Bugün neden yazıma başlık koymadığımı sorarsanız, cevap vereyim…
Yazı başlıkları, yazını konusu ile uyumlu olur.
Konuların içine dalabilsem, başlığını da koyarım ama giremiyorum, girmek istemiyorum.
Aslında gündemimiz, siyasetin çarpıklığı, demokrasinin zor günleri, ekonominin kötü hali, hukukun zedelenmesi, yargının durumu, işsizlik, esnafın zor günler geçirmesi, çiftçinin ölüm döşeğinde olması, salgının yönetilememesi, bütçe görüşmelerinin savaş meydanına dönmesi, siyasetçilerin edep ve adabı bir yana bırakmaları ve milletin artık sabır sınırlarının sonsuna yaklaşmaları ve diğer bir çok konu üzerine sayfalar dolusu yazılabilir ve hatta gazetede yazı dizisi olur…
Benim yazı üslubum, biraz “Sert” olduğu için, 6 yaşındaki torunumdan tutun da beni tanıyan ve okuyan dostlarımı ve yayımlayan gazetemi tedirgin ediyor…
Bazen düşünüyorum…
Benim bu kadar kişiyi tedirgin etmeye hakkım var mı?
Diğer yandan, “…sağır ve dilsiz…” kalmayı da kendime yediremiyorum…
Allah’a şükürler olsun ki ülkemizin büyük bir çoğunluğu dinlerine bağlı ve anlamadıkları değil, anladıkları dilden yani Türkçe çevirisinden Kuran’ı okuyor ve biliyorlar ki…
Doğruları bildikleri halde duymayan sağırlar ve konuşmayan diller, Allah katında kabul görenlerden değildir.
Bir kez daha Enfal Suresi 21 ve 22. Ayetlerini okursak…
“21- Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.
22- Allah onlarda bir hayır (hakka yöneliş) olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi. Onlara işittirseydi dahi mutlaka yine yüz çevirerek dönüp giderlerdi.”
İnananlar olarak bu ayetleri bilerek yazamamak, yazınca en yakınlarını, yayımlayanlarını, dostlarını tedirgin etme aralığında kalmak acı bir gerçek olsa gerek.
Ülkenin gerçek gündemi arasında aslında yazmak için konu sıkıntısı yok…
Hatta o kadar çok ki birini yazarken, diğerleri yazdığınız önemli gündem maddesinin üzerine çöküyor ve yetişemiyorsunuz.
Tamam da burada “Gündem” olan sadece iktidar mı?
Elbette değil…
Muhalefeti ayrı bir gündem, millet ise apayrı bir gündem.
Demem o ki, hiç birinin ülkenin gidişatındaki rollerinde diğerinden farklı değil. Az ya da çok etkisi var.
Düşüne bilirsiniz ki “Yahu… Millet bütün bunların eziyetini çekip de altında ezilen, onların etkisi ne ola ki?...”
Sorarken bir miktar da olsa düşünmenizi, aklınızı öne çıkarmanızı öneririm…
İktidar ve muhalefet, TBMM çatısı altına gökten zembille mi indi?
Tüm ülke olarak oy verip de seçip getirmedik mi?
Bakmayın siz TBMM çatısı altında olumsuz ve akla ziyan laflara…
İktidarı da muhalefeti de millet getirir, millet ait olduğu yere gönderir ve bunun önüne geçecek hiçbir güç yoktur.
XXX
Gazetemizin köşe yazarlarından kardeşimiz Faruk Ergan, dünkü yazısında, yazı başlığını “Ölçülü olmak” diye koymuş ve şöyle bir cümle kurmuş…
“Dengeli insan, riyanın, görgüsüzlüğün, cehaletin ve haksızlığın rüzgârında sağa sola savrulmaz.”
Başından sonuna ve her harfinden kelimesine kadar doğru…
Kayseri deyimi ile de “Doğru söze Hacı Emminiz ne desin?” öyle değil mi?
Ne var ki bazen ölçüyü, endazeyi (65 cm.lik ölçü birimi) aşıyorum ki olan oluyor…
O zaman da belli ki öğütlüyorlar, torunum karşıma geçip “Dedeeeee….” diyor, dostlar “Abi yaaa…” diye başlayan cümleleri kuruyor ve işin en önemli tarafı “Kokuyoruz” diyor ya da demeye getiriyorlar.
Böyle gazetecilik mi olur?
Gazeteci, görevini tedirginlik içinde mi yapmalı?
Artık bundan sonrasını siz takdir edin…
Takdir ederken de şapkanızı, tekkenizi dizlerinizin önüne koyup, Allah huzurunda salihane (Allâh'ın emir, uyarı ve yasaklarına uyarak) düşünmenizi öneririm.
O zaman göreceksiniz ki, kötülükleri yaratanlar, bizatihi (Kendiliğinden) kendimiz olduğunu göreceksiniz.
Bugünlük de bu kadar, işiniz gücünüz bu şartlar altında ne kadar rast giderse, o kadar rast gitsin.