Geçtiğimiz Çarşamba günü TBMM genel kurul salonunda yaşananları henüz unutmadık. Öyle kolay unutulacak bir şey de değil zaten…
Neydi o? Tekmeler, tokatlat ve hatta milletvekilleri havada uçuyordu…
Konunun aslı, çıkış noktası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı sıfatıyla gurup toplantısında hakaret kelimeleri ile muhalefete ve özellikle de CHP’ye yüklenmesi idi.
CHP Gurup başkanvekili Engin Özkoç da aynı ifadeler ile Cumhurbaşkanını değil, AKP Genel Başkanını eleştirmiş ve Genel Kurlu salonuna da gelince, verdikleri önerge üzerinde konuşurken AKP’lilerin saldırısına uğramış, millet sille-tokat birbirine girmişti…
Daha önceki yazımda da sözünü ettiğim gibi, olayın başı da yanlış, ortası da, sonu da yanlış. Neresini düzeltmeye kalkışsanız, pörsümüş kâğıt gibi elinizde kalır.
Ne var ki iktidar ve Özellikle partinin genel başkanı sıfatını taşıyan kişi, kargaşadan, kavgadan nemalanıyor ve hiç de durdurma gibi bir niyeti yok…
Hal böyle olunca da ortaya bazıları çıkıyor…
Marifetleri tamamen kendilerinden menkul…
Esip yağıyor, tehditler savuruyor, kişileri hedef gösteriyorlar.
Örneğin birisi çıkmış “Tekrara meclis salonuna gelirse, kaldığımız yerden devam edeceğiz” diyor.
Böyle bir tehdit olur mu?
Olur, şöyle olur…
Genel Kurul salonuna girince kendisi “Tek başına” değildir. Etrafında aynı amacı güden birkaç kişi daha vardır ve saldırabilirler. Sanırlar ki güç sadece kendilerinde var.
Yani…
Teke tek karşılaşma gibi bir tavırları, iktidar oldukları günden beri iktidar partisinin geleneğinde yoktur. Ve elbette ben, konuyu “Kavga” boyutunda düşünmüyorum yalnızca…
Fikirleri masaya yatırıp tartışma olarak da “Tek başlarına” gelemezler.
Neden?
Ben bunun psikiyatrik bir vaka olabileceğine inanıyorum.
Sütre (Perde) gerisinden tartışıyor, bağırarak konuşuyor ve savaşıyor olmanın bir gerekçesi olmalı diye düşünüyorum.
Elbette psikiyatrist değilim, ama karanlıkta giderken yüksek perdeden türkü neden söyleriz?
Korkudan…
Korkuyu yenmeye çalışmanın en kolay yolu, bağırarak konuşurken, kendini kahraman gibi görebilmek için sağa sola tehditler savurmaktır.
Hele gel, gel bir tek başına meydana, gel de millet seni görsün…
Ak ile karanın farklılığı, gün ağarınca belli olur, karanlıkta sıkmanın bir anlamı yok…
Olayın bir başka hatalı yönü de şu…
Böylesi davranışlar, toplumu karpuz gibi ikiye böler. Etrafımızdaki milletler bunu yapmaya çalışırken içeride de aynı tavırda olmak, vatana ihanettir…
Toplumun bölünmesi, yok olmanın başlangıcıdır. Hiç kuşku yok ki ciddiye alınması gereken bir yanı vardır. Hele bu tehlikeyi görmeyenler, milletin vekâleti ile ülkeyi yönetmeye talip olan kişiler tarafından yapılıyor ise, daha da vahim bir durumdur.
O zaman ne diyoruz?
Uyarıyoruz ve açıkça şunu ifade ediyoruz; haddinizi aşmayın, kendinize gelin yoksa millet sizi kendinize getirir.
XXX
HERKES KENDİ İŞİNE BAKSIN…
Çok kere yazdık, dedik ki gazetecinin görevi, tarafsız bir şekilde toplumu olan bitenden bilgilendirmektir. Bunu yaparken de kimseden emir almaz, kimsenin etkisinde kalmaz, araştırır, soruşturur, doğru haberi bulmaya çalışır ve o haber de verir…
Gazetelerdeki haberler, öncelik sırasına göre verilir, o gün ülkenin en önemli konusu ne ise o haber manşettedir.
Bütün gazetelerin üçüncü sayfasını açın bakın, cinayet haberlerinin hepsi oradadır. Magazin haberleri daha geri sayfalarda ya da eklerdedir.
Örneğin, Kamil Koç otobüs firmasını alan Alman şirketinin, “Muavin” uygulamasını kaldırmasına müşterilerin tepki göstermesi sonucu tekrar göreve başlatması manşetlik haber değildir. Ama yandaş gazete oldun mu manşete getirir büyük puntolarla verirsin. Sanırsın ki günün önemli konusunu gözlerden saklıyorsun. Bunun adı ahmaklıktır…
Nereden aklıma geldi değil mi?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul depremi konusunda çok ciddi tedbirler alacaklarını ve kapasiteyi arttırmaları gerektiğini söyledikten sonra; “Tüm televizyonlara yönelik eğitime başlıyoruz. Muhabirlere de depremde ne söylemek lazım nasıl haber yapılması eğitimini vereceğiz” demiş…
Bey biraderim…
Sen önce yandaşın olan gazeteye “Manşet haberi” nasıl olur onu öğret, eğitimini ver, gerisine karışma…
Gazetecilik senin ananın aşı da değil, işi de değil ayrıca…
Biz işimiz yaparız, yeter ki sen işini gazeteciyi “Şu anda sizin yaptığınız Yunan medyasının çarpıtmasını burada ifade etmektir.”
Diye suçlamaya kalkışarak yapma, sen kendi işine bak…