Türkiye’nin son çeyrek yüzyılına bir bakın.
Birçok şey hızla değişiyor.
Özellikle değiştiriliyor.
Topluma deyim yerinde ise daha önceleri çok az miktarda ve hafif dozlarla verilen şeyler son dönemde köklenmeye başladı.
Tempo artırıldı.
Hızlandırıldı.
Önceleri “Bumerang Yöntemi” ile topluma kabul etmesi için gönderilen ve test edilen ve kabul görmediğinde buzdolabına konularak zamanı beklenen şeyler son Sığınmacıların istilası ile adeta tam gaz toplumla yüklenmeye başlandı.
Türkiye’yi topla tüfekle yıkamayacaklarını bilen Dış Güçler, Din kozunu yozlaştırılmış bir şekilde kullanarak içeriden işbirlikçileri ile kapımıza dayanmış, kapılarımızı sonuna kadar açtırmış, bizi birbirimize düşürmek ve kardeşi kardeşe kırdırmak için de köşeye çekilmiş ellerini ovuşturarak bekliyorlar.
100. YILDA RÖVANŞ ZAMANI MI?
29 Ekim’de Cumhuriyetin 100. Yılını kutlayacağız kısmetse.
Geri sayım tam gaz sürüyor.
Ancak halen Avrupalıların içlerinde bir uhde var Türkiye’ye karşı.
100 Yıllık rövanşı almak içinde şu anda yaptıkları insansal istila ve ekonomik buhran bir anlamda.
Lozan Antlaşması’nın sonucunda;
Türk Devleti ve Misâk-ı Millî, resmen kabul edilmiş, böylelikle Osmanlı Devleti hukuki anlamda sona ermiş, kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti ekonomik özgürlüğünü kazanmıştı. Türk milletinin bağımsızlığını yok eden Mondros ve Sevr Antlaşmaları geçersiz sayılmış ve 1. Dünya Savaşı sona ermişti.
ARADAKİ BENZERLİK...
Masada kazanılmış zafer olarak görülen antlaşmanın müzakere sürecinde İsmet İnönü’nün başında bulunduğu Türk heyeti, zorlu bir sınav vermişti. Türkiye’yi daha bu masaya oturmadan mağlup görenlerin başında, İngiliz diplomat Lord Curzon geliyordu.
11 Kasım 1922’de başlayan ve 2 tur halinde yapılan görüşmelere İsmet Paşa ile Lord Curzon’un arasındaki sert tartışmalar damga vurdu.
İsmet Paşa yıllar sonra Curzon ile arasında geçen diyalogu TRT ekranlarından “Yarın harap bir memleketi imar etmek için önümüzde diz çökeceksiniz. Bizden yardım istediğiniz zaman, bugün reddettiklerinizi birer birer çıkarıp önünüze koyacağım.” sözleriyle anlatmıştı.
GÖZÜNÜZÜ AÇIN LÜTFEN...
Bazı şeyler için daha da geç olmadan lütfen uyanın…
Bakın ne diyor, Dr. Naim Babüroğlu?
"ABD, Suriye ile normalleşmek mümkün değil diyor.
-10 bin kilometreden gelip parçala, yüzölçümünün %25'ini PKK/PYD terör örgütüne işgal ettir, İdlib'i Küçük Afganistan'a dönüştür, ülkenin yarısı evlerini terk etsin.
-Sonra suçu Suriye'ye atıp normalleşmek mümkün değil diyeceksin.
-Normalleşmen mümkün değil; çünkü Türkiye ve İran'da yapacakların bitmedi. Yüzyılın Projesi göçmen akınıyla birlikte seni daha çok heyecanlandırdı. SEVR'i çok sevdin. Maşa bir devlet kurmana az kaldı. Sözde Kürdistan. Suç sende değil, bu oyununu anlayamanlarda...
"Savaşın gerçek koşullarını, doğasını ve diğer faktörlerle ilişkilerini anlamadığınız sürece, savaş yasalarını, savaşı nasıl yöneteceğinizi veya zaferi nasıl kazanacağınızı bilemezsiniz." Mao Tse Tung
-Ukrayna başlangıçta bunu anlamadı.
Şimdi ise çok geç..
Olan Ukrayna'ya oldu. Harabeye dönmüş kentler, alt yapısı çökmüş bir ülke. 42 milyondan 13 milyon insan ülkeyi terk etti.
-ABD ateş kes yapılmaması için sürekli devrede.
Türkiye’nin Batı’dan kopmasını ve NATO dışında tutulmasını isteyen ülkelerin sayısı arttı. İstekleri gerçekleşir mi?.. Az kaldı…
Kaç yıl?"
CEHALET, HER ZAMAN KÖLELİĞİ GETİRİR…
GÖK BUDUN @gok_budun1 Diyor ki; “Dünyanın en köklü kültürlerinden birini yaratan, tarihin en eski uygarlıklarından biri olan İran, 1970-1982 arasında göz açıp kapayıncaya kadar, "Alıştıra alıştıra" değiştirilmiştir.
2002'den beri Türkiye'de olup bitenler, İran'da olup bitenlere şaşırtıcı derecede benziyor:
Öteden beri Müslümanların akıl ve bilimden uzak durmalarını, hurafelerin bataklığında debelenmelerini isteyen Batı, İslam dünyasını yeniden hurafelerin bataklığına çekmek için çok uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştur....
Bugün bütün İslam dünyası dinin bağnazca yorumlandığı diktatörlerin yönetimindedir.
Bu konuda Batıyı en çok uğraştıran Türkiye'dir.
Afganistan'da, Irak'ta, İran'da, Arabistan'da yaptığını emperyalizm bugün de Türkiye de yapmak istemektedir...
Çünkü, aklını kullanan demokratik bir toplumdansa, dinin bağnazca yorumlandığı bir ümmeti ve o ümmetin kayıtsız şartsız bağlandığı bir diktatörü kontrol etmek çok daha kolaydır....
Özetle bir zamanlar, İran'da, Afganistan'da oynanan oyun Türkiye'de oynanmaktadır.”
Evet... Bu söz, "Cehalet, her zaman köleliği getirir." 1506 tarihinde Kristof Kolomb tarafından söylenmiştir.
SÜLEYMAN DEMİREL’DEN…
Unutulmaz bir Süleyman Demirel klasiği ile sözü bağlayalım.
Demirel'e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş.
Demirel’ de soruyu yönelten kişiye:
- "Bak sana bunu bir fıkrayla anlatayım da sabah neşesi olsun" demiş. Demirel'in anlattığı fıkra şöyle:
Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var.
Karakuşi Kadı, fırıncıya:
- 'Ben bunu aldım' demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asıl sahibi gelmiş.
- “Hani bizim ördek?”
Fırıncı boynunu büküp..
- “Uçtu” deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış. Gayrimüslim de peşinde kovalıyor.
Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış. Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş.
Ördeğin sahibi,
- “Bu adam ördeğimi hiç etti” diye şikáyet etmiş.
Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş.
- “Ne yaptın bu adamın ördeğini?”
Fırıncı
- “Uçtu” demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış.
- “Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil” diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikayetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş.
- “Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla”
Davacı:
- “Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?” diye sorunca Karakuşi Kadı,
- “Şimdi” demiş, “Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.” Tabi gayrimüslim şikayetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.
Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı,
- “Tamam” demiş, “Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.” Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye,
- “Senin şikáyetin nedir bre?” Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,
- “Ne diyeyim kadı efendi” demiş, “Adaletinle bin yaşa Sen, e mi !”
Demirel bu fıkrayı anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek, kıssadan hisse:
- Ananı "öpen" kadı ise, kimi kime şikayet edeceksin? Bugün ülkedeki durum bu! Agnadın mı?