Hafta sonu Elazığ merkezli ve Malatya’yı da içine alan coğrafya içinde yaşanan deprem ile bir kez daha “Deprem” Türkiye’nin gündemine oturdu.
Birçok ilden yardım ekipleri olay yerine koştular, yıkını altında kalan vatandaşları sağ çıkarmaya uğraştılar.
Bu tür yıkımlardan sonra ölen-yaralanan sayısını vermekten sıkılıyorum, utanıyorum.
Yine deprem ile yaşamayı öğrenmekten söz ediliyor.
Yine harita üzerinden ilim adamları, felaketin nedenlerini açıklıyor ve gelecekte de bu felaketlerin yaşanacağının kaçınılmaz olduğunu üzerine basa basa söylüyorlar.
Hemen hepsinin de ifade ettiği şey aynı, Doğu Anadolu Fay zonu çalıştı.
Bundan sonra da çalışacak ve beklide önümüzdeki günler içinde daha da şiddetlisi aynı bölgede veya üç aşağı beş yukarı mevkilerde olabilecek…
Buraya kadar her şey tamam da biz millet olarak, gelmiş geçmiş iktidarlar olarak vatandaşı deprem ile yaşamayı öğrenmesi konusunda yönlendirirken kendi üzerine düşen görevi yerine getirmekten neden kaçar acaba?
Olay yerine çadır göndermek, seyyar mutfak kurmak, battaniye dağıtmak acaba yeterli mi?
Bu ülkede deprem olduktan sonra örneğin Japonya gibi, insanlar ne zaman gündelik yaşamlarına kaldıkları yerden devam etme şansını yakalayacaklar?
Japonya’da hemen her gün büyüklü küçüklü şiddetli deprem oluyor ama halk hiçbir zaman etkilenmiyor…
Neden?
Onların üzerinde muska mı var, okuntulular mı nedir?
Kalkıp düzüm düzüm olay mahalline gidip boy gösteriyorlar. Kameralar karşısına geçip olanı biteni anlatıp ölen-kalanın sayısını veriyorlar.
Oysa ülke genelinde deprem ile nasıl yaşanacağını öncelikle iktidarların öğrenmesi gerekiyor.
Ankara’da deprem olsa saray çöker mi acaba?
Çökmez çünkü depreme dayanıklı yapılmıştır. Hiçbir masraftan kaçınılmamıştır. Her bir tarafı sapa sağlamdır…
Vatandaşın evinin inşaatını aynı duyarlılıkta yapılıp yapılmadığı ne kadar denetlenir acaba?
Yalova depreminde yıkılan evlerin müteahhidi ile Van depreminde yıkılan otelin sahibinin çektiği ceza, ölenlerin kefaretini ödedi mi ki?
Önümüzdeki günlerde geldi-gelecek, oldu-olacak diye dört gözle beklediğimiz Marmara depreminde, muhtemelen binlerce ev yıkılacak düşünmek istemediğim kadar da can kaybı olacak.
Sonuç sır değil, bilinen gerçek ama…
İlle de “Kanal İstanbul” yapacak adam…
Hem de “Kim ne derse desin” diyerek…
Yapacağı kanalın depremdeki akıbeti bile belli değilken…
Olsun, yapacak çünkü insanlarımız “Deprem ile yaşamayı öğrenmek” zorundalar. Onlar öğrenecek ama iktidarlar öğrenmeyecek.
İstanbul depreminden zararsız çıkmak için yapılması gereken çalışmalar, bir-iki yılda bitecek bir şey değil. Belki riskli bölgeler tamamen yıkılıp yeniden yapılacak, belki yerleri değiştirilecek belki de başka bir şey ama mutlaka bir şeylerin yapılması zorunlu…
Deprem uzmanı değilim elbette ama düşüncemi açıklamak istiyorum…
İstanbul açısından korkmaya gerek yok, Doğru Anadolu Fay zonu, Marmara depremini etkilemez.
Ancak Doğru Anadolu Fay zonu üzerindeki Elazığ ve çevresini etkileyen depremin asıl etkilemesi gereken, hatta etkilemesi şart olan tarafı, iktidara vereceği derstir.
Olay mahallinde, yıkıkların arasında, bindiğin zaman içi sıcacık makam aracınla boy göstermen, hiçbir acıyı dindirmeyeceği gibi hiçbir sorunu da çözmeyecektir.
Olay mahallinde sorunu çözecekler zaten canla başla gecelerini gündüzlerine katıp, dondurucu soğuğa rağmen görevlerini yerine getiriyorlar, canlar kurtarıyorlar. Siz gittiniz de kaç kürek toprak attınız orada, kaç can kurtardınız?
Görüntü, dünkü iktidar zamanında da böyleydi, bugün de böyle, gerekenler biran önce yapılmazsa, gelecekteki iktidarlar zamanında da böyle olacaktır.
Ha…
Bu arada artistin biri, sosyal medya hesabından eleştirip, Ecevit hükümeti zamanında meydana gelen deprem ile bugünü karşılaştırmak gibi bir ukalalığını sergilemiş.
Yahu…
Sen artık bundan sonra siyasi mevtasın, ikide bir mezarından kafanı kaldırmaya kalkma, üzerindeki vebal toprakları ağır, çıkamazsın…
Sonuç olarak…
Türk halkı, deprem ile böyle yaşamak istemiyor…
XXX
Yazıyı bitirdim, yayına göndereceğim. Baştan bir daha, bir daha bir daha okudum. Acaba provokasyon (Kışkırtma) var mı? Olmasın çünkü, amaç asla provokasyon olamaz. Düşüncelerimizi anlatacağız. Umulur ki birilerinin dikkatini çeker ve gerçekleri görür.