Türkiye toplumunun dipten gelen en ağır sosyo-politik iklimi mutlak modernité üzerinden ilerleyen gelişmecilik (1) ve endüstrileşme hamlesine kendi zaviyesinden kurduğu rabıtadır. Mutlak modernite, gelişmecilik dışında antipatik bir yaklaşıma neden olur mu? Oldu işte. ‘Türkiyeli mezhepsel ırkların’ kendi içinde deveran eden cümlelerinin üst başlığı hep dönemsel öğeliliğe özenme biçiminde olsa bile, modernité veya modernleşme tümcelinde dünyayı anlama iklimleri onlar için ön yargısaldır. Modernité’yi Türkiyeliler çerçevesinde büyüten ve önemseten de aslında bu ön yargısal itmedir.
Bizler, -Türkiye Türkleri olarak- kendi içimizde modernité ivmeli her türlü sosyo-politik açıklamaya (-doktrinlere) ihtiyatla yaklaşmayı öncellik ikliminde kavrarız. Neden mi? Çünkü Türkiye Türkleri modernite öncelini kendi kurguladığı siyaset-vahiy ilişkili tarihsel kimliğinden geçirmek zorundadır. (bu konu çok önemlidir!)
Bazı zevatın, modernité yoksa ne var dünyada türünden bize itirazlı yaklaşmalarını anlamlı buluyoruz. Onlara göre modernité tek gerçek.! Bu türden -uyuşuk adam- yaklaşımları Türkiye toplumunun dönemsel ahlakını okşayan ve meseleyi sadece “girişimci gelişmecilik” veya “endüstri tartışılmazlığı” pergelinde anlamaya matuf halleri köpürtür de köpürtür; ama sonuçları itibarı ile olay nereye vasıl olur; modernité’nin tek kurtuluş ivmesi olduğu sonucuna...
Lakin bizim anlattığımız mesele bunlarla doğrudan bağlantılı değildir. Türkiye’nin tarihsel perspektifinde nüvelenmeyen, bizi şu veya bu nedenle temsil etmeyen her kavramın, altyapısal şifreleri belli bir süre sonra toplumun tamamını –ki toplumun bütün unsurları aynı saikte hareket etmez ve aynı kavramı benzer niyetlerle kullanmaz- zehirleyen bir unsura (hatta anasıra) dönüşmektedir. Bunun bizzat böyle olması için çalışan o kadar çok coğrafi “anekdot” (2) büyümüştür ki bu ülkede.
Doğu Anadolu gelişmeciliği üzerine DPT’nin (1960-2011) bütün raporlarının veya iktisat fakültesi notlarının -1970 sonrası- (4)aynı coğrafi alanda neyi temsil etmeye başladığı, -heveslendiği,- (hatta bunun temelini oluşturduğu) iyi anlaşılmalıdır. Türkiye toplumunun sinir uçları meselesi bizim açımızdan devletin “iyi niyeti” (3) üzerinden şekillenmiştir.
Bu kertede şunu asla söylemiyoruz: teknolojiyi kabul etmeyelim veya uygulamayalım dahası biz teknolojiyi belli bir Anadolu bölgesi için inhisara alalım, diğer bölgeler karanlık çağda kalsın ikileminde elbette ki değiliz, ama teknik kimliğin nasıl bir tapınç neticeler verdiğini, bilimin anlaşılma ve anlatma meselesinin Türkiye’nin üç tarz-ı siyaseti’nin elinde nereden nereye savrulduğu hatta konunun “tanrısal bir laboratuvar” kimliğine büründürüldüğü anlatmaya lüzum var mı?
Bu noktada, modernité kavramı etrafına kümelenen onca -üniversite görmüş ahalinin- kendi içinde oluşturduğu parti dili veya partici dil (yani profit odaklı pragmatizmcilik) bizim açımızdan hiç te hoş görülemez.
Hatta biz bütün bu noktalara olan itirazımızı modenizm temelli üç tarz-ı siyaset eleştirilerimiz ile aleniyete dökmüş de bulunuyoruz. Öyleyse Türkiye’de fikir hürriyeti kimliğinin özgürleşmeyi belli bir süre sonrasında anlama biçiminin bu günlerde nasıl bir “ze jenerasyonu” ikonuna (icon) dönüştüğünü, 20. yy başında Türk edebiyatında elemtere fiş kem gözlere şiş dalgasıyla başlayan modernité ivmesinin (geleneğe iftiranın) şuursuzluk boyutunun batıya hesap verir nesillerle –nasıl- bizi tanıştırdığını anlamamız gerekiyor.
Bu haliyle bizim söylediklerimiz anlaşılmazsa, Türkiye’nin kendi içinde ki özgün sisteminde kalmayan hatta görünür olmayı bile istemeyen onca ayrıksı (sosyal-politik) kavramın daha sonra nasıl bir nitelikle milletin kurtuluşu reçetesi misaliyle oy devşirme malzemesi yapıldığı anlaşıl-a-maz Bu konu dehşet bir arkaplan barındırır. Bilinmeli…
-Az gelişmişlik sürecinde Türkiye. S.Yerasimos