Bugün böcekleri yazacağım kısaca…
Yarın sıra sağlara gelecek…
Konuya girmeden önce, açıklık getirmem gerekir diye düşündüğüm bir şey var. Konuya "açıklık" getirebilir miyim, getiremez miyim, bilemiyorum.
Dün telefon açtı bir okuyanım, aynı zamanda da tanıyanım...
- Abi... Daha önceki “Çiçekler” başlıklı bir yazında, parantez içinde "Zorunlu olarak" demişsin, ne demek zorunlu olarak?
Yahu, kardeşim, net’cen, sana ne, sen okumana bak diye cevap vermek vardı, veremedim. Arkadaş bilmek istiyor "Zorunlu" hali...
Tamam, bir okuyucu olarak bilmek en doğal hakkın da, ne yazık ki açıklık getiremem. Sen, beni tanıyan biri olarak cevabını kendin ver, nasıl olsa üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorsun da hınzırlık ediyorsun. Benim ağzımdan laf kapmaya kalkışma, otur oturduğun yerde...
Dedikten sonra, gelelim "Böcek" meselesine...
Biliyor musunuz, "Hayvan" türünden canlı olarak nüfusu en kalabalık olan çeşit, ne aslandır, ne kaplan, ne de at veya eşek.
Tür olarak en kalabalık olan "Böcek" türüdür. En uzun yaşayanlardır ayrıca.
Rakamları vermek istemiyorum, ancak dünya yüzündeki hayvan sayısının % 90'ı "Böcek" türünü oluşturur.
Bizim, "Böcek" türünden en yakın tanıdığımız ve başımız onlarla belada olan türler karasinek ile sivrisinek...
Ayrıca, yeryüzündeki böcekler dışında, bir de yer altında yaşayanlar da vardır. Bunlardan da en iyi bildikleriniz, solucan ile karınca. Daha çok yeryüzünde görmeye alışık olduğunuz akrep de yeraltında yaşayanlardandır.
Aslında, her şeyi var eden Allah, yaratırken her canlıyı boşuna yaratmamıştır. Ya bir faydası vardır, ya da ibret alınacak bir tarafı vardır, mesela bal arısı.
Zararı olanı Kene olabilir mi?
Kene, bildiğim kadarıyla, başkalarının kanını emerek yaşayan bir böcektir. Eğer anlarsanız, bu bir ibret verici olaydır…
Bu yazıyı, bugün sabahtan itibaren okumaya başladınız.
Diyorsunuz ki "Anladık da gündemin böceklerle ilgisi ne?"
Vallahi de billahi de haklısınız, aslında hiç bir ilgisi yok, çiçek, böcek, dağ bayır ile.
Soruyorsunuz "Madem yok, niye bu kadar laf kalabalığı" derseniz, dedik ya "Zorunluluktan" diye. Biraz da "Çiçek yaz, böcek yaz, dağ yaz, bayır yaz" dediler, söz tutuyorum...
Ne kadar dayanırım orasını da bilemem, çok da söz veremem.
İnşallah sonraki yazımıza "Oh beeee..." diye bir başlık atarız, atabiliriz…
XXX
Şimdi gelelim başka “Böcek” tiplerine…
Bana deseler ki…
Derler mi, sorarlar mı, sorarlarsa verdiğim cevaba ne kadar inanırlar bilemiyorum…
Şöyle sorsalar…
“Mafya yapılanması gücünü nereden alıyor?”
Deseler… Mesela dedik, sorsalar dedik…
Televizyonlarda izlenilen mafya tiplemeli diziler var görüyorsunuz…
Benim cevabım şu olurdu…
“Gücünü mermi ve merminin verdiği korkutmadan alan, yer üstünde yaşayan türlü çeşitli böceklerdir” desem?...
Ülkemiz Teksas değil, her önüne gelen beline silah takıp alenen sokakta gezmiyor, korumasız…
Sen o korumasız insanların karşısına silahla çıkarsan, adam tırsımaz mı?
Evi-barkı, çoluğu-çocuğu, eşi var onu bekleyen, elbette korkacaktır.
Bir “Af” ya da adını uydurdukları “İnfaz yasası” çıkartılar, geçmişte devletin kirli işlerinde kullandığı söylenen, sonra da “Baba”lığa soyunan birini dışarı saldılar… Kendisi ile bir kez yan yana masalarda oturdum, pek havalıydı, etrafında bir sürü adamı vardı koruyan…
Tamam, gerçi çıkmasına az kaldı, nasıl olsa çıkacaktı da, böyle çıktığında sıkıntı olur mu olmaz mı diye düşünen hiç olmadığı gibi, mafyanın “Mermi” dışında “Güç aldığı” odaklardan biri olan siyasiler yanında gözükmesine ne demeli?
Mafyanın “Güç aldığı” diğer bir figür de paralı iş adamları, hatırlı kişiler ve daha niceleri…
Şimdilik üç isim ortada dolaşıyor…
Alaaddin Çakıcı, Sedat Peker ve Hanım Ağa lakaplı eski bir kadın polis…
Bakalım ortalık eski günlere dönecek mi, yoksa devlet, elinde flit ve haşere ilacı ile bunların ensesinde mi?
Göreceğiz…
XXX
Bir kere yan yana masalarda oturduk dedim ya, anlatayım…
Bizim masamızdan bir arkadaşın tanıdığı birisiymiş…
İkide bir oturduğumuz masadan laf atıyor, o da sadece dönüp ters ters bakıyordu. Gittiğimiz yer gece kulübü idi…
Baktık bizim arkadaş olay çıkaracak, tuttuk kolunda mekândan çıkacağız, “Tuvalete gideceğim” dedi, tuvalete bıraktık, kapının önüne çıktık, arabayı valeden istedik bekliyoruz.
Bizim arkadaşın gelesi yok…
Makulün de üzerinde bir süre geçti, merak ettim, tuvalete vardım…
İki adam bunu araya almış, belli ki dövecekler…
Biran düşündüm ve araya girdim…
“Beyler” dedim, “Siz şimdi bu arkadaşı dövecek misiniz?”
“Hee…” dediler, “Döveceğiz…”
“Peki, bizim kabahatimiz ne de biz de dayak yiyeceğiz” dedim…
Birisi yüzüme şaşkın şaşkın baktı, “Sizinle ne ilgisi var kardeşim” dedi…
Dedim ki, “Bak biz Anadolu’dan geldik. Bu arkadaşın da misafiriyiz. Siz şimdi bunu dövemeye kalkarsanız, yukarıda 5 kişi daha var, onlar da aşağı iner ama bizim gücümüz size yetmez, biz de dayağı yer otururuz.”
İkisi de birbiri ile bakıştılar, “Eeee… N’olacak?” dediler.
“Vallahi” dedim “Olacağı şu… Şimdi siz bu arkadaşı bugün bize bırakacaksınız, zaten bu arkadaş buraların müdavimi, bir dahaki sefere döversiniz, biz de zaten yanında olmayız”.
Biri diğerine baktı, “Hadi gidelim” dedi gittiler, biz de arkadaşı alıp dışarı çıktık…
Böylece Alaaddin Çakıcı’nın adamları ile de bir kez karşılaşmış olduk…