Öncelikle eski ramazanları yaşayıp aramızdan ayrılan geçmişlerimize Allah’tan rahmet dileyerek söze başlamak istiyorum.
O eski insanlar bana göre bir evliyâ idiler. Katıksız ekmekle oruca niyet eder, duru suyla da oruçlarını açar, iftar ederlerdi. Bizler babaannemin oruca niyet edişine gülerdik. Derdi ki;
Ekmek yedim kuruca
Su içtim duruca
Niyet ettim yarınki
Tutacağım oruca
Kıtlık mı vardı ? Hayır. Boğaza fazla önem verilmez, hatta “boğazda bostan bitmez”diyerek çok yiyenler kınanırdı.
Eğer bir evin reisi bir çuval un, bir teneke yağ, üç kilo da tahin almışsa, işte o ev Ramazanı bayram sevinciyle yaşardı. Bu erzakı düzen (gazanan) erkeğin artık yanına varılmazdı cakadan. Gerisi ev hanımının mahâretine kalırdı. Artık o hanım becerisine göre, un ve yağdan keteler, halkalar, börekler, çörekler... yapabildiğince çeşitler yaparak ev halkını mutlu etmeye çalışırdı.
Eskiler... ah ahhh o eskiler... benim hatırladığım kadarıyla eskiden her şey daha iyi ve çok daha değerliydi.
Komşunun değeri, günlerin, ayların, Ramazanın, Bayramların ayrı değerleri vardı. O günün insanının birbirlerine sonsuz güveni, sevgi ve saygısı vardı. Eskiden, oruca verilen değerse daha da farklıydı. İnanın anlatmaya zamanlar yetmez.
Oruç tutan Müslümanları bırakalım, o günün Ermenileri (eski mahallemizde komşu idiler) Ramazanda onlar bile sanki oruç tutarlardı. Ben hâla hayret ederim, o insanların içerisinde hiç mi tiryakileri yoktu. Hiç birinin oruç günü sokakta, iş yerinde ne bir sigara içtikleri görülür, ne de üzerlerinde sigara içtiklerine dair bir emâre olurdu. İçlerinde çok usta terziler, saatçiler, kunduracılar, bakırcılar, camcılar vardı , hiç birinin ne bir şey yediği veya içtiği görülemezdi. Eskinin Ermenisi bile iyiydi diyorum.
Eski mahallelerde taş fırınlar olurdu. Her evden bakır leğenlerle yoğrulmuş hamur gelir, isteğe göre ekmek, kete, halka, börek, çörek yaptırılırdı. O dönemde Ermenilerin de halka ve kete yaptıkları olurdu. Herkes onların yaptığı ketenin güzelliğine hayran kalırdı. Çünkü, onlar biraz daha yemeklerine özen gösterirler, yemeğin malzemesinden iktisat yapmadan bol yağlı keteler yaparlardı. Bu konuyu Everekli Seyrani Baba, bir şiirinde ne güzel izah eder:
Ermenin, Rumun yağlı ketesi -Kaypak Müslümanı dinden çıkarır.
Bu şiirinde o da Ermenilerin ve Rumların daha güzel kete yaptıklarını kabul ediyor. Eski fırıncıların şeet’leri olurdu, yani yardımcıları ... bugün çırak dediğimiz kişiler... Dikkat edermisiniz, eski insanlar, çalışan küçük işçilerine “çırak”demekten bile hayâ ederlerdi. şeet, kalfa,usta,başusta gibi değerleri vardı. Fırında pişen ekmek, kete, halka gibi hamur işlerini şeet, evlere taşırdı. Bunlara bahşiş olarak getirdiği ne ise illa ondan bir miktar verilir ve mutlaka gönlü alınırdı. Leğenle götürülen hamurdan eğer fırında sıra çoksa iftara yetecek kadar çörek yaptırılır, yani bugünkü pideler gibi, o pişen çörekleri de eve gidene kadar kimi görürsen onu taze ekmek al, çörek al, kete al teklifinde bulunarak, illâ ucundan al gibi ısrarlar da bulunarak mutlaka almaları sağlanırdı. Ne kadar insana ikramda bulunmuşsanız o derece sevinç yaşardınız. İşte insanlık, işte eski insanların insan ilişkilerine ve insanlara verdiği değer...
YAYLALARA DEĞİŞMEM.
Ben aziz bilirim dost kokusunu,
Sevgiyi,saygıyı her ikisini,
Dostlarla olunca bağ sekisini,
Toroslar da yaylalara DEĞİŞMEM.
Bence cihan değer dostluğun tümü,
Dostlukla doldurun yarıp göksümü.
Dostun yüzündeki tek tebessümü,
Cennet vâri sahralara DEĞİŞMEM.
Dostun sıcaklığı sarar kışımı,
Sırtımda taşısam çatmam kaşımı.
Yaslasam omzuna yanan başımı
Başı karlı sarp dağlara DEĞİŞMEM.
Eğer açılırsa dostumla ara,
Oluşur içimde onulmaz yara.
Dostun çadırını ben saraylara,
Trilyonluk villalara DEĞİŞMEM
Eski ramazanlardan en çok keteyi, halkayı, hoşafı ve karlı suyla soğutulan şeker şerbetini özledim. Şekere ekmek doğrayarak sahur yemek, iftar etmek, orucun en kıymetli ziyâfeti sayılan has yiyecekleriydi.
Dün erzak almak için Beğendik’e uğradık.aldığımız gıda maddelerini arabamız olmasa taşımamız mümkün değildi. Bu nasıl oruç tutmak ki sekiz saatlik açlığa on altı saatlik tıkınma malzemesi... Hem de alınanları herkesin görebileceği yerde sallaya sallaya eve götürme gururuna yenik düşmek... Alamayanların olabileceğini düşünmeden kostak kostak yürüyerek “ben satarım, ben alırım ben götürürüm”aslan edâlarıyla küçülmeler ters geliyor ters...
Dilimizden düşmeyen “Errızkı taal Allah”yani rızık Allah’tandır, inancını söyleyip “ben alırım, ben satarım” ne demek oluyor, kafam almıyor.
Alabildiği bir şeyi evine taşırken koltuğunun altında saklı getiren, yerken de illa komşusuyla paylaşan, yakınlarının göz hakkı inancıyla, bana veren Allah komşularıma vesile olsun diye vermiştir.zihniyetiyle hareket edebilen insaniyet ve İslamiyet örneği insanlar... yüzde doksanının okuması yazması bile yoktu. Ama o insanları anmadan ve geçmişlerimize rahmet okumadan geçmek mümkün müdür bilemiyorum. Ama şimdi bizler yaptığımızla, yediğimiz, giydiğimiz ve de oturduğumuz evlerimizle övünmekte haklıyız. Çünkü hepimizin evi birer saray yavrusu, villa ve sanat eseri apartmanlardır.