Bazı kavramların içi tevil edilerek öylesine boşaltılır-saklanır ki sonunda yapılan o tevilden çoğu zaman tavşan çıkar ve ağzını açmış cehaletin ağzını anında kapatır. Konuya bu kadar sert girdiğimizi mi düşünüyorsunuz? Hayır, öyle düşünmeyin. Niyetimiz halistir.
Bir önceki yazıda dedik ki, Hubb’ûl iman’el ehubbûhû imanehû /yani iman tam da iman sevgisindendir. Bu hadisin kimisine göre mevzu olan orijinali şudur: Hubbul vatan minel iman. Peki, biz neden böyle bir tashihi (!) bilerek yaptık? Şundan dolayı, öyle bilgililerimiz! var ki bilgiyi başkasını dövmek için yanında değnek diye tutan. İyi hoş da bu zevat niye ülkenin iman kimliğine tek kelam etme becerisinden yoksunluğunu kendisine post edinirken bıyık altından her tevilin dış yüzüne gülerek katkıda bulunmayı suskunluğunun iç yüzü haline getirir? Konuşmalı, yazmalı değil mi? Bilgi paylaşıldıkça büyür.
Şimdi, dostlar bağcı dövücü değiliz üzüm yiyeceğiz. Öyle ise ülkemizin mümbit topraklarında yetişmiş Arapça grameri mevzuatta okutulduğu gibi bilen ama ne yazık ki gramerin tarihini zerre bilmeyen muhterem hazirûna deriz ki bidakika ey azizler, hele durun bakalım…
Derler ki bu muhteremler, Min hubbû kabileût tevbeât’ül resûlêût diye bir hadis yoktur; olsa ne olur, hem de bu neyi ifade eder dinin aleni hükümlerine karşı? Ayriyeten, bu muhteremler, der ki Arapçada ‘’ût’’ ile biten/sonlama bir gramer kaidesi (ifade’ül kâdet) yoktur. Bu ne cahilliktir ey Ahi...
Şimdi konuşma sırası bizde öyleyse, biz de deriz ki: Ey bilen falan’ül falan, hadisi şerife olsa ne olur olmasa ne olur demek Hz. Peygamber’e bir edepsizliktir. Olmayan şey üzerinden edep kontrolü olmaz dersen şayet, deriz ki evet doğru olmayan şey vahyin münderecatı da olabilir sana göre... Değil mi ama? Peki, ikinci itiraz dersin ki hadis ilmi için yazın stili lazımdır, (ne demekse…) yani (derecet’ül ûlemayı kablêl) ardından da dersin ki bu da yetmez his (ehûssû - el hissû) gerekir, bunun da münderecatını ancak siz bilirsiniz ya, neyse yine diyelim niye his ve hadis beraberliği...
Şundan dolayı imiş, bizler kendi içimizde yalnızken hadisler his olarak vardı. Peki, bunu ifade eden kim? İmam-ı Âzam... İmam-ı Âzam’ın hadis dediği yukarıdaki bilgiye sen öyleyse mevzu dersin de, bu muhterem imamın hadis ilmiyle ilgili görüşünü tercih edersin. Niye? Meseleyi uzatmayacağım, bugünkü ulemanın(!) kendine has tercihlerini gördükçe insan çok üzülüyor. Derste İmam-ı Âzam’ın reyini tercih eden dışarıda nasıl İmam-ı Âzam’ın ifadesini delil olarak kullanmayı kabul edemez. Bu ilmin bir nitelik davası yok mudur? Mesele sadece salt tercih midir? Veyl ola...
Gramer ve "ût" konusunu İbn-i Teymiye’nin (kullanımlarını) Türkçeye de tercüme edilen külliyatında bulmak mümkündür, merak eden bakar.
Biz niye mi Hubb’ûl iman’el ehubbûhû imanehû dedik? Yani kavm’ül demedik de iman dedik. Şundan dolayı, imanı hangi kavm üzerinden âleme musahhhar kıldı, Allah Azze ve Celle: Kureyş değil mi?. Öyle ise Kureyş bilgisi nasıl bir bilgidir Erenler? İmanın havuzudur Kureyş (ibn’ül Arabi –rahmetullahi aleyh-) Vesselam mı? Devam mı?