Torosların yamacındaki küçük Avşar Türkmen’i köyünde Ömer- Nesli çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ailesini sevince boğmuştu. Başta, dedesi İsmail Bey’in keyfine diyecek yoktu. Hayata merhaba diyen erkek torununa Yaşar ismini vererek, “adıyla birlikte yaşasın, inşallah memleketimize hayırlı bir evlat olur.” Sözleriyle beklentisini belirtmiş, başta doğumunu muştulayan kadınlar olmak üzere fakire, fukaraya hediyeler dağıtmıştı.
Türkmenlerin varlıklı, sözü geçen, saygın insanlarına bey unvanı verilir ağalık, şeyhlik gibi Türk töre ve yaşam tarzında yer bulamayan benzetmelere kesinlikle yer verilmezdi. Bu sebepten İsmail Bey( Baa) muhitinin beyi konumundaydı. Köyünde ve komşu köylerde bakkalı bulunmakta, dağların karşı yamacındaki Tufanbeyli, Saimbeyli yörelerine dokutmuş olduğu kilimleri pazarlayıp, oralardan getirdiği kereste ve benzeri sarf malzemelerini yakın çevresindeki yerleşim yerlerine dağıtmaktaydı. Kapısı açık, sofrası geniş insandı. Yaz, kış fark etmeksizin misafiri eksik olmaz, hatunu, gelinleri, oğulları, kızları gelen konukları ağırlayıp hizmet etmekten keyif alırlar, bu durumu törelerinden gelen kutlu bir gelenek olarak kabullenirlerdi. Fakirleri, düşkünleri gözetip kollayan aile birçok insanın sığınma kapısı olur, askere gidecek gençler, hastalar, sair ihtiyacı olan şahıslar İsmail Bey’e başvurur, isteklerinin geri çevrilmeyeceğini bilirlerdi. Çoğu zamanlar, durumunu düzeltemeyen şahıslara verilen borçların üzeri çizilerek ferahlamaları sağlanırdı.
Aynı zamanda bir gönül insanıydı İsmail Bey, zamanın okuma yazması olan nadir şahsiyetlerinden birisiydi. Bulduğu kitapları okur, gelecek ve ülke meseleleri hakkında bilgi sahibi olmaya çalışır, kendisine danışılan konularda çevresindeki insanları bilgilendirmeye çalışırdı. Bu sebepten torunu Yaşar’ın kültür sahibi bir genç olarak yetişmesini istiyor, ona göre planlar kuruyordu. Elbette, çocukluk dönemlerinde herkesin evladı gibi doğayla haşır neşir olacak, hayatın zorlukları ve insanlara bahşedilen nimetlerin kıymetini anlayacak, ata binecek, davar gütmeye gidecek, belki eşekten düşüp kolunu kıracak, vahşi hayvanlara karşı tedbir almasını öğrenecekti. Büyük ihtimalle toy delikanlılık döneminde gözünde defalarca güzelleştirip, erişilmez bir konuma getirdiği akranı genç bir kıza sevdalanacak, onun için türküler söyleyip, şiirler yazacak, kimsenin yanında olmadığı zamanlar sevdasını dağa, taşa duyurmak maksadıyla Toros Dağarını en uç zirvelerine kadar haykırarak ruhunu rahatlatacaktı… Lakin, o dönemlerde her çocuğun imkansızlıklardan dolayı elde edemediği okuma, tahsil görme şansı ona sonuna kadar verilecek, istediği okullarda eğitim görmesi sağlanacaktı.
Yedi yaşından sonra köyünde okula başlayan Yaşar başarılı bir öğrenciydi. Okul hayatının yanı sıra genellikle kış gecelerinde dedesi ve onun misafirlerinden masallar, Türk kahramanlarının hikayeleri ve özellikle İslam mücahitlerinin maceralarının konu edildiği cenk( seyre) denilen menkıbeleri dinliyordu. Bunlardan oldukça etkileniyor, ileriki yıllarda atalarına layık olmak için hiçbir zorluktan kaçınmayacağı, cesur ve kararlı olacağına dair sözler veriyor. Bir ders esnasında de ilk defa öğretmeninden duymuş olduğu Dede Korkut’u oldukça merak ediyor, onun hakkında detaylı bilgi edinmeyi amaçlıyordu.
İlkokulu köyünde bitirdikten sonra, köyünün bağlı olduğu ortaokula kayıt yaptırdı. Ortaokul sıralarında da oldukça başarılı bir öğrenciydi. Maddi sıkıntısı olmayan nadir köy çocuklarından birisiydi. Kendisine dedesi ve ilkokul öğretmeninden geçen kitap okuma sevdası bu yıllarda oldukça hızlandı. Birçok, hikâye, roman ve savaş kahramanının hayatını anlatan kitabı okuma fırsatı buldu. Atatürk, Kurtuluş Savaşı komutanları, eski Türk devletlerinin hükümdarlarının yaptıklarını, yaşadıklarını hayranlıkla incelemeye başladı. Dede Korkut ise hayatında en çok merak edilen simge haline gelmiş, dönemin törelerini, uygulama ve sonuçlarını iyiden iyiye merak eder olmuştu.
Ortaokul sıralarında özellikle komşu köylerden gelip kendisiyle aynı sınıfta öğretim gören birçok çocukla samimi arkadaşlıklar kurup, fikir ve duygularını paylaşmaya başlamıştı. Köyü ilçeye fazla uzakta değildi. Bu sebepten bazı hafta sonlarında, ara tatillerinde köyüne giderek ailesiyle hasret giderme, köyünün sokaklarında gezme, dağlarını, yaylalarını izleyerek hasret giderme imkânı bulabiliyordu. Çocukluktan gençliğe geçiş döneminde fazla sıkıntı çekmedi, bu arada karakteri çerçevesine oturmaya başlamış, Türk Dünyası ve Türk milliyetçilerinin saf tutmuş oldukları gençlik hareketinde içerisinde kendisini göstermeye başlamıştı. Nihayet, ilçedeki okulunu bitirip şehir merkezinin en önemli ve köklü eğitim kurumu olan lisesine öğrenci olarak girdi. Burada çevresi, fikirdaşları daha da genişleyip çoğaldı. Dünya klasiklerini okumanın yanı ısıra Türkçülük harekatının liderlerinden etkilenmeye başladı. O dönemlerdeki, Demirperde ülkelerinin işgalinde bulunan Türk boylarının özgürlüğü, ülkenin güçlü ve parlak geleceğe kavuşması için yapılması gereken eylemler hakkında vatansever her Türk genci gibi kafa yormaya başlamıştı…
Lise öğrenimin de başarıyla tamamladığında çevrede duruşu, karakteri, hareketleri, kültürü, yardımseverliği ile dikkat çeken bir delikanlı haline gelmişti. Tam o yıllarda köylerden şehre göç başlamış, insanlar şehir merkezinden konut alabilmek, fabrikalarda, kurumlarda iş bulabilmek, çocuklarını rahat ortamlarda okutabilmek maksadıyla yarışır hale gelmişler, köylerin boşalıp ıssızlığa, sessizliğe bürünmesine sebep olmuşlardı. Bazı ailelerin reisleri başta Almanya olmak üzere yabancı ülkelere işçi olarak giderek, yaşam seviyelerini yükseltmeyi amaçlamışlardı. Yaşar’ın babası da Almanya furyasına katılan işçilerden birisiydi. Dedesi ve ninesinin vefatından sonra köyden şehre taşınmışlar, yakın akrabaları geçimlerini şehirdeki nimetlerden yararlanarak temin etme gayretine girmişlerdi. (Devam Edecek)