8 Mart kadınlar günü nedeniyle bir yazı yazmak istedim, erkek gözünden nasıl görünüyor, “Kadın”ı anlatayım istedim…
Aslında “Kadın”ı anlatmak kolay değil, hatta imkânsız…
Erkekler akıllıdır ama kadınlar zekidir, dünyayı da ne kadar “Ben” yönetiyorum derseniz deyin, gerçek yönetenler kadınlardır. En azından kadınların üretimidir yönetenler.
Ben konuyu yazmaya başladım, kolay olmadı, dört günde ancak bitti…
XXX
İlk “Aşkım” ile başlamak istedim örneğin…
Herkesin “İlk aşkı” gibi, benim de ilk aşkım rahmetli “Anam” idi…
Yok, ifade yanlış değil, 9 ay 10 gün sizi karnında taşıyan kadını unutmanız olacak iş mi? Kaldı ki doğduğunuzda ilk gördüğünüz, sizi sevgi ile bağrına basan ve tüm fedakârlıklarını sizin üzerinize yağdıran ananıza olan aşkınızı inkâr edebilir misiniz?
Her ne kadar süpürgenin sapı, terliğinin tabanı, oklavasından çok dayağını yesem de, ağır suç işleyince ağzımıza kırmızıbiber bastığı aklıma gelse de, vazgeçemediğimiz, unutmadığımız ilk “Aşk”tır ana…
Baba, dert ortağıdır, örneğin benim babam, dert ortağım idi… Rahmetli büyük dayım “Rol modelim” idi. Onlardan öğreneceğim şey, hayatın gerçeklerini ve yaşadıkları deneyimleri bize aktarmasıdır.
Ancak “Ana” öyle değildir.
Allah’ın “Kulum” dediği yaratığı üreten, üretimine yer sağlayan, sürecinde sıkıntılarını tek başına taşıyan, ayrıca sizin tarih kayıt defterinizdir…
Ben anama bir gün “Ana… Ben artık 70 yaşındayım” diye sesimi yükselttiğimde, biraz düşündükten ve lafı değerlendirdikten sonra söylediği söz, “Bana ne” oldu. Evet, O’na ne idi aslında… Doğurduğu günde neysen anan için, sonuna kadar da hep osun…
“Anan, senin için tarihinin kaydı” demiştim ya, açıklık getireyim…
Sağlığında hep seni anlatır, senin ne yaptıklarından, nasıl büyüdüğünden söz eder, sen de hatırlarsın hep…
Ama ananı kaybettiğin gün eğer hissedebilme gücüne sahip isen, o güne kadar 70 yaşında olduğunu hatırlattığın ananın “Bana ne” cevabının sonu gelmiş, sen de bir anda gerçek 70 yaşına gelmişsin demektir. Tarih kayıtların o dakika sıfırlanır, yeni kayıtları kim tutar, bilinmez.
XXX
Daha sonraki aşkların vardır belki, ama gerçek aşkın hiç kuşku yok ki eşindir…
İyiyi, kötüyü, sıkıntıyı, üzüntüyü, sevinci, varlığı, yokluğu, netice olarak hayatın tüm kolaylıkları ile zorluklarını beraber göğüslediğiniz, evinizin gerçek direği, “Han”ı kadındır. Çocuklarınızın anasıdır. Hatta kötüde, zorda, sıkıntıda ilk üzülen odur. Oturur evin bir köşesine, evinin ahalisi için dualar etmeye başlar saatlerce ve sessizce.
Sevinçte sevinenler arasındadır ama, aslında sevinenleri izlemek en büyük mutluluğudur özüne indiğinizde.
Allah’ın, erkek cinsiyetine en büyük armağanıdır. Peygamberimiz, “Kadınlar size Allah’ın emanetidir” diye erkekleri uyarmıştır.
Ancak, kadınları emanetinize alırken, onları ezin, dövün, sövün, tekmeleyin, tokatlayın ve hatta öldürün dememiştir…
Elbette akıl ve anlama yeteneği sahibi olanlara…
Aslında sana “Eş” olan kadın, son aşkındır. Ondan öncesi de yoktur, sonrası da…
Çocuklarına olan düşkünlüğün ve bağımlılığının kaynağı, sevgidir. O sevgi ile eğitmeye, büyütmeye, yuvalarını kurmalarına destek vermeye çalışırsın.
Kız çocuğun senin için gelecekteki hayat sigortandır, erkek çocuğun ise seni ayakta tutan dayanağındır. Olmadı mı tökezlersin hatta düşersin…
Biri yüreğinin bir yarısı, diğeri yüreğinin öteki yarısı…
Bütün bu duyguları toparlayıp da önündeki masaya serip de seyretmeye başladığında görürsün ki, içlerinden biri “Kutup yıldızı” gibi parlar durur…
İşte o, “Kadın” cinsidir ve değerinden hiçbir zaman bir şey kaybetmez. Hem ulaşılmazdır, hem de seyri doyumsuzdur…
Ama kadın, seyirlik “Mal” da değildir, “Kullanılacak” köle de…
Gelelim zurnanın çıkarttığı “Bed” sese…
Arada bazı sesler vardır, kadını kendi istedikleri şekle sokmak isterler ve hatta İslamiyet’i bile buna alet ederler. Ayetleri çarpıtırlar, Allah’ın ifadelerini kendi çıkarları uğruna düzenleyerek kullanmaya kalkarlar ve işin garip tarafı, kendilerini “Üstün meziyetli müminler” olarak tanımlamaya çalışırlar…
Aslında tam bir anlamsız, işlevsiz, yeteneksiz, düşüncesiz, üretimsiz, kaba, daha ne kadar sayarsanız ekleyin…
Kızarız da “Öküz” deriz ya, Öküz onlardan verimlidir, “Odun” deriz, odun onlardan daha faydalıdır. Onlar sadece “Mahlukat”tırlar…
Yüce Allah o tipleri, sanırım insanlara “Örnek almaları ve akıllarını kullanarak doğru yolu bulmaları” için yaratmıştır diyorum haddim de olmayarak.
Ancak gerçek de ne yazık ki bu…
Hem de bu türden ifadeleri kullananlara bir bakın, mutlaka kafalarında sarık, ayaklarında çarık, arkalarında cübbe, çenelerinde de bir tutam sevimsiz ve şekilsiz kılları, her zaman mevcuttur. Dini kullanırlar, Kuran’ı kullanırlar, yetmez Allah’ı bile çekinmeden kullanırlar. Bunlarda her şeyden önce ahlâk denilen kavram yoktur.
XXX
Şimdi duyar gibiyim…
“Yav İbrahim Pekbay… Amma da salladın ha… Sen hiç mi vitesten atmadın şimdiye kadar” der gibisiniz, haklısınız da…
Vitesten attığım da oldu, frenimin patladığı da… Yokuş aşağı kontrolsüz gittiğim de…
Ne var ki çocukların kendi elleriyle yaptıkları ve yokuş aşağı üzerine binip de gittikleri araç gibi, bir yere çarpmadan durabilmek için hep ayaklarını toprağa dayayarak fren olarak kullandım ve bir kaza da yapmadım şükür…
XXX
Bir de ömrünün sonuna doğru “Son aşkın” vardır…
Öyle bir aşktır ki, dayanılmaz…
Görmediğin zaman için yanar, susuz kalmak, aç kalmak, sevgisiz kalmak, duygularını ve hayatını yitirmeye kadar varan süreç girmiş gibi olursunuz.
İşte o, dünkü yazımda anlattığım gibi, elim elim öpelek oynamaya çalıştığınız ama teknolojinin çok gerisinde kaldığınız, hayat sürecinizin artık sonlarına doğru yaklaştığınızın sinyallerini aldığınız, gerçek “Aşk” diyebileceğiniz şeydir…
Torununuz…
Aklınızdan çıkmaz, bazen göremediğinizde gizli gizli ağlarsınız. “Dedeeee” diye seslenmesini özlersiniz. Gelip sizi çekiştirmesini, “Ha şimdi yanımda olsa da oyuncak istese” dersiniz…
O’nun için teknolojiyi öğrenir, telefonunuzdan görüntülü konuşma nasıl yapılır, bellersiniz…
O’na “Yavruuuum… Kuzuuuuumm” diye seslendiğinizde, en sevimli haliyle sizi taklit etmesi, yüreğinizin yağını eritir, hayatınıza, kısa da olsa bir “süre” ekler…
XXX
Ben size boyumdan büyük bir laf edeyim mi affınıza sığınarak?
Kadını seven, koruyan, kollayan, her şeyden önce değer veren, “Mal” olarak görmeyenin, Allah huzurunda makbul insan olacağını, aksi halde sevimsiz bir “Mahlûkat” olmanın ötesine geçemeyeceğini düşünüyorum.
Ayrıca kadın, senede bir gün anılacak, senede bir gün sevilecek kişi değildir. Kadını sevmek için her hangi özel bir güne, gerekçeye de ihtiyaç yoktur.
Son cümle; Kadın sevilir, değer verilir…
Peki, kadından karşılık görmeyelim mi? Görme, bekleme. Sen sev, değer ver, o seni başının üstünde zaten taşıyacaktır.