Bizimkiler deyince, diziden söz etmiyorum…
Bizimkilerden söz ediyorum…
Mesela Canan Bayram…
Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni,,,
Yıllardan beri o benim başımın sıkıntısı, eh tabi ki ben de onun başının sıkıntısı oluyorum.
Mustafa Cengiz…
Yazı İşleri Müdürümüz…
Allah var, bugüne kadar gık demeden yazılarımı kullandı. Gerçi arada bir küçük rötuşlar değil ama o kadar kadıda da olurdu…
Son zamanlarda bir de başıma “Altın Makas” icat ettiler. Allah uzun ömürler versin ikisine de ama onlara rahmet okutuyor doğrusu.
Yazıyı istediğim kıvamda yazıp bitiriyorum, geliyor “Bi bakayım…” diye bilgisayarımın başına oturuyor…
Sonra…
Sonrası malum, şurası, burası, orası…
Kesip biçiyor…
N’oldu şimdi diyorum?
“Ben bilmem n’olacağını. Oralar zülfüyâra dokunur, olmaz” derken ürettiği mazerete bakar mısınız?
“Biz seni düşünüyoruz, bu yaştan sonra maazallah” diyor…
Tabi yazının orası, burası, şurası kesilip biçilince, şekli bozuluyor, başını sonuna uydurmak için yazma süremden çok uğraşıyorum.
Tam da bu arada telefon geliyor, yazı nerede kalmış mış…
Yahu, başıma bir “Altın makas” çıkardınız, bari donuma kedi kıstırmayın, değil mi ama?
XXX
Bütün bunlara canım sıkkın, evde camın kenarında oturup dışarı seyrederek düşünüyordum.
Dedim ki kendi kendime, açık olsaydı da kendimi Kemal Dayının kahvehanesine atsaydım. Hiç değilse oradaki muhabbetleri dinlerdim, hoş olurdu, o muhabbetleri yazardım.
Tam bu arada bir de baktım ki sokaktan Kemal Dayı geçiyor. Sanki aptala malum olurmuş gibi…
Seslendim…
“Kemal Dayıııı… Nereye böyle, kahvehaneyi açmaya mı?”
Şöyle aşağıdan yukarıya doğru bana bir nazar attı, ben ne dediğini anlamadım ama, sonra dönüp giderken başını sağa sola sallamasından ve homurtusunun ta bana duyulmasından ne dediği bu sefer malum oldu bana…
Elbette bu koşullar altında yazı yazmak, dertlere çare bulacak öneriler konusunda ahkâm kesmek de zor oluyor. Hep şikâyet ederken, biri çıksa “Yazma kardeşim o zaman, meraklısı mıyız” dese!...
Açıkçası bu sözü duymayı da çok istemiyorum…
Ama içime de sinmiyor, bir tarafım eksik kalıyor sonuçta…
Bu üçlü sacayağı, “Az kaldı, sabret, o günler de gelecek” diye beni avutmaya çalışıyorlar…
Tamam da kardeşlerim…
Şimdi ben “Dünya liderine benzetme yapmak, akıl dışıdır” diyene sormam gerekmez mi?
“Arkadaş… Nerede bu dünya lideri?” diyerek…
Demeyecekmişim…
XXX
Neyse, hadi size gurbetten Erciyes nasıl görünüyor, onu anlatayım da zülfüyâra dokunmadan bitireyim yazımı…
XXX
İŞTE ORASI ERCİYES
Kayseri’ye gelirken,
Tepesi görünür ta uzaklardan
Bembeyaz, bazen bulutlu
Bazen takke gibi bulut tepesinde
İşte orasıdır Erciyes
Yaklaştıkça büyür
Büyüdükçe daha büyür
Boğazköprü’den geçerken
Tüm haşmeti ile karşında durur
Yüreğinde sevinç, aynı anda
Buruk bir hüzün vardır hep
Öteki yandan dayanılmaz huzur
Şehrine yaklaştığının sevinci
Uzak kalmanın hüznü birlikte
İşte orasıdır Erciyes
Bir başkadır başka yönlerden geliş
Hangi yönden gelirsen gel,
“Gel haşmeti gör” demiş şair
İşte öyle bir şey Anadolu’nun ortasında
İşte orasıdır Erciyes
Üzerinde hiç eksik olmaz
Beyaz gelinliği, gör ki kim âşık
Beyaz atlı prens sanırsın kendini
Yaklaştıkça yanına doğru
İşte orası Erciyes…
İşte orası Erciyes
Seni kucaklamak ister herkes,
Ama esas özleyenler sana hasret
Bir gün kavuşur muyum acep
Sevdiğim, aşkım, beyaz duvaklı gelinim
Sen yüreğimdeki sızısın hep
Erciyes…
19 Nisan 2021
Ankara
XXX
İşte böyle, özlerseniz Erciyes’i, böyle görünür…
Oysa siz dibinde, bakmazsınız bile tepesine doğru, duvaklı geline her gün…