Yakın arkadaşlar sağolsunlar aradılar…
“Hayırdır, bi sorun mu var?”
Yok… Bi sorun yok, sadece biraz kafamı toparlamak istedim o kadar. Teşekkür eder,m ama birisi değişik sordu, “Sesini mi kıstılar” dedi…
O kabahat benim değil, aslında Gazetemizin “İzinli” diye köşeyi bir günlüğüne kullanması gerekir, onu yapmıyorlar, sonra da mesaj atıyorlar “Heyyy… Dört gündür neredesin” diye ve ben kısaca izin yazısı koymayı istemiyorum…
Neyse, gelelim esas konuya…
XXX
Bildiğiniz gibi 19 Mayıs 1919 günü Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktı. Oradan Havza, Amasya, Erzurum ve Sivas kongrelerini toplayıp Ankara’ya ulaştı…
23 Nisan 1920, TBMM topladı…
Amacı, milleti yanında görmek ve desteğine almaktı.
“Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” söylemi ile kurulan TBMM ve millet, arkasında olmadıkça, kendisinin ileri görüşlü, askeri dehası, kurtuluş savaşını kazanamaya yetmeyeceğini biliyordu.
Hâkimiyeti, millete teslim etti, milletin de kendisini temsil edeceği TBMM’ni kurdu…
Gazi Paşa, milletten aldığı desteğe ek olarak TBMM’den aldığı yetki ile başlatılan kurtuluş savaşı 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile son buldu…
Atatürk, görevde olduğu tüm süreçte alınan kararlar, çıkarılan kanunlar TBMM’den geçti. Yani millet olmadan demokrasi ve cumhuriyet yaşayamazdı.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1923 yılında bir konuşmasında kurtuluş savaşının yetmediğini belirterek şöyle demişti: “Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan yoksun olmamızdır. Memnunluğa ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı sağlamaya yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı sağlamada başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu kesinlikle elde edeceğiz!”
Dedikten sonra ekonomiyi de şöyle tarif etmişti: “Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne gerekli ise onların hepsi demektir. Tarım demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, cumhurbaşkanı sıfatıyla ülkenin savaş kazanmış, ekonomisine yön vermiş, savaşı kazanarak ülkenin bağımsızlığını sağlamakla birlikte, ekonomide bağımsız olmadıkça özgürlüğün ve demokrasinin gerçekleşmeyeceği bilinci ile görevini yapmıştır…
Bunun yanında çok partili sisteme geçilmesi ve demokrasinin ileriye götürülmesi gerekiyordu ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında Adnan Adıvar, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Refet Bele birlikteliğinde muhalefet partisi kuruldu.
Aslında ilk meclisin içinde, ilk günden beri muhalefet cephesi vardı…
Bu girişimi Atatürk, Time dergisine verdiği bildirisinde şöyle değerlendirmişti.
“Millet hâkimiyeti esasına dayanan ve bilhassa cumhuriyet idaresine sahip olan memleketlerde siyasi partilerin mevcudiyeti doğaldır. Türkiye Cumhuriyeti'nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur.”
Saha sonra Atatürk, 1930 yılında kız kardeşi Makbule hanımın da üyesi olduğu Serbest Fıkrayı, hükümeti denetlemesi ve çok partili sisteme geçişi olarak bir adım gördüğü için, arkadaşları Nuri Conker, Ali Fethi Okyar ve Ahmet Ağaoğlu’na kurdurmuştu…
Ancak Atatürk’ün kendi kurduğu Halk Fırkasını tercih ederek Ali Fethi Bey'e muhalefete devam etmelerini önerdi. Fakat bu durumda eski iki dost artık siyasi birer rakip olacaklardı. Ali Fethi Bey, Gazi Paşanın karşısında yer almayı aklının ucundan bile geçirmiyordu. Bu ortamda toplanan Serbest Fırka Kurulu 17 Kasım 1930'da kendini feshetme kararı aldı. Böylelikle Ağustos ayında kurulan Cumhuriyetin 2. muhalefet partisi daha 100 gün bile yaşayamadan siyasi hayata veda ediyordu. Birinci kurulan siyasi parti kapatılmıştı ikinci kurulan ise kendiliğinden feshedilmişti…
Sonra araya 2. Dünya savaşı yılları girdi…
Çok partili sisteme geçilmesi gecikiyor, ülke tek parti ile yönetiliyordu. İşte bu sırda ki yıl 1946, Demokrat Parti kuruldu…
7 Ocak 1946 tarihinde Adnan Menderes, Celâl Bayar, Mehmet Fuad Köprülü ve Refik Koraltan tarafında kurulan Demokrat parti ile gerçek çok partili rejime geçilmiş oldu.
İlk seçimde Demokrat Parti, çoğunluğu sağlayamamış ancak 1950 yılında yapılan seçimde iktidarı devralmıştı…
Seçimi DP’nin kazandığı kesinleştiği gün, kuvvet komutanları İsmet Paşa’ya çıkıp “Paşam… Yanındayız” demişler ancak İsmet Paşa “Göreviniz yeni seçilen iktidara yardımcı olmaktır” diyerek niyetlerini geri çevirmişti…
Ve sonrasında “Hadi Mevhibe, evimize gidelim” diyerek Çankaya Köşkünden Pembe Köşk’e yürüyerek gitmişti.
1950 yılında itibaren DP iktidarı ülkeyi yönetmeye başlamış, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ekonomik atılımları sürdürülen, ekonomik gelişmeyi devam ettirmiş, aynı zamanda ekonomik bağımsızlığı da kaybetmeye başlamıştı…
1957 yılında erken seçim kararı alan DP, yapılan seçimlerde tekrar iktidara geldi…
Bazı seçim bölgelerinde henüz sandıklar kapanıp sayımlar başlamadan, öğlen saatlerinden itibaren radyodan seçimleri DP’nin kazandığı haberleri verilmeye başlandı…
Ne olduysa 1957 seçimlerde iktidarını yineleyen DP’nin yasa dışı uygulamaları, halkın üzerinde baskı kurmaya “Vatan Cephesi” gibi radyolardan saatler süren anlamsız uygulamalar ile ülke karışmaya başlamıştı.
Nedeni?
Bir çok nedeni var ama asıl nedeni şuydu…
DP ve Adnan Menderes, kendini artık “Çok” ve “Tek” güç olarak görmesi, başta Anayasa olmak üzere yasaları hiçe sayması ile sonuçlanan sürece girmesi idi…
Ve 27 Mayıs 1960…
Askeri darbe oldu…
Çünkü amacı Atatürk ve İsmet İnönü gibi demokratik ve parlamenter rejimi kurma ve sürdürme çabalarına rağmen, “Tek güç benim, benden daha güçlüsü yok” vehmine kapılan Adnan Menderesin davranışları ve giderilemez arzusu idi…
Biraz tarihin içinde sürükleyerek anlattığım “GÜÇ SARHOŞLUĞUMA” kapılmak, özellikle siyasette ama yaşam sürecinin her döneminde oldukça tehlikeli bir düşüncedir.
Eğer toplum içinde bazıları “Tek güç benim benden daha güçlüsü yol” sarhoşluğuna kapılırsa, dönüp tarihe bakmaları faydalı olur.
Çünkü bu milletin, “Güç” gösterisinde bulunanlara tahammülü yoktur…