Liste:
ANADOLU EFSANESİ
Oğuzlar sel olup akmış batıya,
Seferler yapılmış Anadolu’ya...
Dereler, çaylar, nehirler kurumuş.
Toprak ateş olmuş, her yer kavrulmuş.
Uzaktan görününce Kızılcahamam,
Komutan demiş ki: “Bu günlük tamam.”
Elinde bakracı yaşlı bir ana,
Ağır ağır gelmiş askerden yana.
Geçmiş susuz bir çeşmenin başına,
Bakraçtan ayranı dökmüş taşına.
Askerlere demiş: — İçin kuzular,
Bunda bir orduya yeter ayran var!
Kana kana içmiş bütün askerler,
Seyredermiş gökten bunu melekler.
Mataralar dolmuş, asker de kanmış,
Yaşlı ananın sesi yankılanmış:
— Doldurun kuzum, için yavrum,
İçmedik bir kimse kalmasın oğlum!..
Askerler demişler hep bir ağızdan:
— Allah razı olsun anamızdan.
Mataramız, kabımız dolu, ana dolu
Susuz kalmadı ki tek Allah kulu…
Adı “Urum” diye bilinen ülke,
“ANADOLU” olmuş o günden Türk’e.
Ahmet Karaaslan
08/12/2002 –TALAS
TİLKİ İLE ODUNCU
Sabah ormanda erken,
Bir tilki av ararken
Onu gören avcılar
Arkasından kovalar.
Bir oduncuyu görmüş.
Önce korkup ürpermiş.
Sonra yalvarıp ona:
— Bir yer göster sen bana
Peşimde avcılar var
Canıma kıyacaklar!..
Oduncu demiş ki: — Dur!
Şimdi olacaksın sır.
İşte orda kulübem
Billâh burada demem.
Seni bulamaz kimse.
Eğer onlar gelmezse,
Bir teşekkür edersin,
Sonra çekip gidersin.
Avcılar iz sürmüşler,
Oduncuyu görmüşler:
— Dağı-taşı tararız
Bir tilkiyi ararız.
Önümüzdeydi demin
Olmak isteriz emin.
Bize bir oyun etti,
Gördün mü nere gitti?
Oduncu demiş: — Bilmem,
Görsem bile söylemem.
Kulübeyi göstermiş,
Dili “görmedim” dermiş.
Eline bakmamışlar,
Avcılar çakmamışlar.
Çıkarak kulübeden
Hiçbir şey söylemeden
Tilki çıkıp gidermiş,
Oduncu seyredermiş.
Ona demiş ki: — Hey, sen!
Canını kurtardım ben…
İyilik yaptım sana
Hani teşekkür bana?
Tilki demiş ki: — Ayol!
Bilmez misin başka yol?
Elin doğruyu derdi,
Dilin yalan söylerdi.
Bereket çakmadılar,
Dönüp de bakmadılar.
Ben bir hayvanım ama
İkiyüzlü adama
Boşa teşekkür etmem
Bu tür oyunu yutmam…
15/11/2012 Talas/ KAYSERİ
ARANAN MEZİYET
Bir baba şeyhe gitmiş,
Ona şikâyet etmiş:
— Şeyhim bir oğlum vardır,
Daha parmak kadardır.
Her sözü yalan ama
Taktım bunu kafama…
Ne yapayım şimdi ben,
Bir yol göster bana sen?
Şeyh demiş: — Üzülmeyin,
Siyaseti deneyin.
Bir partiye katılsın,
Yalanıyla tanınsın.
Vekildir ilk seçimde,
Bakandır ikincide.
Ve sonra genel başkan,
Çok geçmeden başbakan...
YALAN BÜYÜK ŞÖHRETTİR,
Aranan meziyettir (?)
Evladım hiç üzülme,
Siyasete girsin de,
El üstünde tutulur,
Aşiretin kurtulur...
28/09/1998 – KAYSERİ
AYI SANA NE DEDİ?
Yapayalnız bahçıvan
Yanında bir tek hayvan
Yol ıssız, yalçın dağlar
Çevresi orman, bağlar…
Bir gençle karşılaşmış
Tanışıp yakınlaşmış.
Sevinmiş yaşlı adam
İçinden demiş “korkmam
Şimdi bir yoldaşım var
Haydi, gelsin canavar…”
Genç demiş ki: — Ey dayı,
İki gündür lokmayı
Tatmadım, ölüyorum
Uzaktan geliyorum…
Adam demiş: — İnleme
Beni yanlış anlama.
Yiyecek ve içecek
İkimize yetecek
Bende vardır rahat ol
Önümüzde uzun yol
Dinleniriz ve yeriz
Selametle gideriz…
Yemişler ve içmişler
Bir hayli yol gitmişler.
Sık ormana girince
Bir ses duymuşlar önce.
İri yarı boz ayı
Yuvarlar bir kayayı.
Gelince yanlarına
Genç adamın ardına
Saklanır onu sürer
Kendisi eder firar.
Bir ağaca tırmanır
Oracıkta saklanır.
İşi bilirmiş köylü
Yatarak yere ölü
Taklidi yapar bekler
Ayı adamı koklar.
Gider bir şey yapmadan
Genç de iner yukardan.
Der ki adama: — Dayı
Çok merak ettim ayı,
Kulağına eğildi,
Sana bir şey söyledi…
— Ayı dedi ki bana
Dost gibi gelip sana
Ekmeğini yiyenden
Tehlikeye itenden
Olmaz yâren, arkadaş
Hemen ondan uzaklaş…
07/11/2012 TALAS
BALCI DAYI
Şehirlerin birinde,
İşlek cadde içinde,
Büyük bir bakkal varmış.
Sahibi bal satarmış.
İlk zaman müşteriler,
Her gün bura gelirler,
Alış veriş yaparmış,
Petek petek kaparmış.
Gittikçe azalmışlar,
Hiç uğramaz olmuşlar.
Yan dükkân biberciymiş,
Adam çok sevimliymiş.
Ora dolup taşarmış,
Balcı Dayı şaşarmış:
“Ben tatlı satıyorum,
Hep sinek avlıyorum.
Komşum biber satıyor,
Dükkân dolup taşıyor!
Bunun hikmeti nedir,
Yanlışım nerededir?..”
Diye düşünüp durmuş,
Bir gün komşuya sormuş.
Komşu demiş: — Dayı bak,
Esnafta güzel ahlâk,
Doğruluk ve sadâkat,
İçten olmalı fakat
Güler yüz de gerekli.
Esnaf bunu bilmeli…
Dükkânın çok düzenli,
Her işin de özenli,
Müşteriyle konuşsan,
Hatırlarını sorsan,
Muhabbetle söyleşsen,
Şaklaşıp eğleşsen.
Yüzün turşu satıyor,
Müşteriler kaçıyor.
Noksanın budur bence,
Tavrını değiş önce…
O günden başlayarak
Herkesi karşılayarak
Hâl hatır soruyormuş.
Konuşup gülüyormuş.
Müşterisi bollaşmış,
Dükkânı dolup taşmış.
02/12/2002 – TALAS
BEN İSTİYORUM Kİ…
Camide kadın, erkek
Vaizi dinleyerek
Topluyken bir arada
Hoca der ki orada:
— Hem kadın, hemi erkek
Bir sünnettir evlenmek.
Baş-göz olsun vaktinde
Böyle istek kendinde
Hemen söylesin varsa.
Talibi de çıkarsa
Ona nikâh yaparız
Yuvasını kurarız…
Delikanlı bir adam,
Kalkarak der ki:— Hocam,
İstiyorum evlenmek
Bana bir kadın gerek.
Vaiz der ki:— Hanımlar,
Bacılarım, canımlar…
Aranızdan çıkar mı?
Bu gence talip var mı?
Kalkıp der ki bir hanım:
— Evlenmeye ben varım.
Vaiz der ki:— Ey kadın,
Halis ise muradın,
Aç da yüzünü görsün,
Çeyizde ne verirsin?
—Vardır bir tek eşeğim
Çeyizde vereceğim.
Vaiz der ki:— Ey kadın,
Korkarım ki yanıldın.
Bu er kişizadedir
Sanma ki amadedir…
Saygılı ve edepli,
Başka kimdir talipli?
Başka bir hanım kalkar,
Gence sevgiyle bakar.
Delikanlı der: “Tamam
Karar verdim cayamam”
Vaiz kadına sorar:
Çeyizinde neler var?
Kadın der: — Bir tek öküz
Bunu az sanmayın siz…
Vaiz yine reddeder,
“Bu genç çoban olmaz” der.
Üçüncü bir talipli
Çok da kibar tertipli…
Yalnızca bağı varmış
Ürün alıp satarmış.
Vaiz: — Seç demiş gence…
Uygun hangisi sence?
Genç donup kalır bir an
Sonra der ki: — Hoca can,
Ben eşeğe bineyim.
Tek öküzü süreyim
O bağa götüreyim.
Bu işi bitireyim…
20/10/2012 Talas/ KAYSERİ
BU İŞ İNADA BİNDİ
Adam binamaz mı binamaz
Bilmezmiş abdest, namaz.
Bir mübarek zamanmış,
Aylardan Ramazan’mış.
Bir arkadaşı demiş:
— Dostum, bu nice bir iş!
Şu mübarek Ramazan
Geçip gidiyor zaman.
Yarınına-dününe
Yazık olur ömrüne…
Bari bir teravih kıl
Kalbindeki pası sil…
Nerden bilsin binamaz
Teravih uzun namaz!
Oğlu dışarıda bekler,
Adam namazda tekler.
Pencereyi açarak
Oğluna bağırarak:
—Oğlum bekleme beni
Bilgilendir anneni.
Senle gelemem şimdi,
BU İŞ İNADA BİNDİ…
TALAS/ KAYSERİ
BİLGİN VE CAHİL
Biri yoksulmuş, bilgin
Öteki cahil, zengin
İki komşu arada
Yaşarmış kasabada.
Zengin gurur kibirli,
Yoksul ise sabırlı…
Geçilmezmiş kibrinden,
Hiç dostu yok gönülden.
Yoksulla dalga geçer,
Varlığından söz açar:
— Yoksulluk kötü şeymiş!
Varlıklılar hep bey’miş.
Yoksulu kimse saymaz,
Adam yerine koymaz.
Kim girer kapınızdan,
Yerler mi sofranızdan?
Her yıl aynı giysiniz,
Bir tek kat elbiseniz.
Kuruşu olmayandan,
Ne bulur insan ondan!
Yararı yok millete,
Ne kârı var devlete?
Peşinizden gölgeniz,
Sade o geleniniz.
Uygarlık lüksümüzde,
Gelişir sayemizde.
Siz fakirler hepiniz,
Bizden yer, içersiniz.
Dünyayı çeviren biz,
Siz bunu bilmezsiniz.
Bilginiz neye yarar?
İş yapmaz para kadar...
Bilgini küçümsemiş.
Bilgin sade dinlemiş.
Bilgin durmuş duya,
Yalvararak Mevlâ’ya,
Demiş ki: “Ey Yarabbi,
Gururunun sebebi,
Üç kuruş parasıdır;
Yüzünün karasıdır.
Ahmak ve cahil adam,
Anlamaz ne anlatsam.
Paranın geçmediği,
Aklının yetmediği,
Gücünden, kudretinden;
Bir şey göster buna sen...”
Bu duânın ardından,
Gök gürlemiş yukardan.
Şimşek parlamış çakmış,
Bulutlardan su akmış.
Kasırgalar patlamış,
Yer delinmiş, çatlamış.
Birden zelzele olmuş.
Evde velvele olmuş...
Ne parası, ne pulu
Ne Allah’ın bir kulu…
Kalmayınca bir şeyi
Ağlamış inleyi inleyi.
“Budalalar anlamaz,
Bilgin asla yıkılmaz.”
EN ÇOK KİMİ SEVERSİNİZ?
Sormuşlar bir bilgeye:
— Efendim kime, neye?
Sever güvenirsiniz
Bize söyler misiniz?
Bilge demiş: — Efendi,
Çok kibar, nazik kendi…
Hayatta güvendiğim
En çok değer verdiğim
Sadece terzim dostlar
Yalnız o beni anlar…
Ona ne vakit gitsem,
Bir elbise istesem
Ölçümü hep tazeler
Değerleri yeniler.
Ötekiler de hâlen
Daha beni ilk günden
Bildikleriyle kalır
İşte onlar yanılır…
Zamanla değişiriz,
Çürürüz, gelişiriz…
Müstesna[1] tek Yaradan
Bu farkı anlamadan
Bir kararda kalırız
Böyle hep yanılırız.
31/05/2010 TALAS
EYVALLAHIN AYARI
Tekkede garip derviş
Şeyhine su dökermiş.
Abdest alan elleri
Islanmayan yerleri
Çok garip gelmiş ona
Şunlar gelmiş aklına:
“Mürşit olacak bize
Bakacak yüzümüze
İçimizi bilirmiş
Yahu bu şeyh delirmiş!..”
O an şeyh demiş: — Evlat
Sende kalmamış bir tat.
Beklemeden sabahı
Derhal terk et dergâhı…
Akşamdan çekip gitmiş,
Yolda tükenip bitmiş.
Rastlamış bir çobana
Misafir olmuş ona.
Geçmişini anlatmış
O çobanı ağlatmış.
Çoban demiş ki ona:
— Müjdeler ola sana
Şu dağın arkasında
Bir gölün kıyısında
Şehrin adı “EYVALLAH”
Kurtuldun artık billâh.
Her şey bedava, beleş
İstersen kendine eş
Seç, evlen de yuva kur
Ama orda rahat dur.
Uyacak üç kural var
Sırayla işte onlar:
Allah işi, kul işi
Karışmaz buna kişi.
Bir de söyleme yalan
Üçe muhalif olan
İlk önce dövülürler,
Şehirden kovulurlar…
Şehire giden derviş,
Demiş: “Bu çok kolay iş.
Eğitim var dergâhtan
Ne isterim Allah’tan!..”
Görmüş yanda bir hamam
Demiş: “Farzdır yıkanmam”
Yatmış göbek taşına
Gitmiş kurna başına
Yıkanıp keselenmiş,
Bir hayli de dinlenmiş.
Kalkıp giyinmiş önce
Çıkıp yaklaşmış gence.
Ona “eyvallah” deyip
Genç de aynı söyleyip
Karşılıklı gülmüşler
Böyle memnun olmuşlar…
Kasadarı denemiş,
”Borcumuz nedir?” demiş.
— Eyvallah dedin kardeş
Para istemez, beleş…
Çıkınca dışarıya
Bir göz atmış karşıya.
Fırından sıcak ekmek
Canı istemiş yemek.
Hemen fırına dalmış
Bir taze ekmek almış.
“Burada para eyvallah,
Sana şükürler Allah….
İyi ki kovulmuşum,
Rahatımı bulmuşum.”
Mutluymuş bizim derviş,
“Kurtuldum billah” dermiş.
Bir arkadaşa gitmiş,
Yalvarıp rica etmiş:
— Evlenmek istiyorum
Yolunu bilmiyorum…
Ne yapmalıyım kardeş?
Nasıl bulurum bir eş?
— Yarın kurulur pazar.
Her milletten kadın var
Bir eş beğen orada
Eyvallah de sonrada…
Derviş pazara gitmiş
Bir bayanla evlenmiş.
Geziyormuş çarşıda
İki bayan karşıda
Yaşlı bayan peçeli,
Genç açıktır küpeli…
Ona çok öfkelenmiş,
Bağırıp sinirlenmiş.
Polisler gelmiş o an
Demişler ki: — Sen ey can!
Kul işine karıştın
Neden haddini aştın?
Temiz bir dayak yemiş,
Dışarı çıkıp demiş:
— Sen bilirsin Yaradan
Sopa yedim buradan
Neylesin garip derviş?
Rabbim bana bu ne iş!
Kullarını uyardım
Sen bana eyle yardım…
Polisler almış onu
Bağlayarak kolunu
— Neden kuralı bozdun?
Billahi iyi azdın!
Allah işine karıştın
Sen çok kötü alıştın...
Yine dayak, işkence
Ayar yapmışlar ince…
Yorgun gitmiş evine
Gelmek için kendine
Yatağına uzanmış
Biraz zaman kazanmış.
Tükenmişken dermanı
Tam da uyku zamanı
Arkadaşları gelmiş,
Eşine şöyle demiş:
— Git eşine haber ver
Ava gitmeyi sever.
Kapıda bekliyoruz
Az sonra gidiyoruz.
Haber verince eşi
Dervişin dönmüş başı:
— Ben gidemem dağlara,
Evde yok de onlara…
O an eşi bağırmış
Polisleri çağırmış:
— Diyor ki eşim bana
Evde yok söyle ona.
Ben hiç söylemem yalan
Anlamam düzen, plan.
Alın götürün bunu
Artık istemem onu…
Gayrı kovulmuş derviş
Pişmanlıktan inlermiş.
“Eyvallahın ayarı
Bilemezsen uyarı
Eyvah eyvahlar… dersin
Benim gibi inlersin.”
19/11/2012 TALAS
HALEP’TE BEN…
Adamın biri sık sık övünürmüş,
Dizlerine vurarak dövünürmüş.
Hep mazisinden örnekler verirmiş.
“Halep’te kırk arşın atladım”, dermiş.
Kurnazın biri de demiş ki ona:
— Boşuna hikâye anlatma bana!
İşte şimdi bir fırsat daha sana.
Bak kırk arşın durur yanında,
Halep oradaysa, arşın burada…
Haydi, kuzum şimdi de atlasana!
30/12/2003 – TALAS
HAYATIMIZDA ÖNEMLİ OLAN ŞEYLER
Üniversitede bir oda
Öğrenci dolu onda…
Derse başlarken hoca
Bir kavanoz ve koca
Birkaç kutuyla gelir
Talebeye ders verir.
Tenis topunu alır,
Bir an duraklar, kalır.
Topu tek tek kaldırır,
Kavanoza doldurur.
Kalmayınca hiç boş yer
Öğrenciye şöyle der:
— Gördünüz arkadaşlar
İçine girdi toplar.
Şimdi bana söyleyin
Boş yer kaldı mı deyin?
Hepsi bir ağızdan der:
— Kalmadı ki hiç boş yer…
Hocam, doldu kâmilen
Hep görürüz külliyen…
Hoca çakıl taşından
İçine yukarıdan
Kavanoza dökermiş
Çakıl kayıp gidermiş.
Yine “doldu” demişler
Merakla beklemişler.
Bu sefer de kum atar,
Soruya soru katar:
— Daha bir şey alır mı?
Nedir, fikriniz var mı?
Derler ki: — Hocam aman,
Boşa geçiyor zaman.
Kalmadı ki hiç boş yer
Daha başka ne girer!..
Ele alır cezveyi
İki fincan kahveyi
O kavanoza döker
Öğrencilere bakar:
— Hayatın bir simgesi
Kavanozun kendisi.
Gördüğünüz şu toplar,
Aileniz, çocuklar…
Dostlarınız, çevreniz
Sağlık ve sıhhatiniz…
Bunlar çok önemlidir,
Kıymetli, değerlidir.
Sonra çakıl taşları
Ev, araba, işleri…
Gösterir temsil eder
Bunlar olmasa keder,
Etmeyin üzülmeyin,
Hatta hiç düşünmeyin.
Sonradan dolan kumlar
Önemsiz ayrıntılar.
Sonuçta arkadaşlar,
Hayat önemle başlar.
Ufak-tefek şeylerle
Önemsizce işlerle
Hayatı doldurmayın
Kimseyi kandırmayın.
Vakit ve enerjiyi
Önemli sinerjiyi
Harcar, israf edersen
Mutlu olamazsın sen.
Hayattaki sırayı
Neden, nasıl, nereyi
Önce yapmanız gerek
Bunu iyi bilerek
Hareket edin öyle
Gerisi KUM’DUR böyle…
Biri der ki: — Öğretmen
Son konan kahve neden?
— Soruyu bekliyordum
Önemli, biliyordum.
Arkadaşlar, yaşamda
Sabah, öğle, akşamda
Olmasa da boş zaman
İhmal etmeyin aman…
Akraba, yâren, dost, eş
Ana-baba, kız kardeş
Bir fincan kahve için
Hoşça vakit geçirin…
08/11/2012 TALAS
HEYHAT!..
Ünlü bir dokumacı
Sanatı başlar tacı.
Emek verip çalışır
Mesleğine alışır.
Bir top sipariş alır
Dört el ile sarılır.
Gönderir müşteriye
O girip içeriye
İçerken kahvesini
Birisinin sesini
Duyup dışarı çıkar
“Gelen kim?” diye bakar.
Giden kumaş gelmiştir,
Bir kusur görülmüştür.
Mal iade edilir,
Parası da istenir.
Usta gözyaşı döker
Ağlar, sızlar ah çeker.
Adam der: – Ağlama sen
Farz et ki gelmedim ben.
Böyle kabul ederim
Geri alır giderim.
Tamam, kabahat bende
Parası kalsın sende…
Usta der ki: – Ey adem,
Yanlış anladın madem…
Kusur vardı görüldü,
Getirildi verildi.
Dünyada yaptıklarım
Vay onca günahlarım!
Düşündüm ahireti
Kim gösterir himmeti?
Orada çok zor işim,
Üzüntüm bu kardeşim…
Böyle geri verilmez,
Düzeltilsin istenmez.
Kumaş değil ki hayat
Tekrar dokunmaz heyhat!..
10/04/2010 Talas / KAYSERİ
KARDEŞİZ
Fatih Sultan Mehmet Han,
Çıkıyormuş saraydan.
Biri demiş: — Sultanım,
Ben senin akrabanım.
Lâkin senden tek farkım,
Sen padişah, ben halkım…
Fatih ona demiş ki:
— Anlamadım inan ki!
Bilmiyordum bunu ben,
Söyle hele bana sen
Nasıl bir akrabalık,
Merak ettim babalık…
Adam buna sevinmiş,
Sultana şöyle demiş:
— Adem’le Havva’danız,
Kardeşiz, çok yakınız.
Şimdi şu hazinenden,
Payımı ver gitmeden…
Han keseye el atmış,
Tek bir altın uzatmış.
Koyarken avucuna,
Demiş ki kulağına:
— Al kardeş, işte hakkın.
Kimseye deme sakın!
Duyarsa tüm kardeşler,
Onlar da pay isterler.
Bu da gider elinden,
Fazla isteme benden.
KONUŞAN KAVAL
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde
Çocuklar ninni dinler,
Cirit oynarmış cinler.
Pireler berber iken,
Kediler kuaförken,
Ülkelerin birinde,
Koca saray içinde,
Bir padişah yaşarmış,
İki de kızı varmış.
Büyüğün adı Yaprak,
Dal da küçük, toparlak…
Daha küçükmüş kızlar,
Hem de biraz şanssızlar.
Küttedek ölmüş ana!
Yürek nasıl dayana!
Üvey bir ana gelmiş.
Kadın iyi kalpliymiş.
Çocuklar çok yaramaz,
Hem geçimsiz, hem haylaz…
Kalpleri de kötüymüş,
Ruhları da ölüymüş…
Aradan geçmiş zaman,
Bir kız doğmuş anadan.
Adını Dal koymuşlar,
Sevince gark olmuşlar.
Pırlanta gibi kalbi,
Dili de şeker gibi.
Ahlâkı, terbiyesi
Hayran etmiş herkesi…
Babaları bir ara,
Evdeki çocuklara,
Armağanlar getirmiş,
Onları sevindirmiş.
Hint kumaşı Yaprak’a,
Bir bilezik Fidan’a,
Dal’a gümüş tas vermiş;
Oynamaya göndermiş.
Dal, gölün sahilinde,
Oyuncağı elinde
Göle düşüp boğulmuş,
Yaprak, Dal memnun olmuş.
O an göl dalgalanmış,
Seslerle yankılanmış.
Meğer tas sihirliymiş,
Onda peri gizliymiş.
Kızı bir kavak yapmış,
Kıyıya gelip çarpmış.
Aradan geçmiş zaman,
Fidan olmuş kocaman.
Bir gün saray çobanı,
Otlatırken hayvanı,
Kavaktan kırmış bir dal,
Ondan yapmış bir kaval.
Öttürmeye başlamış,
Bir anlık afallamış.
İnsan gibiymiş sesi,
Öttürdükçe neşesi
Çoğalırmış artarmış;
Kayalara çarparmış,
Yankılanıp dururmuş.
Her yerde duyulurmuş:
“Çal çoban neşeli çal,
Benim adım Küçük Dal…”
Çoban demiş ki : “Hayret!
Bunda nedir kerâmet?
Elbet küçücük bir dal,
Ama bu ne, böyle hâl!
Ben yaprak demedim ki,
Delireceğim sanki!
Allah Allah olamaz!
Bir kaval konuşamaz…”
Meğer padişah gelmiş,
Sesi duymuş gülermiş.
Alıp o da öttürmüş,
Önce bu işe gülmüş.
Çalıp tekrar dinlermiş,
Kaval şöyle söylermiş:
“Düttürü düttürü düt!
Beni sanmayın söğüt.
Bir kavaktan yapıldım,
Küçük Dal benim adım.
Çal baba neşeli çal,
Benim adım Küçük Dal…”
Kızını hatırlamış,
Üzüntüden ağlamış.
Kaval düşmüş elinden
İnsan olmuş aniden.
Meğer sihir bozulmuş,
Kaval, küçük kız olmuş.
Baba kız sarılmışlar,
Bir süre ağlamışlar.
Olayı tüm öğrenmiş
Hemen saraya dönmüş.
Kızlarını çağırmış,
Azarlamış, bağırmış.
Kızlara bir dal altmış
Yüzlerine fırlatmış.
Kızlar çok çirkinleşmiş.
Dal daha güzelleşmiş.
Fidan ve Yaprak gece,
Çıkıp gitmiş sessizce.
Saraydan ayrılmışlar,
Ortadan kaybolmuşlar.
29/06/2000 KAYSERİ
KUYUYA DÜŞEN EŞEK
Köyün birinde eşek
Dar kuyuya düşerek
Dibinde mahsur kalmış
Her yeri yara almış.
Sahibi görüp bunu
Kurtarmak ister onu.
Muvaffak olamamış,
Bir çözüm bulamamış.
Onu hüzün kaplamış,
Komşuları toplamış.
Demişler ki: — Nafile!
Uğraşma, değmez bile.
Kuyuyu dolduralım,
Leşini kaldıralım…
Onlar attıkça toprak
Merkep de çırpınarak
Yükseldikçe yükselmiş
Kuyu ağzına gelmiş.
İşte ders veren masal
Sen de bundan ibret al:
Böyle bir hâl olursa
Başın darda kalırsa
Kişi gayret etmeli
Çırpınıp silkinmeli…
Dostlarına güven de,
Kurtuluşun kendin de…”
26/11/2012 TALAS
KÖR ADAM VE YILAN
Bir kör ile arkadaşı,
Komşu köyde özel işi
Konuşmaya giderlerken
Dere, tepe, ova derken
Gün tükenip akşam olmuş.
İşleri yarına kalmış.
Uyumuşlar çayırlıkta
Erken kalkmışlar şafakta.
Yılık elini sallamış
Kayış gibi cisim bulmuş.
Coşkuyla almış eline
Diyecek yokmuş keyfine…
Atlamışlar atlarına
Revan[2] olup yollarına
Kat etmişler uzun bir yol
Gülüp, eğlenmişler bol bol…
Aydınlanınca ortalık
Yoldaşı demiş: – Babalık
Elindeki iri yılan!
At da onu kurtul ulan…
Güneş doğunca ısınır,
Uyanıp seni ısırır.
Billâh zarar verir sana
Yâren n’olur inan bana…
Kör demiş ki: — Sen konuşma!
Benim işime karışma.
Kaybetmiştim kırbacımı
Bunu bulunca acımı
Unutup sevinçle doldum,
Bilsen nasıl mutlu oldum.
Arkadaşı çok yalvarmış
Ağlayarak da yakarmış…
Anut[3] adam aldırmamış.
Kaşın bile kaldırmamış.
Yılan güneşle canlanmış,
Öne, arkaya sallanmış.
Isırmış onu yüzünden
Yaşlar akıtmış gözünden.
Güven kaybolmuşsa dosta
Bil ki kalbin olmuş hasta…
10/12/2014 Talas / KAYSERİ
KÖSE DAĞI MASALI
Bir varmış, bir yokmuş.
Allah’ın kulu çokmuş.
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Bir Türkmen beyi varmış,
İyi kalpli adammış.
Bağından ne alırsa,
Tarladan ne çıkarsa,
Yiyip, içip yaşarmış
Kimseye karışmazmış.
Bey, bir kâhya istemiş,
Kösenin biri gelmiş.
Önce onu elemiş.
Bir sınavdan geçirmiş.
Köse’ye şöyle demiş:
— Hoş geldin bre Köse,
İşte sana bir kese.
Bir koyun parası var,
Süresi kırk gün kadar.
Onunla bir koyun al,
İstersen çobana sal.
Kanına kan isterim,
Canına can isterim.
Bir kürk ver derisinden,
Börk isterim yününden.
Bana yedir etinden.
İsteğim şudur senden:
Koyunu diri getir,
Parayı geri getir...
Aklına yatıyorsa,
Yüreğin yetiyorsa,
İsteklerimi yap da,
Kâhyalık avucunda...
Köse parayı almış,
Derin bir fikre dalmış.
Boşa koymuş dolmamış,
Dolusu hiç almamış.
Anında pes etmemiş,
Umudunu kesmemiş.
Az uz gitmiş durmadan,
Görmüş biri pınardan,
Su içiyor o anda,
Azığı da yanında…
Selâm verip almışlar,
Dost arkadaş olmuşlar.
Köse demiş: — Arkadaş,
İsmini söyle dadaş.
Nerelerden gelirsin,
Ne tarafa gidersin?
Adam demiş ki: — Köse,
Adıma derler Ese.
Dereköy’den gelirim,
Tepeköy’e giderim...
Köse demiş: — Arkadaş,
Çok memnun oldum gardaş.
Ben de garip yolcuyum,
Ama öyle doluyum!
Sorma gitsin derdimi,
Kaybetmişim kendimi...
Çayır çimen biçerek,
Soğuk sular içerek,
Bir süre yol almışlar,
Bir yokuşa gelmişler.
Ese kaşını çatmış,
Ortaya bir lâf atmış:
— Çok iyi de köyümüz,
Şu yokuşu gözümüz,
Kesmiyor Köse gardaş.
Bizi yıldırı dadaş...
Köse gülerek demiş:
— Yahu bu çok kolay iş...
Bu yokuştan ne çıkar!
Beni yarıya kadar,
Alır da taşırsın sen,
Yarısından sonra ben,
Seni alıp giderim,
Yorulmayız eminim.
Ese içinden gülmüş,
Onu hafife almış.
Şöyle demiş içinden:
“Atıyor düşünmeden!
Şu yokuşu tırmanan,
Yük alır mı bir insan?
Akıl mı senin ki de!
Oynatmıştır belki de...”
Gülüp geçmiş içinden,
Anlamamış sözünde.
Tam tepeye ermişler,
Ekinleri görmüşler.
Köse demiş: — Maşallah!
Doldurup vermiş Allah.
Bu ekinler sizin mi?
Yiyip bitirdiniz mi?
Yine şaşırmış Ese,
İçinden demiş: “Köse,
Şüphe ettim aklından.
Senin bir tahtan noksan!
Bu adam süper manyak
Hem de kafadan çatlak!
Ekinleri biçmeden,
Harmana getirmeden,
Deli, bize yedirdi!
Tarladayken bitirdi...”
Biraz daha gitmişler,
Bir mezara yetmişler.
Köse yine seslenmiş,
Ese’ye şöyle demiş:
— Toprakları bol olsun,
Yerleri cennet olsun.
Hep ölü mü bu canlar,
Var mıdır yaşayanlar?
Cini tutmuş Ese’nin,
“Vallah, demiş Köse’nin
Birkaç tahtası noksan!
Toprak olan onca can,
Mezarlarda yaşar mı?
Hiçbir örneği var mı?”
Ne “he” ne de yok” demiş,
Cevap bile vermemiş.
Kapıyı çalmış hızla,
Ese yarım ağızla,
Köse’yi davet etmiş,
Evine buyur etmiş:
— Gel içeriye buyur,
Gir de karnını doyur.
Bir acı kahvemi iç,
Yorgun gidilir mi hiç!
Köse odaya girmiş,
Ese mutfağa gitmiş.
Ese’nin kızı varmış,
On yaşında kadarmış.
Bir fırsatını bulmuş,
Ese’ye şöyle sormuş:
— Bu konuk kimdir baba,
Dost mu, yoksa akraba?
Ese demiş ki: — Kızım,
Sorma sana ne lazım!
Deli mi, dengeser mi?
Adam sap mı, keser mi?
Çıkamadım içinden
Anlamadım sözünden!
Yokuşta şöyle dedi,
Ekine böyle dedi.
Mezara öyle dedi,
Abuk sabuk söyledi...
Kız hafif gülümsemiş:
— İlahi baba, demiş.
Darılıp kızma bana,
Bir imâ, bin bir manâ…
Deli sandığın o zat,
Sanma kafadan sakat!
Çok akıllı lâf etmiş,
Mecaz-î söz söylemiş.
Yokuşta demiş sana:
Yarıya kadar bana,
Havadan sudan konuş.
Yarı olunca yokuş,
Sonra da ben söylerim,
Yokuşu bitiririm.
Ekinleri görünce,
Sana demiş ki bence:
Tarladan çıkacağı,
Sapı ile başağı,
Size mi kalacaktır,
Borca mı yatacaktır?
Mezarlığı görünce,
En büyük söz bu bence:
Burada yatanların,
Sağlığında onların,
İşlediği sevaplar,
Hayır ve hasenâtlar,
Söylenir mi ardından,
Evlat ve torunlardan,
Ananları var mıdır?
Yoksa hep toprak mıdır?
Ese dizine vurmuş,
Onun yanına girmiş.
Köse’nin sözlerini
Kızın dediklerini,
Yorumlamaya kalkmış,
Durup yüzüne bakmış.
Köse işi anlamış,
Hemen kızı ünlemiş.
Demiş ki: — Ese kızı,
Baban senden sakızı,
Aldı, çiğneyemedi.
İki söz edemedi.
Akıl yaşta değildir,
Bu söz senin bellidir.
İnce eler, dokursun.
Bana çare olursun.
Sözümü iyi dinle,
Derdime çare söyle.
Bir Türkmen beyi bana,
Ancak tek bir koyuna,
Yetecek para verdi,
Kırk günlük süre verdi.
Yününden börk istiyor,
“Deriden kürk yap” diyor.
“Canına can ver” dedi,
Kanına kan istedi...
Parayı geri ister,
Koyunu diri ister...
Söyle, bana ne dersin;
Ne tavsiye edersin?
Kız yine gülümsemiş,
Köse’ye şöyle demiş:
— İlâhi Köse dayı!
Boşa gezdin dünyayı...
Bir kulp takamadın mı?
Çözüm bulamadın mı?
Akıl dağıtırsın sen,
Yardım istersin benden...
Sabah çık git pazara,
Ama iyice ara.
Yakında doğuracak,
Koyun alırsın ancak.
Karaman’ın koyunu,
Çift verir kuzusunu.
Kırk gün sütünü sağar,
Bunu parayla satar,
Etti paraya para.
Kırkıma geldi sıra.
Bu koyunu kırkarsın,
Yününden börk yaparsın.
Sonra onu kesersin,
Deriden kürk edersin.
Bir kuzuyu kesersin,
Etini yedirirsin.
Ötekini verirsin,
Canına candır dersin...
Köse parmak ısırmış,
Bu fikre hayran kalmış.
Adam kırk gün içinde,
Tam istenen sürede,
Yakıştırmış ve yakmış,
Türkmen beyine çıkmış.
Bey, bakmış her şey tamam,
Düşünmüş ki “Bu adam,
Birinden akıl almış.
İşi bitirip gelmiş...”
Bey demiş: — Ulan Köse,
Kuşu koydun kafese...
Kâhyalık avucunda,
Ölüm yoktur ucunda.
Bana doğruyu bildir,
Bu iş senin değildir!
Kimden aldın bu aklı?
Kalmasın gizli-saklı...
Köse boynunu bükmüş,
Diz üstü yere çökmüş:
— Neden yalan söyleyim,
Doğrusu şudur beyim:
Parayı aldığımda,
Bir şey yoktu aklımda.
Yılmadım, usanmadım;
Takılıp da kalmadım.
Çaresi vardır dedim,
Kulak ardı etmedim.
Ayıp değil bilmemek,
Kötüsü öğrenmemek.
Diyar diyar dolaştım,
Bir kızla karşılaştım.
Yeni akıllar aldım,
O kıza hayran kaldım.
Kâhyalığı versen de
Vermiyorum desen de,
Hiç umurumda değil!
Doğrusu bu, böyle bil...
Bey dilini ısırmış,
Kıza da hayran kalmış.
Dünür etmiş Ese’yi
Damat yapmış Köse’yi.
Bey, Köse’ye seslenmiş:
— Ey damat Köse, demiş.
Dünya bir gemi,
Akıl yelkeni,
Fikir dümeni.
Kullan kendini,
Göreyim seni...
Herkes ermiş muradına,
Denmiş ki dağın adına:
“ Köse Dağı olsun varsın,
Köy de Ese Köyü kalsın...”
21/11/2002 –Talas / Kayseri
POSTUNU ZEDELEME
Cimri biri ormanda
Avlandığı esnada,
Yaklaşmış koca kaplan,
Oğlu bağırmış: — Saklan!
Gövdeden yakalamış
Azıcık hırpalamış.
Adamı sürüklerken,
Oğlan davranmış erken.
Tüfekle nişan almış,
Kaplanı vuracakmış.
Tam da yaklaştığında
Baba kaplan ağzında,
Oğlunu uyararak;
Demiş ki bağırarak:
— Dururken ayakları
Oğlum sakın yukarı,
Ateş edeyim deme;
Postunu zedeleme!
Dikkat et aman yavrum,
Çok para eder oğlum...
28/09/1998 - KAYSERİ
TOP PATLAMIŞ…
Tilki av umuduyla
Onu ağız tadıyla
Yemek için ormana
Dalıp bakmış her yana.
Dalda bir budu görmüş,
İncelerken ürpermiş.
Anlamış ki bir tuzak
Çekilmiş biraz uzak,
Güneş gökten inerken
Kurt gelmiş akşam erken.
Tilkiyle alay etmiş,
Ona şöyle söylemiş:
— Kör müsün bre tilki!
Nasip değilmiş belki…
Gözlerin av arıyor,
O karşında duruyor.
Tilki demiş:— Budala…
Bakınca gördüm dala.
Bugün oruçluyum ben
Dilersen indir, ye sen.
Kurt, o dala atlamış
Tuzak birden patlamış.
Tilki yerken iştahla
Kurt inliyormuş “ahla!”
Demiş:— Şerifsiz seni!
Bugün oruçtun hani?..
Tilki demiş ki: — Sağır!
Algın ne kadar ağır…
Top patladı az önce
Manası neydi sence?..
04/08/2014 Talas/KAYSERİ
VASİYET
Bir adam ölmeden önce,
Ünler oğlunu sessizce.
Kastı vasiyet etmekmiş.
Ona bir öğüt vermekmiş.
Demiş: — Yavrum, beni dinle.
Diyeceğim vasiyetle,
Amel edersen muhakkak,
Yardımcın olacaktır Hak.
Hangi diyara gidersen,
Hemen orda bir ev yap sen.
Hiç kimseye selâm verme,
Bu çok mühim hiç erinme.
Her öğünde bal yiyesin,
Sözlerimi dinleyesin...
Aradan bir zaman geçmiş,
Ecel şerbetini içmiş...
Mahdum her gün bal yiyormuş.
Hiç selâm da vermiyormuş.
Uğradığı her ilçeye,
Köylere, şehre, beldeye
Bir tane konut yaparmış.
Lâkin işler sarpa sarmış.
Ne para kalmış, ne pulu.
Çekilmiş tüm Allah kulu,
Birdenbire çevresinden,
Oğlan düşünmüş derinden.
Demiş: “Bu iş böyle olmaz!
İnsan olan dostsuz kalmaz...
Gidip kadıya sorayım,
O ne söyler bir bakayım?
Demiş: — Bir derdim var hocam,
Sağlığında derdi babam:
“Hangi diyara gidersen,
Hemen orda bir ev yap sen.
Selâm verme hiç kimseye,
Her öğünde bal ye…” diye
Bana vasiyetler etti.
Babam çoktan ölüp gitti.
Onun sözlerini tuttum,
İnsanlığımı unuttum!
Ne sağlık kaldı, ne param;
Ne dostlarım, ne akrabam!
Artık dönsem vasiyetten,
Mahrum kaldım tüm nimetten.
Kadı demiş: — Dinle yavrum,
Sana şöyle demiş merhum:
“Nerede dost edinirsen,
Bir ev yapmış olursun sen.
Sakın işine geç kalma,
Selâm al da, veren olma.
Sonra gelen selâm verir.
Toplumda kural böyledir.
Çok acıkır işe dalan,
Her gıdayı yer aç kalan.
Bal gibidir soğan bile,
Tadı öyle gelir dile...”
23/06/2003 – TALAS
VERMEYİNCE MABUT
Eskiden hükümdarlar,
Halk içine çıkarlar,
Çarşı-pazar gezerek,
Hâllerini görerek,
Tebaasını dinlermiş.
Sonra yardım edermiş.
Bu niyetle Mahmut Han,
Çıkıp gitmiş saraydan.
Kahvehaneye girmiş,
Sezdirmeden dinlermiş.
Kahveciye acımış,
Yüreciği sancımış.
Çağırmış işaretle,
Demiş ki merhametle:
— Her gün sana bir sini,
Baklavayla içini,
Doldurup göndereyim,
Biraz yardım edeyim.
Çoluk-çocuk yiyiniz,
Kimseye vermeyiniz.
Ben varlıklı biriyim,
İyiliği severim.
Her dilimin altına,
Bir altın koyup ona,
Sabahları yollarmış,,.
Adam yemez, satarmış.
Siniye hiç bakmamış,
Sırrını anlamamış...
Aradan geçmiş zaman,
Bir daha gelmiş Sultan.
Hiç değişim görmemiş,
Sırra aklı ermemiş.
Ona demiş: — Bak canım,
Ben Sultan Mahmut Han’ım.
İhsanda bulunayım
Sarayıma alayım.
Bir kürek, torba al da
Gel beni bul sarayda...
Saraya erken varmış,
Kalbi küt küt atarmış.
Padişah almış onu,
Titrermiş her bir yanı.
Açtırmış hazineyi.
Şaşırmış külhanbeyi[4]…
Demiş: — Küreği daldır,
Doldur, yukarı kaldır.
Küreğine dolanlar,
Senin olsun altınlar…
Küreğini daldırmış.
Birkaç altın kaldırmış!
Acele etmiş sersem,
Ters tutarmış meğersem.
Padişah demiş: — Senin,
Kesilmiştir kısmetin.
Eğer vermese Mabut,
Neylesin Sultan Mahmut!
24/11/2002 – TALAS
YÜZ FRANK EDER
Adı: Eskici Miçon,
Cimri bir Hıristiyan…
Gözü dünya malında,
Ölüm yokmuş aklında...
Aniden hastalanmış,
Bir derde yakalanmış.
O, ölüm döşeğine
Yattığında kendine,
Hanım, papaz getirmiş.
Rahip odaya girmiş:
— Evladım, tanıdın mı sen?
Senin pederin ben,
Öp kutsal gümüş haçı,
Kutsandı bunla kaçı!..
Aramızdan gitmeden,
Günahından temizlen.
Miçon haçı alarak,
İncelemiş bakarak.
Papaza demiş: — Peder,
Ancak yüz frank eder.
İnat etme, ısrarla
Veremem daha fazla…
28/09/1998 – KAYSERİ
NEFES
Bektaşi’ye demişler:
— Söyler misin erenler?
Bu dünyada en çok sen,
Hoşlanırsın nelerden?
Bektaşi gülümsemiş,
Sonra şöyle söylemiş:
— Sigaramın ilk nefesi,
Kaynanamın son nefesi...
ŞİŞELER
Hoca vaaz verirmiş,
Cemaat de dinlermiş.
Bektaşi’yi görünce,
Biraz da hiddetlice:
— Ey kardeşler, ey canlar
Dinleyin Müslümanlar!
Söylenmedi demeyin,
Ahrette yarın sizin,
Şişeleri içkinin,
Boynunuzdan asarlar,
Şangur şungur sallarlar...
Bektaşi gülümsemiş,
Hocaya şöyle demiş:
— Anladık asılacak,
Boş, dolu ne olacak?..
Hoca çok hiddetlenmiş,
O da şöyle söylemiş:
— Şişeyi boş koymazlar,
Doldurarak asarlar!
Bektaşi demiş: — Aman!
Biz yaşadık o zaman...
22/11/2002-TALAS
SONRADAN GÖRME
Sonradan görme oturmuş balkonda
Bir dilenci gelip durmuş altında:
— Efendi sadaka versene bana
Ben de çok dualar ederim sana
O dilenciye tiksinerek bakmış
Tüm sinirleri tepesine çıkmış:
— Mehmet sen, Hasan’a söyle de durma
O Hüseyin’e desin beni yorma.
Kapıcıya desin Hüseyin de işi
Bizden inayet bekliyor şu kişi.
Dilenci duyunca bunu şaşırmış
Elini açıp Allah’a yalvarmış:
— Ey Allah’ım emretsen Cebrail’e
O da haber versin de Mikail’e
Mikail de anlatsın İsrafil’e
İsrafil de desin ki Azrail’e
Balkonda oturan pinti adam var
Haydi durma git de oraya kadar
Canını al gafilin, işi bitir
Onu al da Cehennem’e götür…
09/01/2017 Talas/KAYSERİ
TİLKİNİN ÖĞÜDÜ
Tilki bir yavrusunu gezdirirmiş
Çevredeki bağları gösterirmiş.
— Yavrum şu bağların üzümlerini
Olgunlaşmış salkım dizimlerini
Canının çektiğinden yersin ama
Zinhar ha şu sözümü hiç unutma
Köyün mollasının bağına sakın
Asla yaklaşma, olmayasın yakın
Acından öleceğini de bilsen
O bağdan bir üzüm bile yeme sen…
Yavru babasına sormuş merakla:
— Babacığım nedir ilgisi yasakla?
O bağın üzümleri zehirli mi?
Bize ne zarar verir ki, kirli mi?
O demiş: — Yok be yavrum yanlış fikir
Üzümlerin farkı yok hepsi de bir…
Yediğimizi bir anlarsa molla
O zaman işimiz bitmiştir valla
Tilki eti helal der FETVA verir
Avcıları peşimize düşürür.
Onun din gücü, halkın cehaleti
Birleşir gelir soyun felaketi…
Cahil olan bir topluma karışma
Böyle halkı aldatana yaklaşma.
08/01/2018 TALAS/KAYSERİ
ŞIH VE KÖYLÜ KADIN
(Türk halk kültüründen şiirlerim)
Cübbeli, sarıklı, uzun sakallı
Esmerce tenli, keçi gibi kıllı…
Bir şeyh Türkmen köyüne konuk gelmiş
Köylüler konuktan çok hoşnut olmuş
Kerametini merak ederlermiş
Konuğu dikkatlice dinlerlermiş
Şeyh arada zıplayıp irkilirmiş
Elini sallayıp “hoşt hoşt hoşt” dermiş…
Biri sormuş: — Şeyhim neler oluyor
Seni gören meraklarda kalıyor…
Onlara demiş ki: — Ey kardeşlerim
Nasıl anlatayım ki dindaşlarım!
Gördüm ki Kabe’de melun bir köpek
Yapmak istediği de pek kötü pek…
Köpeğe hoşt demesem işeyecek
Kâbe’nin duvarını kirlentecek…
Duyunca sözünü evin hanımı
Demiş: “Vallah dondurdu kanımı.
Bir deneyip sınav edeyim şunu
Bilirse ona yaptığım oyunu
Anlarım ki bu adam basiretli
Dalaletten uzaktır ferasetli[5]…”
Etli pilav pişirerek götürmüş
Tüm konuklarına sırayla vermiş.
Şeyh herkesin tabaklarını süzmüş
Öfkeyle dudaklarını büzmüş
Sonra dönüp demiş ki: — Be hey kadın
Söyle bana nedir senin maksadın?
Görüyorum et vermişsin herkese
Hani bana vermiyorsun nedense!
Kadın demiş ki: — Be deyyus, sahtekâr!
Odadan gitmedin Kâbe’ye kadar
Şuradan sezdin oradaki iti
Görmedin tabak altındaki eti…
Ahmet KARAASLAN
16/09/2018 TALAS/KAYSERİ
EŞEKLE TARTIŞILMAZ…
Ormanda tilki eşek
Sanki bir deli fişek
Biraz gezip tozmuşlar,
Dostlukları bozmuşlar.
Tilki demiş: — Ot yeşil
Parlıyor ışıl ışıl.
Eşek demiş: — Avanak!
Gel benim gözümle bak.
Otun rengi kırmızı
Tavuk mu sandın kazı?
Kavga etmişler sonra,
Alınmışlar huzura.
Kral aslan dinlemiş
— Tilki! Diye ünlemiş.
Beraet oldu eşek,
Sana bir ceza gerek…
İtiraz etmiş tilki
Demiş: —Kral neden ki?
Yeşildir bütün otlar
Sorun söylesin atlar…
Ya da siz deyin şimdi
Eşek de duysun kendi…
Kral demiş: — Yeşildir
Bilmeyenler gafildir.
Tilki demiş: — Kralım
İşte burda duralım.
Bana da hak verdin sen,
Neden ceza aldım ben?
Kral demiş ki: — Tilki,
İyice anla, bilki…
Bana diyorsun niçin?
Onla tartıştın niçin!
Ahmet KARAASLAN
17/01/2017 TALAS/KAYSERİ
LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ
Edirneli bir tüccar
Çalışır emek harcar.
Peynir alıp satarmış,
Malına mal katarmış.
Gemiye mal yüklemiş
Kaptana şöyle demiş:
— Gideceğiz İzmir’e
Hareket ettir bre…
Kaptan demiş: — Ücreti…
Bırak şimdi sohbeti.
Tüccar demiş: — Arkadaş,
Gidelim yavaş yavaş
İzmir’e varınca biz
Ücretini öderiz…
Kaptan demiş: — Dur hele
Senin işin rastgele
Gemi hiç söz dinlemez
Lâfla da yürüyemez.
20/01/2018 TALAS / KAYSERİ
KÖPEĞİN NESİ OLUYORSUNUZ?
Kahraman bir köpek varmış
Kurtlar ondan çok yılarmış.
Düşününce çoban bunu
Ödül verip sevmiş onu.
Bir koyunu ona vermiş
Köpek ansızın gebermiş.
Koyun koca sürü olmuş
Çobanı düşünce almış.
“Bu miras kime kalacak
Kimin hakkı ne olacak!..”
O sürü ile yanında
Hâkime gitmiş sonunda.
Meseleyi deyip ona:
“Bir fikir ver n’olur bana…”
Diyerek yardım istemiş
Hâkim ona şöyle demiş:
— Otur hele, telaş etme
Hükmümü almadan gitme.
Merak etme iki gözüm
Kitaplarda var bir çözüm…
Çevirerek sayfaları
Karıştırmış kitapları.
Dönüp demiş ki çobana:
— Mirasın tamamı bana…
Çoban çok sevinmiş buna
Çünkü sürü yükmüş ona.
Aklı da karışmış bir an
Hâkime demiş ki çoban:
— Tamam sürüyü vereyim,
Ama şunu öğreneyim:
Bu aklıma takıldı tek
Neyiniz olurdu köpek?..
29/04/2018 TALAS / KAYSERİ
CAMİDE HIRSIZLIK
Hoca camide namaz kıldırır
Arkadaki cüzdanına saldırır.
İmam namazına devam eder,
Cüzdanını alana da şöyle der:
— Kuleuzu birabbil felak
Ulan arkamda duran salak,
Cüzdanımı cebime bırak
Yoksa sana atarım dayak…
Hırsız da pişkince güler
Arkasından da şöyle der:
— Kuleuzu birabbin nas
Çalınan bırakılamaz.
Çok fazla konuşma imam
Sonra namaz olmaz tamam…
01/09/2018 TALAS / KAYSERİ
HIRSIZLARIN SAYISI NE ZAMAN ARTMIŞ?
(Türk halk kültüründen şiirlerimden)
Memet Emmi emekliydi
Giyimi kuşamı tamdı
Maaşı çekti bankadan
Hırsız da onu arkadan
Takip edip yürüyordu.
Arada bir duruyordu.
Emekli bindi dolmuşa
Hırsız dedi: “ Sen çok yaşa.”
Aldı cüzdanı cebinden
Ayrıldı onun peşinden.
Oturdu başka koltuğa
O bakarken sola sağa
Ücreti toplar muavin
Hırsız gülümsüyor hain.
Adam elini cebine
Atınca hüzün yüzüne
Bulaştı bir katran gibi
Çünkü boştu onun cebi.
Şoför dedi: — Bey abi sen,
Çok şık üstünde elbisen
Yok cebinde meteliğin
Böyle mi senin beyliğin!
Hırsız dedi: — Dur kardeşim
Hayır işlemektir işim.
Ben vereyim parasını
Alacağım duasını.
Memet Emmi gülümsedi
Dönüp hırsıza söyledi…
—Allah sizden razı olsun
Kesenize altın dolsun.
Çoğalsın senin gibiler
Benim gibi tüm emmiler
Duacıyız hep sizlere
Yardım ettiniz bizlere…
Tomarla çalar hırsızlar
Kırıntı verir arsızlar.
Böyle sayıları artmış
Servetine servet katmış.
Bizler de dua ederiz
“Sayıları artsın” deriz...
Ahmet Karaaslan (Dedem Korkut)
31/01/2021 TALAS/KAYSERİ
[1] Kural dışı. Dışındaki, ayrı tutularak, hariç.
[2] Giden, yürüyen
[3] İnatçı, ayak direyici
[4] Başıboş, bir baltaya sap olamamış, apaş, serseri
[5] zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, bir insanın ahlakını, kabiliyetini yüzünden anlamak melekesi demektir. Feraset iki türlüdür. Biri bir nevi ilham eseridir ki, sebebi bilinmeksizin meydana gelir. Diğeri bir kazanma eseridir ki, muhtelif tabiatlara vakıf olmak sebebiyle meydana gelir