“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar
yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır.
Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.”
“Gelirse yine işgalciler, ellerinde silahlarla, filamalarla; Geldikleri gibi giderler.”
“Türkiye’nin güvenliğini amaç tutan, hiçbir ulusun aleyhine olmayan bir barış istikameti
bizim düsturumuz olacaktır.”
“Her fabrika bir kaledir.”
“Yurtta sulh, cihanda sulh…”
Yukarıda okuduğunuz sözlerin hepsi, ömrü savaş meydanlarında geçen Gaz Mustafa Kemal
Atatürk’e aittir.
Bu millet ve ordusu, gerektiğinde savaşa her zaman hazırdır.
Her Türk, aksara gittiğinde, elini silah üzerine koyar ve şöyle yemin eder…
“Barışta ve savaşta, karada denizde ve havada, her zaman her yerde, milletime ve
cumhuriyetime, doğruluk ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime
itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip,
icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğruna seve seve hayatımı feda eyleyeceğime,
namusum üzerine and içerim.”
Asker giyisilerini üzerine geçiren, eline silahı alan ve vatan görevini yapmaya başlayan her kişi,
bu yemini etmedikçe “Asker” sayılmaz.
Bu yemini hücrelerine kadar yemin ederek asker olan milletin evlatları, sıra vatan savunmasına
gelince, elbette gözünü budaktan sakınmaz.
Vatanın toprakları ve ulusal hakları tehlikede ise, başvurulacak şey, ilk olarak asla savaş değildir.
Onda önce yapılacak şey, siyasal yolla sorunları çözmekten geçer ki bunun adına da diplomasi
denir…
Diplomatik çalışmaları başarılı br şekilde yürütmek için gerekli olan şey, ince ve kıvrak zekadır.
Asla aceleye gelmez, zaman her şeyin çözümü bulacak kadar her zaman vardır.
Diğer yandan ordunun gücü ve milletin imanı, tek başına savaş kazanmaya yetmez. Devlet olarak
da her yönden güçlü olmak zorundasınız. Başta ekonominiz olmak üzere…
Yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözünü hatırlayalım.
Kurtuluş savaşı sonrasında; “Türk milleti, bütün tarihinde savaş meydanlarında birçok zafer
taçları giymiştir. Bununla övünür, daima övünecektir. Ancak, bu övünç tacını daha çok
süsleyerek milletin başında tutabilmek için, diğer bir alanda da kesinlikle başarılı olması
gerekir; o da ekonomidir.”
Savaşa girdiğinizde karada yakıtı topraktan, denizde sudan, havada buluttan almıyorsunuz.
Harcadığınız şeyin adı petrol ve o da sizde yoksa…
Silah ve mühimmatın bedeli, sokak çeşmesinden akmıyor. Güçlü bir ekonomi gerektirir.
Eğer silah sanayiniz gerektiği kadar güçlü değil ve yönetimi de sizde değilse, paranız da olsa bir
işe yaramaz.
Bu satırları yazdığım sıralarda dolar kuru, 7,44 seviyesine erişti. Paranız olsa da almanız yine
ekonominiz güçlü değilse ve uluslar arası platformda da hiç dostunuz kalmamışsa…
Doğrudur, savaş süngü ile kazanılır da o zaman ordunun başına da bri Gazi Mustafa Kemal
Atatürk gereklidir.
Yaşadığımız sorunları çözmek için Atatürk asla savaş sözleriyle başlamaz, onun askeri ve siyasi
dehası buna izin vermez, ülkeyi sonunda kazanacağı bir savaş da olsa, son noktasına gelmeden
milletini ve vatanını tehlikeye atmaz, yoksulluğun pençesine bırakmazdı.
İkinci dünya savaşına İsmet İnönü, böyle bir düşünce ile ülkeyi savaşa sokmadı ama, sonunda
kazananların safında olmayı başardı.
Almanya'da yayımlanan günlük Dia Welt gazetesinde yayınlandığı ileri sürülen bir habere göre,
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı ve orduların başkomutanı sıfatıyla Erdoğan, Deniz
Kuvvetlerine can kaybı olmadan bir Yunan gemisinin batırılmasını emretmiş. Komutanlar emri
reddetmişler.
Ama bunun yerine bir savaş gemimiz, Yunan gemisine kafadan girerek hasar verip tersanelerine
göndermişti, bunu da televizyonlarda izledik.
Hava Kuvvetlerine, bir yunan uçağını, pilotunun altlayarak kurtulmasına zaman tanıyacak kadar
bir süre içinde düşürülmesini emretmiş, komutanlar bu emri de reddetmişler…
Ama bunun yerine Yunan uçakları ile girdikleri amansız bir “it dalaşı” hareketi ile bütün Yunan
uçaklarını bölgeden gitmelerini sağlamışlar. Bunların da radarı ve pilotların konuşmaları,
televizyonlara yansıdı zaten…
XXX
Bütün bunları neden anlattım?
Yıl 1974…
Kıbrıs Rumları, adada yaşayan Türk’lere vahşet uyguluyorlardı. O kadar ki acil müdahale
gerekiyordu. Zamanın başbakanı Bülent Ecevit, garantör devlet olan İngiltere’ye olayın
diplomatik yolla çözümlünü sağlamak için gitmiş, görüşmelere rağmen Türji’yenin askeri
harekât yapamayacağını zannettikleri Türkiye’yi çok da dikkate almamışlardı.
Ecevit, Londra’dan Turan Güneş’e telefon açarak o ünlü şifreyi söylemişti, “Ayşe tatile çıkabilir…”
O gece başlayan askeri harekât ile Kıbrıs’ta bugünkü KKTC kurulmuş oldu.
Yani bu bir savaş başarısı idi…
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
ABD başta olmak üzere ülkeler Türkiye’ye ambargo uyguladılar, ekonomi zayıfladı ve askeri
başarı bir daha Bülent Ecevit’i tek başına iktidara taşmadı…
Demek ki neymiş?
Eğer ekonominiz güçlü değilse, siyasi sorumlulukla kazanacağınız savaş başarısı, sizi asla
iktidara getirmez miş…
Tarih bilmemenin en acı yanı, başarıya gidiyorum derken yere çakılmaktır. Ama bedelini millete
ödetirsiniz…