Bugün 2020 yılının ilk gününe girdik. Öncelikle hayırlı ve milletin her konuda rahat ve huzur içinde olmasını diliyorum.
Ancak…
Önümüzdeki sürecin ilk günlerinden başlamak üzere 3 önemli gündem maddesi var.
Bir; amacı nedir ve hangi akla hizmet eder bilinmediği gibi, sanki Suriye’deki girişimlerimizden akıl alınmamış gibi Libya’ya asker gönderme meselesi…
İki; her tarafı ile millet adına en ufak bir faydası olmayan, yanlış hesaplarla ortaya konulmuş, biraz da inada bindirilmiş “Kanal İstanbul” konusu…
Üç; saydığım iki konu ve daha nicelerini, “Hayalim” diyerek ama “Davam” dediği Osmanlı sevdasına ülkeyi felakete sürüklemek ve ülkede şeriat devleti kurmak için her türlü adımları teker teker atmaktan çekinmeyen Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan…
Hatırlatmak istediğim bir konu var…
Demokrat Parti, 1957 seçimlerinden sonra oy oranındaki düşüş ile birlikte, ülkede demokrasi dışı uygulamalara başlamıştı. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, o tarihlerde henüz çocuk yaşta olduğundan ve tarih okumak gibi bir ihtiyacı da olmadığından bilmemesi normaldir. Demokrat Partisi, 3 ay süre ile “Tahkikat komisyonu” adı altında bir komisyon kurarak demokrasiyi rafa kaldırmak, baskı rejimi uygulamak, muhaliflerini susturmak, basını korkutmak ve sindirmek düşüncesindedir. Bunun için TBMM Başkanlığına verilen takrir (önerge), mecliste görüşülmektedir.
O dönemlerde İsmet İnönü, meclis çalışmalarına mümkün olduğu ölçüde katılır, gurubunun başında olur ve gurup adına konuşmalarını kendi yapardı.
Bu önerge görüşülürken de aynı şeyi yaptı ve söz aldı, konuştu. Meclis tutanaklarına yansıyan uzun konuşmasının can alıcı bölümü aynen şöyledir. (Tutanaktan alınmıştır)
“İSMET İNÖNÜ (Devamla) - Şimdi iktidarda bulunanların, iktidarı ellerinde bulunduranların milletleri ihtilâle nasıl zorladıkları insan hakları beyannamesine girmiştir. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur. Buna mahal vermemek için idarelerin demokratik yolda olması, insan halklarının yürürlükte olması şarttır. Bu fikir Beyannamenin ruhunu teşkil ediyor. Şimdi mevzuu bahis olan mesele bu… Demokratik rejim, insan hakları yürütülüyor mu, yürütülmüyor mu? Bu bir… Eğer insan hakları yürütülmez, vatandaş hakları zorlanırsa, baskı rejimi kurulursa ihtilâl behemehâl olur. Beni dinleyin... Biz böyle bir ihtilâl içinde bulunmayız, bulunamayız. Böyle bir ihtilâl dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şimdi arkadaşlar, şartlar tamamı olduğu zaman milletler için ihtilâl meşru bir haktır. Fakat ihtilâl aslında bir millet hayatının asla arzu etmeyeceği, çetin ve tehlikeli bir ameliyattır. Birçok memleketlerde görüyoruz. Çok iyi niyetlerle, vatanperver hislerle ihtilâl yaparak idare kuranlar, kurdukları idarenin ertesi gününden itibaren, kâbus içinde yaşarlar. Onlar, basiretimiz yerinde ve aklımız başımızda ise muvaffak oldukları ihtilâl normal bir demokratik rejime devredebilmek için imkân arar görür. İhtilâl niçin yapılır? Eğer ihtilâl vatandaş için başka çıkar yol yoktur, kanaati zihinlere ve bütün müesseselere yerleşirse, meşru bir hak olarak kullanılacaktır. Bundan içtinap kabil değildir. Normal bir demokratik rejimin icaplarını hulûs ile takip ederek, eşit haklarla dürüst bir seçimin neticelerini kabul ederek bu rejimi bu yola götürelim yoksa Meclis Tahkikat Encümeni şeklinde 3 aylık fevkalâde bir idare kuracaksınız. Bu idare muhalefet partisini ve basını her yerde takip edecek. Şu kusuru var, bu kusuru var, diye her yerde takip edeceksiniz, şimdiden söylüyorsunuz kusurları.”
Tarihi uyarı içeren konuşma dikkatle okunup yorumlandığında, aynı konuşma içerisinde ifade ettiği gibi, kendilerinin de “İhtilallar içinden geldiklerini” ifade vurgulayarak, kurulan ve geliştirilerek yaşatılması gerektiğine vurgu yapılan demokrasinin olmazsa olmaz koşullarını sıralamakta ve halkı demokrasi dışı yollarla sıkıştırmanın, hukuk dışına çıkmanın faydasız olduğunu söylemektedir.
İsmet İnönü’nin TBMM’deki konuşması, aslında ibret belgesidir.
Bugün için gerekliliği ve geçerliliği var mıdır?
Evet vardır…
Her yanımız dökülürken, ülkede irtica Resmi Gazeteye kadar girmişken, polis okullarında intikam yeminleri ettirilirken, “Arapça günleri” adı altında Arap seviciliği yayılmaya çalışılırken, “Tercüme ettik” bahanesi ile İstiklal Marşımızı Arapça okutulurken, daha 3 köprü, Osmangazi Köprüsü, Marmaray gibi projelerin millete getirdiği yük, millete anlatılamamışken… Bugünden bile ifade edilen maliyet rakamı uçuk-kaçık iken… Hz. Nuh’un cep telefonu kullandığını, gemisinin nükleer enerji ile çalıştığını, İngiliz yazar ve şair Shakespeare’in adının aslında “Şeyh İspir” olduğunu söyleyen beyinlerin görüşüne göre hareket edilirse…
Geniş toplumun hemen her kesimden uzmanlarına tartışmaya açılmadan…
“Benim hayalim, isteseniz de istemeseniz de yapılacak” diye dayatırsanız…
Gelecekte toplumun tepkisinin ne boyutta olacağını kestiremezsiniz…
Usanmadan, yılmadan birçok yazımda vurguladığım gibi, siyaset ile uğraşan, ülke yönetenlerin, başucu kitaplarının tarih kitapları olması zorunludur.
Çünkü tarih içinde yaşananlardan ibret alınmadıkça, toplumların başı dertten asla kurtulmayacaktır.
Tarihi sorumluluklardan “Allah affetsin” diyerek sıyrılamazsınız. Elbette yaradan Yüce Allah’ın takdirine karışılmaz ama bunca insanın ettiği “AH”ları da görür ve bilir. Topluma dayatanları ve zalimleri sevmez.
Yüce Allah, insanlara “düşünmelerini ve akıllarını kullanmalarını öğütlerken” öteki yandan da “İşi ehline verilmesini” de söyler.
İşi ehline vermekle sorumlu olanlar, bugünün koşulları içinde sandık başına gidenlerdir.
Diğer yandan… “İsteseniz de yapacağım istemeseniz de” ne demektir?
Eğer seçilmek için gerekli olan % 50+1 seni yetkili kılıyor sanıyorsan, yanılıyorsun. Çünkü karşında % 50-1 de var…
Hem yönetenler olarak hem yönetilenler olarak 2020 yılında iyi düşünüp, aklımızı da kullanmamızı diliyorum.
Ama biliyor musunuz? Bütün bu davranışların iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından geçerli bir anlamı var.Onu da yarın anlatayım, yerim dar da…