Yaşım gereği, 1950 yılından bu yana yanlış bilmiyorsam 46 hükümetin 44’ünü aklım ererek yaşadım.
Sayısını, adını bile unuttuğumuz birçok bakan geldi geçti.
Hatta öyle ki, bakan olduğunda adını bir kez duyduklarımız bile oldu.
Ne var ki hiç birinin ağzından abuk-sabuk laflar duymadık.
Evet, siyasi söylemlerin sertleştiğini gördük, ancak “Devlet adamı” kimliği ve kisvesi altında kaba,
ürkütücü, tehditkâr, aşağılayıcı sözler işitmedik.
Hatta 1957-1960 yılları arası hariç, yasalardan sapmaları bile görmedik. Her şeyi hukukun üstünlüğü
içinde görevlerini yaptılar.
Bir kez Turgut Özal “Anayasayı bir kez ihlal etmekle bir şey olmaz” ve “Benim memurumum işini bilir”
demesinin ötesinde…
Ancak, AKP’nin genel Başkanı ve başbakan, şu andaki Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanlığı kimliği
altında siyasi üsluba uymayacak çok sözler söylendi.
Sokaktaki bebelerin oyun oynarken, “Benden olan bana gelsin” gibisine, AKP’den olanlar ile olmayanlar
ayrıştırıldı.
Hatta, inanç sanki kendi tekellerinde imiş gibi, inananları ile inanmayanlar ayrımı yapıldı, “Laik” Türkiye
Cumhuriyeti Devleti içinde.
Devlet, tarikatların, cemaatlerin, şeyhlerin etkisi altına (Bu başlı başına bir konu, bir ara yazarım)girdi.
XXX
Elbette bütün bunların da bir sonu gelecekti ve o sona doğru umarım yaklaştığımızı düşündüğümüz şu
sıralarda yine akıl dışı bir söz daha geldi…
Kimden?
Devletin gücünü, kendi gücü sanan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan…
İstanbul Esenyurt’ta bir programa katılan Soylu; “Esenyurt’ta uyuşturucu ile mücadele ve o adamların
bacaklarını kırmak bizim boynumuzun borcudur. Esenyurt, İstanbul’da en çok yabancının, göçmenin
oturduğu yerdir. Burada usulü, erkânı oturtmak boynumuzun borcudur. Yine ifade etmek istiyorum.
Sitesinden mahallesine kadar herkesin birbirlerine saygı gösterdiği, ama en azından annelere çocuklarını,
emin şekilde göndermek boynumun borcudur. Vallahi yeminim olsun, bir tek milletimden bir kişinin
huzurunu bozan olursa hayatı dar ederim, dar ederim, dar ederim.”
Dedi…
Peki, sormak gerekmez mi “…bacaklarını kırmak…” ve “…hayatı der etmek…” senin görevin mi?
Polis isen, suçluyu yakalayıp adalete teslim edene dek, onun hayatından sorumlu iken…
Ülkede savcı var, hâkim var ve de hukuk var ama İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bütün bunları kendi
şahsında toplayabiliyor.
“…bacak kırıyor…” ve “…hayatı dar…” ediyor…
E… Hadi gel de kır bakalım bacaklarımızı…
Hadi gel de dar et bakalım hayatımızı…
Hani derler ya; “Köpeksiz köyde değneksiz gezmek” diye…
Ne demek ister bu söz?
Ortada herhangi bir yaptırım veya risk olmadığında cesur rolü oynamaktır…
Görev dokunulmazlığının arkasında cesur rolü oynama vaktin geçince n’olacak?
Kanun var, savcı var, hâkim var.
Senin başında bulunduğun teşkilat, yasalar çerçevesinde zanlıyı yakalayıp (Suçlu demiyorum, çünkü yargı
kararı olmadan kimseye suçlu diyemeyiz) yargı önüne çıkarmaktır.
Bacak kırmak, hayatı dar etmek senin görevin olmasa gerek…
Ayrıca…
Diyor ya; ‘Boynumun borcudur” diye…
O borç, devlet gücünün borcudur, şahsının değil, bunu böyle bilmen gerekmez mi?
İfade ettiğim gibi…
1950 yılından bu yana kurulan 46 hükümetin içinde (Cumhurbaşkanlığı Bakanlar kurulu hariç) 44
hükümetin hiç bir bakanın, devlet gücünü kendi şahsi gücü imiş gibi, kendi ile özleştirdiğine şahit
olmadım.
Bilen varsa beri gelsin…