Herkes düşüncelerini serbestçe ifade etme özgürlüğüne, hakkına sahiptir.
Demokrasi dediğimiz uygulama da bunu gerektirir ve hiç kimseyi ifadelerini açıkladığından dolayı suçlayamazsınız. Bu hak yasalarla garanti altına alınmıştır.
Düşünceleri açıklarken…
Hep aynı noktadan başlamak zorunluluk değildir…
Hep aynı perdeden başlamak zorunluluk değildir…
Özellikle siyasi düşünceleri açıklamak ve eleştiri yapmak, toplumun en doğal hakkıdır, kısıtlanamaz, yasaklanamaz.
Düşünceler, sözlü, yazılı ve çizgi olarak her zaman ortaya konulabilir, konulmalıdır da.
Tek şart vardır olmazsa olmaz ve bu şart, kim olursanız olun, hangi makamı işgal ediyorsanız edin, ayrıcalıksız herkes için geçeridir.
Hakaret edemezsiniz…
Eğer ederseniz, karşılığını misli ile alabileceğinizi de bilmek zorundasınız.
Çarşamba günü TBMM salonunda yaşananları izlerken aslında ben utandım. Çünkü bu türden olayları üçüncü dünya ülkelerinin meclislerinde olduğuna tanıklık ettiğimiz çoktur. Hemen her toplantılarında birbirlerine sille-tokat girerler.
Kısaca hikâye edersek, CHP Gurup Başkanvekili Engin Özkoç, kendi verdikleri önerge üzerinde 5 dakikalık süre ile konuşmasını yapmak için kürsüye geliyor ve konuşmasına başlıyor.
Daha üçüncü cümlesine başlamadan AKP sıralarından akıl almaz hakaretler yağdırılmaya başlıyor.
Bu ifadeler “Adilik yapma”, “Onursuzluk yapma”, “Haysiyetsizlik yapma” şeklinde devam ederken, salon birden bire karışıyor ve milletvekilleri birbirine giriyor.
Engin Özkoç’un oturum kapatılana kadar yaptığı konuşma şöyle (Tutanaktan aynen)…
“Amerika Birleşik Devletleri eğer Orta Doğu'da bir savaş yaratıyorsa, daha önce yarattığı savaşların nedenlerine dayalıdır. Amerika Birleşik Devletleri eğer İslam dünyasını bir düşman olarak tanımlıyorsa "Irak'ta nükleer silah üretiliyor ve biz bu nükleer silahı engelleyeceğiz." diye defalarca denetim yapıldığı hâlde oraya girip minarelerden ezan okunurken, çocuklar yollarda yürürken, Müslüman kadınları evlerde yemek yaparken, eğer orada yukarıdan bombalama sesleri geliyor, o insanlar katlediliyorsa, o zaman bunun bir tek sorumlusu vardır, Amerika Birleşik Devletleri'dir. Amerika Birleşik Devletleri'yle beraber hareket eden İslam dünyasını düşman hâline getiren, onunla birlikte bu mücadelenin kaynağı olan insanlara karşı bir şekilde, onun yanında bu savaşa katılan herkes bu savaştan sorumludur. Bunun için bizler ne yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim, tamam mı?…”
Mikrofon da kapatılıyor, oturuma da ara veriliyor, yumruklar, tekmeler ve milletvekilleri havada uçuşuyor…
Engin Özkoç’un buraya kadar olan konuşmasında anlattığı olayların içinde yaşayan, gören ve dolayısıyla tanığı olan birisi olarak aynen katılıyorum.
Çünkü Bağdat ABD tarafından bombalanırken ben de o bombaların altında oturuyordum.
O bombalar çoğunlukla askeri ve stratejik noktaları hedef aldı tamam… Ancak hedefini şaşıranlar da oldu. Ayrıca bombalar hedeflerinde patladığında ortaya çıkan ses ve karmaşa içinde yaşamak, o kadar kolay bir iş değil.
Türk milleti olarak, Kurtuluş Savaşımızdan sonra böyle bir ortamda yaşamadık, Allah da bundan sonra yaşatmasın, kolay bir duygu ve yaşam asla değildir.
Elbette AKP tarafının kızgınlığı bu konuşmayla ilgili değil bence…
Muhtemeldir ki Engin Özkoç, Salı gün yapılan ve 6,5 saat süren kapalı oturumda da yaptığı konuşma, ayrıca TBMM çatısı altında basın mensupları ile yaptığı “Basın toplantısı” sırasındaki açıklamaları, hakaretlere karşı karşıya kalmasında önemli rol oynamıştır.
Engin Özkoç’un basın toplantısı, sosyal medyada “Tarihi konuşma” olarak paylaşılıyor ve paylaşılmaya da devam ediyor. Bazı TV haber kanalları da meclis toplantısı konusu içinde “Haber” olarak verdi…
Konuşmanın içeriğine katılırsınız ya da katılmazsınız, herkesin düşüncesi ayrıdır.
Konuşma ağır mı?
Evet, ağır, hem de oldukça ağır. İçinde ne ararsanız var ama…
İşte zurnanın “Zart” dediği nokta da burası zaten.
Bildiğiniz bir söz şöyle der: “Eğer Sırça köşkte oturuyorsan, komşunun penceresine taş atmayacaksın.”
Şu demektir: “Küçük bir dokunuşla büyük zarara uğrayacak olan kişi, üzerine düşmanlık çekecek davranışlardan sakınmalıdır.”
Peki, bizde öyle mi oluyor?
Asla böyle olmuyor, dokunulmazlık zırhını dibine kadar kullanan, ağzını açtığında karşısındakine yaptığı hakaretin bini bir para…
Kendisine söylenen her hangi bir “Ağır söz” olduğunda ise yer gök inliyor…
Soruyorum, neden komşunuzun penceresine sürekli taş atıp da kaçıyorsun? Yüreğin yetiyorsa pencereden seni görmelerini bekleyeceksin.
Hem olmadık hakaretleri edeceksin hem de cevabını aynı üslupta alınca daha da ileri götüreceksin. Bu kavganın sonu gelmez ki!...
Başa dönersek…
Düşünceleri açıkça ifade etmek, eleştirmek en doğal hakkımız, hakarete vardırmadan.
Ancak bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim…
Eleştiri ile hakaret arasında ince bir çizgi vardır, o çizgideki eleştiriye de hakaret diyemezsiniz ki o davranış ve eleştiri biçiminin adı da “HİCİV” yapmaktır.
Hiciv, ağır ve hakarete varan eleştirinin bir adım gerisidir.
Özgürlük sınırları içindedir, demokrasinin gereğidir ve işin ilginç yanı da “HİCİV” yapabilmek ayrıca bir yetenek ister ve hatta “SANAT” seviyesindedir.
Örneğin Nâbi’den bir sesleniş…
“Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezâran mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.”
Bugünün Türkçesi ile söylersek: “Talih meyhanesinde -geldiğin yüksek mevkilerde- çok da gururlanma çünkü biz gururdan sarhoş olanların binlercesini daha sonra sersemlemiş halde görmüşüz.”
Nasıl?