten aklını yitirmiş ve hayal dünyasında yaşıyor olmalı” diyorsunuz.
Bir taraftan haklısınız diğer yandan ben çok haklıyım…
Belki “Hayal dünyasında” yaşıyorum. Dahası belki de yaşamak istiyorum.
Özlediğim Türkiye, özlediğim Dünya böyle bir ülke ve böyle bir Dünya.
Gelecekte çocuklarımıza bırakmamız gereken dünya böyle bir dünya…
XXX
Olur mu peki?
Olmasına olur, hiç kuşkum yok da, uygulamayı yapacak beyin gücü, iman gücü var mı, ona bakmak gerekir…
İktidarı, yancısı, muhalefeti ve halkımızın büyük bir bölümünün önerdiğim noktaya gelmek için bir inancı, çabası, amacı yok ki…
Varsa yoksa laf yarıştırsak…
Kavga etsek…
Birbirimize, siyasilerden başlamak üzer hakaret etsek…
XXX
Bu dünyayı gerçekten yaşanır hale getirmek ve gelecek nesillere aynı şekilde aktarmak elimizde ama…
Nerede o akıl?
Nerede o kadro?
Nerede o inanç?
Nerede o çaba?
Olursa eğer bir gün, gerçekleşir de, gelecek nesilleri de kendimiz gibi yetiştirdiğimiz ve yetiştikleri için hiç de umudum yok…
Hiçbir noktada inandırıcı değiliz, olamıyoruz. İyisi mi ben hayal dünyama döneyim, orası daha mutlu bir dünya…