ABDULLAH’IN YOZ SÜRÜSÜ, KÜRKÜN ÇEVRESİNDE DOLANARAK YAYILIYORDU
(Kaynak kişi: Turan Atik)
Ben bu olayı Goca Memetler’in Alo’dan dinledim. Alo, diyo ki:
— Yanımda bir arhadaşım ile ikindi vahdında yayladan iniyoduh. Porek’e indikden sonra su içmek için pünerin başında durduh. Gurt İni üzerinde bir yoz sürüsü vardı. Sürünün Goca Kürd Abdullah’ın olduğunu biliyoduh. Abdullah, kürk omzunda ayahda duruyodu. Bir müddet sürüyü izleyip ne gadar uysal olduğunu gonuştuh. Sürü biraz uzahlaştıhdan sona geri döndü. Tekrar uzahlaştı, yine döndü. Abdullah ise hareketsiz duruyodu. Sürünün, çobana bağlılığına hayret ettik.
Tatarderesi’ne geldiğimizde hayretimiz çok daha fazlaydı! Sürünün çobanı Abdullah, köyden sürünün yanına dönüyordu. Oysa biz onu kürküyle ayahda, sürünün yanında zannediyoduh. Yohsa sürüyü başga birine mi bırahmıştı?..
Gendisine “sürünün yanındaki kimdir? Biz, seni sürünün başında biliyoduh,” dedik.
Aldığımız cevap bizi daha çok şaşırttı:
— Sürünün başında hiç kimse yohtur. Sizin adam sandığınız, değneğimin başına geçirdiğim kürkümdür. Değneğimi yere diktim, kürkümü de başına geçirdim. Davara görünmeden gizlice ayrıldım. Onlar kürkümün çevresinde döne döne yayılırlar. Ben nişanlımı görmek için sabahtan köye indim. Gurt ve hırsız gorhusu olmasa, sürünün başına hiç gitmem bile. Değneğimle kürküm sürüyü yayar,” dedi.
Hakikaten de sürü kürkünün çevresinde döne döne yayılıyorlardı. Onun kürkünde ne kerâmet vardı anlayamadıh!
YAYDIĞI GOYUNU ETİNDEN TANIDI
(Kaynak kişi: Turan Atik)
Hacı Hasan’ın Mustafa (Lâkabı: DÜMBÜLLÜ) şöyle anlattı:
— Daşguyu’da yoz yayıyodum. Bir de yanaşıh arhadaşım vardı. Ekmeğimiz bitmişti. Guyrukçuyu köye gönderdik, üç gün geçti, daha dönmedi. Neredeyse açlıhdan öleceğiz. Biz yozu sulayıp çıharken Goca Kürd Abdullah sulağa geldi. Bana dedi ki:
— Mustafa yeğenim, ben iki defa saydım sayı bir esik çıhıyo. Sulahtan çıharken şu goyunu bir de sen say hele.
Ondan bir goyunu benim sürüye gatmah geldi içimden. Gece keser yeriz, böylece açlıhdan gurtuluruz diye düşündüm.
Bir kere saydım, sürünün sayısı tam çıhdı. Bir daha saydım, yine aynı. İkinci defa sayarken amacıma ulaştım. Bir goyunu o, görmeden benim sürüye gattım. “Abdullah emmi, doğru saymışsın. Bir dene esik, dedim.
O, gediği yönde gaybını aramaya doğru giderken, biz de ters yöne açıldıh.
İlk ahşamdan goyunu kesip yüzdüm. Gafasını ve içini köpeklere yedirdim. Derisini de tanınmayacah şekilde parçaladım. Gurt yemiş süsü verdim. Bir parça eti kevenler üzerinde pişirmeye çalıştıh. Çiğ çiğ yedik. Etin tamamını kemikten ayırdım. Arhaçta gavurma yapacağız.
Gece oldu, arhaca sürüleri yatırdıhdan sona ateş yahıp, gavurma yapmaya başladıh. Köpeklerimiz bir yere doğru havlıyodu. Arhaca doğru bir sürünün gelmekte olduğunu dangırdah sesinden anladıh. O zaman iyice telâşlandıh. Onun arhamıza düşüp geleceğini hiç düşünmemiştik! Elimiz, ayağımız birbirine dolaştı... Hemen orada ağız birliği ettik. “Bu nedir?” diye sorduğunda şöyle diyeceğiz:
“Üç gün önce, guyruhçuyu ekmeğe gönderdik, daha köyden gelmedi. Sürüden bir goyun kesip açlığımızı yatıştırdıh. Mal sahibine de gurt yedi, diyeceğiz.”
Abdullah, sürüyü arhaca yatırıp yanımıza geldi. Onu şüphelendirmemek için çabalıyoruz. Etin kohusunu uzahdan almıştı. Biz bir şey sormadan önce, düzmece yalanı söyledim. Közün üzerindeki etten bir parça getirip ona verdim. Göz ucuyla da hareketlerini takip etmeye çalışıyom. Sırtımdan ter ahmaya başladı. Verdiğim eti çiğnedi çiğnedi, bana dönerek:
— Ulan gâvur! Bu benim gaybolan şişeğin etidir. Yaydığım goyunu etinden tanırım. Bana yalan söylemeyin! Çabuh kellesini ve derisini getirin göreyim!..
Yeminlerimizin ardı arhası gelmiyodu. Gafayı ve deriyi köpeklere parçalattığımızı, yazıya dağıldığını söyledik.
Biraz olsun yatıştı. Sonra şöyle söyledi:
— Yalanları sayıp sıraladınız. Bunların aslı astarı yohdur. Size inandığımı sanmayın! Sizin sürünüzün içinden böyle lezzetli bir et çıhmaz. Bu et, benim şişeğin etidir, dedi.
Onun sürüsünün eti farhlı olurdu.
CAFER TAYYAR
(Kaynak kişi: Abdullah TÜRKÖZ)
Köyümüzde kimsesiz, hiç evlenmemiş “Cafer Tayyar” diye bilinen biri vardı. Mesleği köşkerlikti. Şair ruhlu, duygulu, herkese garşı saygılı, itikadı kuvvetli biriydi. Onun çok sayıda şiiri vardı ama yazılmadığından unutuldu. Ben gendisinden sadece üç tanesini öğrendim.
Köyde galacak bir evi bile yohtu. Çinçikler’in Büyük Han’ın bir odasına somyasını atmış, orada yaşıyordu. Bu odada eskiden köyün büyükleri toplanarak sohbetler edilir, misafirler ağırlanır, Kur’ân-ı Kerim ohunur ve öğrenilirdi. Her şeyin bir ömrü olduğu gibi, oda son günlerini yaşıyordu. Büyük oda Cafer Tayyar galdığı zamanlar yıhılmaya terkedilmişti.
Cafer Tayyar’ın gader çizgisinde kimsesizlik, yohsulluh, çaresizlik, sahipsizlik... vardı. Ama o, bunların hiç birinden şikâyetçi değildi. Sonradan gelen felç, onu perişan etmişti! Geçimini sağlamah için çalışmah zorundaydı. Her ne gadar çevreden yardım yapılsa da, gendi yağıyla gavrulmanın dadı başkadır. Hani bir atasözünde “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.” Felçli hâlinde bile mesleğine devam etti.
Bir zamanlar seslerin kesilmediği odaya Cafer’den başga kimseler uğramıyordu. Bu sessizlik uzun sürmedi. Gışın bastırmasıyla goyunlar evlere alındılar. İşte o gün Cafer’in odası yeni arhadaşlarıyla doldu!.. Bahara gadar goyunlarla galması gerekiyordu. Cafer Tayyar, bundan da rahatsız olmadı. Soba derdinden gurtulmuş, sıcah bir ortam içinde gışı geçirmesine seviniyordu. Onu rahatsız eden bir şey vardı ki, “Büyük odanın mazisine yapılan saygısızlık!..” Bir şiirle bu olayı şöyle anlatıyor:
Şen olurdu gündüz ile gecesi,
Elif Elif okunurdu hecesi.
Mollalara ders verirdi hocası,
Şimdi büyük oda ahır mı oldun?
Şad olarak otururdu yârenler,
Sohbet edip, okunurdu Kur’ânlar.
Acımaz mı bu hâlini görenler!
Şimdi büyük oda ahır mı oldun?
Sabah-akşam yenilirdi yemeği,
Yapan ustan nasıl vermiş emeği!..
İstemezdim sana böyle demeyi,
Şimdi büyük oda ahır mı oldun?
Yürü Cafer Tayyar yoluna yürü.
Daş olsa da erir dağların garı.
Gırılsın Çinçikler, galmasın biri
Şimdi büyük oda ahır mı oldun?
ÖLÜM VAR!
Gafil insanoğlu almaz ibretten,
Gidenlerin teki dönmez gurbetten.
Vadesi yetenler içer şerbetten,
Düşün insanoğlu ölüm var ölüm...
Bir gün gidilecek dünyadan öte,
Var mı bu sözümde yanlış ve hata?
Seni bindirirler bir tahta ata,
Düşün insanoğlu ölüm var ölüm...
Şu yalan dünyada sürmedim demi,
Kur’ân’dan okudum elif’i, mim’i,
Eyerlenmiş atım, ağzında gemi...
Düşün insanoğlu ölüm var ölüm...
Der Cafer Tayyar’ım doğrult yönünü,
Has bahçende soldururlar gülünü!
Eğer yemiş isen bir kul hakkını,
Düşün insanoğlu ölüm var ölüm...
DÜNYA
Şu yalan dünyanın fenadır sonu,
Mutlaka gelecek Kıyamet Günü.
Toprak ettin gelen insanoğlunu,
Neyledin Adem’i, Havva’yı dünya?
Söyledik de sözlerimiz suç oldu,
Sana önce gelen şimdi göç oldu.
Ahir Zaman Peygamberi nic’oldu?..
Kimlere sürdürdün sefâyı dünya?
Der Cafer Tayyarım sözüm söyleye
Kim kalır ki ikindiye, öğleye?..
Hani nerde kaldı onca evliya?
Yıktın viran ettin yuvayı dünya!..