AH ADEM BABA AH!..
Kaynak Kişi: Mustafa KARAASLAN
Adamın biri, ikide bir “Ah Adem Baba ah!” dermiş. Bu yakınma, başka birinin dikkatini çekmiş. Bir gün dayanamamış ve sormuş:
— Yahu arkadaş, iki sözünün birinde “Ah Adem Baba ah!” diyorsun. Bu Adem Baba kimdir, sana ne yaptı ki böyle ah çekip duruyorsun?..
Adam, yeniden bir “of” çekerek cevap vermiş:
— Ne yapmadı ki! Hem tek bana değil, herkese kötülük yaptı. Sana da yaptı...
Öbürü cevap vermiş:
— İyi ama benim “Adem Baba” adında tanıdığım birisi yoktur ki. Tanımadığım biri bana ne kötülük yapmış olabilir?
Adam, bilgiçlik edasıyla şöyle demiş:
— Çok safsın be arkadaş! Önce sorularıma cevap ver. Sonra da sana Adem Baba’nın kim olduğunu anlatayım.
Söyle bakalım, ilk insan kimdir?
— Bunu bilmeyen yoktur. Elbette Hz. Adem Aleyhisselâm’dır.
— Adem Aleyhisselâm, dünya haya-tından önce nerede yaşıyordu?
— Cennet-i Âlâ’da...
— Hz. Adem, cennetten kovulmasaydı, biz de cennette olmaz mıydık?
—E lbette cennette olurduk.
— Cennette olsaydık, dünyanın sıkıntı ve meşakkatini görür müydük? Dalbastı kirazlar altında, çevremizde Huri kızları olurdu. Kevser ırmağından kana kana içer, canımızın çektiğinden yerdik. Yaygın döşekler üzerinde otururduk... Ne olurdu Allah’ın yasakladığı meyveden yemeseydi! Bu dünyadaki çektiklerimiz O’nun merakı yüzünden değil mi?
Adam, önce şaşırmış. Biraz düşündükten sonra şöyle söylemiş:
— Çok haklısın arkadaş. Ben bunları düşünmemiştim. Fikirlerini çok sevdim. Seninle arkadaş olmak istiyorum. Eğer sence de uygunsa haftaya seni akşam yemeğine bekliyorum. Böylece dostluğumuzun ilk temeli atılmış olur. Evimi tarif edeyim. Gelirsen beni çok mutlu edersin…
Öteki, daveti sevinçle kabul etmiş.
Ev sahibi, bir sürü yemek hazırlatarak onları altın kaplarla masaya dizmiş. Hizmetçisine de tembih ederek “misafirle yemeğe başladığımda çok önemli bir iş çıktı diye, beni çağıracaksın” diye sıkıca tembihlemiş.
Konuk gelince onu odaya almış. Masanın düzenini gören konuğun ağzı sulanmış. Biraz sohbetten sonra servis başlamış.
Tam bu sırada hizmetçi içeriye girerek, “çok önemli bir iş olduğunu” söyleyerek, ev sahibini dışarıya çağırmış.
Ev sahibi, misafirine şöyle demiş:
— Arkadaşım, kusura bakma. Kendi evindeymiş gibi davran. Eğer itiyat edersen vebalim boynuna olsun. Çabucak dönerim.
Canının çektiklerinden ye. Yalnız senden bir ricam olacak. Ben gelene kadar lütfen şu altın tencerenin kapağını sakın açma! Tencerede çok özel bir şey vardır. Gelince onu kendi ellerimle sana ikram etmek istiyorum…
Ev sahibi, bunları söyledikten sonra odadan çıkarak salonda beklemeye başlamış.
Misafir, masadaki bütün yemeklerin tadına birer birer bakmış. Hepsi de oldukça lezzetliymiş. Karnını tıka basa doyurmuş. Yan gözle altın tencereyi süzüyormuş. İçinde ne olduğunu merak etmeye başlamış. Kapıya bakmış. Ne gelen, ne de giden var. Ev sahibi gelmeden tencerenin içinde ne olduğunu öğrenmek istiyormuş.
Tencerenin yanına gitmiş, kapağa elini uzatıp kaldırmış. Kapak açılır açılmaz, bir fare tencereden masanın üzerine fırlamış! Oradan yere atlamış. Misafir şaşırmış! Fareyi yakalamak için ardından koşmuş. Kovaladıkça tabakları düşürmüş, yemekler dökülmüş! İçerideki gürültüye ev sahibi gelerek, hiddetle bağırmış:
— Neler oluyor!
Misafir çok utanmış. Bir döktükleri yemeklere, bir ev sahibine bakmış. Mahcup bir tavırla:
— Arkadaş, yemekler çok lezizdi. Hepsinden de doyasıya yedim. Tencere içindeki “çok özel” dediğin yemeği merak edip bir kere bakmak istedim. Tencereyi açmayacağıma sana söz vermiştim. Çok pişmanım!
Ev sahibi gülümseyerek cevap vermiş:
— İşte Adem Baba da merakı yüzünden cennetten kovuldu. Kovulmasına sebep, yasak meyveyi yemesiydi. Senin merakın da odayı ne hâle getirdi! Şimdi söyle bakalım, bundan sonra “Ah Adem Baba ah!” diyecek misin?
Konuk, “hayır” anlamında kafasını sallayarak yere bakmış.