TCMB eski başkanlarından, İYİ Parti Ankara Milletvekili Durmuş Yılmaz, Plan ve Bütçe komisyonunda, yeni TCMB başkanı Naci Ağbal’a sormuş…
XXX
1) Yeni dönem için şeffaflık konusunda güçlü taahhüt verdiniz. Fakat geçmişte yapılan döviz satışlarının hesabı hâlâ karanlıkta. Vatandaşın ülkenin dövizlerinin neden hoyratça satıldığını öğrenmeye hakkı var. Bu konuda bir açıklama yapmayı düşünüyor musunuz?
2) Merkez Bankasının geçmişteki döviz satışlar konusunda bir denetim/teftiş yaptırma planınız var mı? Bu satış kararlarını kimler vermiş, kime ne kadar, kaçtan döviz satılmış?
3) Eriyen döviz rezervini ne kadar sürede biriktirmeyi planlıyorsunuz, bunun için bir yol haritanız var mı?
4) Son 7 senedir Merkez Bankasının araç bağımsızlığı bilimsel temelleri olmayan bir teori (faiz düşerse enflasyon düşer) nedeniyle kısıtlandı. Bu teoriyi üreten kişi hâlâ ülkenin başında ve Merkez Bankası Başkanını bir gecede görevden alma yetkisine sahip. Hal bu iken önümüzdeki dönemin neden geçmişten farklı olmasını bekleyelim?
5) Merkez Bankası Başkanı değişti fakat son yıllarda ülkeye ciddi hasar veren para ve döviz politikalarını uygulayan para politikası üyeleri hâlâ görevde. Bu da uygulanan politikalara olan güvenin geri gelmesinin önünde bir engel Bu konuda değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz?
6) Yapısal sorunlar konusunda hiçbir adım atılmazken ve borçluluk bu kadar yüksekken, üstelik ekonominin yavaşladığı bir dönemde faiz artırmak finansal istikran bozabilir mi? Modellerinize sıkı para politikasının şirket iflas riski üzerindeki etkisini dahil ediyor musunuz?
7) Bunca yılın yıpranmışlığıyla Merkez Bankasının sadece faizle enflasyonu kalıcı düşürmesi mümkün mü? Diğer kurumların üzerine düşen görevler var mı? Fiyat istikrarına ulaşılabilmesi için hükümete somut önerileriniz nedir?
XXX
Naci Ağbal cevap vermemiş, bilahare cevaplayacağını söylemiş…
Daha doğru bir ifade kullanalım, yanlış oldu, cevap vermiş, çünkü “Sonra” da bir cevaptır.
XXX
Öğretmen, örenciyi tahtaya kaldırır ve soruyu sorar…
Ne var ki öğrenci sorunun cevabını bilmemektedir ve kekeler durur. Çünkü akşam evde ders çalışıyorum diye kitabın arasında Teksas resimli romanını koymuş, ev ahalisini de yanıltmıştır.
Sonunda bir cevap verir, “Hocam siz de çalışmadığım yerden sordunuz ama…”
Bu da bir cevaptır da not alabilecek bir cevap mıdır, tartışılır…
Hele öğretmen de öğrencilik yıllarında kendi yaşadıklarını unutmamışsa, bu türden cevapların nedenini çok iyi bilir.
Çoğu kez “Bilen ve anlayan” öğretmen, “Şimdi otur, haftaya yine kaldıracağım. O zaman da bilemezsen sıfırı alırsın” der…
Bu da aslında bir not verme şeklidir ama acımasız öğretmen olursa, o dakika sıfırı çakar ve öğrencinin öğretim hayatına ne derece etkili olduğunu düşünmez bile…
TCMB eski başkanı Durmuş Yılmaz da, henüz çiçeği burnunda TCMB başkanı Naci Ağbal’a benzer bir soru sorup cevabını “Tahtada” alamayınca, çalışıp gelmesi için süre vermiş…
Eskinin sorularına yeninin cevabına “Akıllı öğretmen” tarafından bakarak takdir ediyorum doğrusunu isterseniz.
Ancak sorular, gerçekten öğrenci deyimi ile “Kazık” sorular olmuş. Cevaplarını çok da kolay verilebileceği kanısında değilim. Çünkü soran konu hakkında ihtisas sahibi…
Peki ya sorunun muhatabı?
Bakalım banka konusunda deneyimi var mı? İşleyişi hakkındaki bilgisi yeterli mi? Verilen sürede umarım dersine çalışır da gelir, kabul edilebilir cevaplarını sunar da geçer notu da alır…
XXX
Önümüzdeki 2021 yılı için asgari ücret, 2324 liradan 2825 liraya yükseltildi. Yapılan zaman 501 lira oldu…
Yeterli mi?
Elbette ve kesinlikle yeterli değil, bunu bir kenara kalın kalemle yazarak koyalım. Çünkü emeğin değeri asla bu değil. Üretimi yapanın emeği olmadan, üretim de olmaz, gerçek de budur.
Gelelim öteki tarafa, yani bu ücreti ödeyecek tarafa, işverene…
Devlet başta olmak üzere, en büyük işletmeden, kahvehane sahibi bir kişinin, berberin çırağına ödediği ücretin “Emek karşılığı” olduğunu ifade ederek, asgari ücreti ödeyecek “Öteki tarafa” gelince…
Emeğin maliyeti, üretimin nihai, yani tüketiciye sunuş fiyatına önemli ölçüde yansıyan girdilerin başında gelir…
İşveren nihai (son) fiyatı oluştururken, maliyet girdilerini en ince noktasına göre hesaplar ve satış fiyatı tespitini ona göre yapar.
Gerçek şu ki, üretim başlamadan önce tüm maliyet unsurlarını önüne koyar. Bir çok girdi, devletin tekelindeki ürünlerden ve piyasa koşullarından oluşur, en son sıra emeğin değerlendirilmesine, bir başka deyişle ücretinin belirlenmesine gelir.
Ne yazık ki işverenin oynayacağı tek maliyet girdisi, emeğin değeridir sonuçta…
Elektrikten, sudan, kiradan, yakıttan, ulaşım giderlerinden, vergiden ve benzeri sabit giderlerden indirim yapması, ya da tasarruf etmesi hemen her zaman olanaksızdır.
Geriye emeğin, emekçinin üretim içindeki maliyetinin etkisi düşünülür ve ücreti ona göre tespit edilir.
Yani, her zaman abalının sırtına vurulur.
Yabancı sermaye de eğer ülkede bir yatırım gerçekleştirmek isterse, önce maliyet girdilerine bakar ve fizibilitesini ona göre hazırlar, değerlendirir ve karar verir…
Yapılacak değerlendirmede de yine emeğin maliyeti ön plandadır her zaman.
Nerede en ucuz emek girdisi var, üretim sermayesi oraya doğru gitmek ister. Ekonomi içinde her türlü yük emekçinin sırtındadır her zaman…
Ezilen mi?
Elbette ezilen de her zaman emekçinin ta kendisidir.
Bir de şu var…
Emekçinin kazandığını, tekrar ekonominin içine geri devrettiği kimsenin aklına gelmez, düşünmez bile. Oysa hem üretir, hem tüketir ve ekonomi onların sayesinde çarkını döndürür.
XXX
Bir hesap daha vereyim…
Emekçinin eline geçen ücret, 2557 lira 59 kuruş net, işverenin asgari ücret alan emekçiye ödediği total ücret ise 4203 lira 59 kuruş. Yani devlet de emekçinin sırtından 1650 lira kazanıyor.
Eğer bu adalet ise, denecek bir şey kalmamıştır derim…