Çocuktuk…
Henüz mahallede oyun kurmak bir yana, oyuna bile katılacak yaşlarda değildik, seyrederdik…
Gün geldi, oyuna katılacak yaşa geldiğimizde, mahalle ortasında toplanan çocuklar, takım oyun oynayacaklarsa, biri ortaya çıkar “Benden olan bana gelsin” der, çoğunluk oraya gider. Güçlü, o çağrıya yapandır.
Elbette takımlar, “Benden olan bana gelsin” diyenin gücüne göre saptanır ama diğer yandan takım oyunu oynanacak ise, bu kez takım sayıları eşit olmaz.
Bu sefer mahalledeki güçlünün bir de rakibi vardır, o da kendini güçlü görüyordur, geçerler karşı karşıya, adımlaşırlar, kazanan seçmeye başlar. Bir o seçer, bir de öteki, takım sayıları eşitlenir.
Elbette ilk seçmeye başlayanın avantajı vardır güçlü takım kurmak için…
Elbette liderlerin zekâ ve becerileri, takım oyununun sonucunu etkiler. Akıllı olan kazanır…
Benzetme yapmak için anlattım da diyeceksiniz ki dünyanın yönetiminde rol alanların pozisyonları bu kadar basit mi?
Hiç kuşkunuz olmasın ki bu kadar basit değilse de çıkış noktası buradadır…
Türkiye’nin bir gücü var mı?
Elbette var, hele askeri konudaki gücünü sınamak da tartışmaya açmak da abesle iştigaldir, tarih bilmezliktir, Türk milletini tanımamışlık olur.
Peki, yeterli olur mu bu kadar güç?
Elbette olmaz…
Gerçi biz Kurtuluş Savaşını Başkomutanımızın irade, akıl ve zekâsının, milletin iman gücü ile birleştirilmesi ile kazandık ama zaman, o zaman değil artık. Bir de o lideri bütün dünya bugüne kadar bulmamışken, biz tekrar nereden bulacağız?
Akıl, zekâ ve irade ile birlikte ekonomik ve teknolojik desteğin de beraberinde senkronize kullanılması gerekmektedir.
Yaratılan teknolojik gelişmeler, bütün ülkeleri birbirine yakın güçlere ulaştırmış, ekonomisi güçlü olanlar ise, bu oyunda “Benden olan, bana gelsin” diyebilmektedir.
Güç ölçüsü de belki buradadır.
Eğer oyuna başladığınızda, her şeyinizin olmasına rağmen “Benden olan, bana gelsin” deme gücüne erişememişseniz, ortada kalırsınız.
Aynı mahallede topu olan ama sevilmeyen çocuğun, topu ile ortaya gelip “Hadi oynayalım” demesine rağmen, kimsenin oyuna girmediği gibi…
Eleştiriyoruz, kızıyorlar ama doğruyu söylüyoruz, aksini kanıtlasınlar inanalım…
Türkiye’nin durumu, anlattığım oyunlara bile benzemiyor…
Ne “Benden olan, bana gelsin” deme gücün sahibiz, ne de topumuz var da “Hadi oynayalım” deme durumundayız.
N’apıyoruz derseniz, bi anlayabilsek derim…
Ya “Benden olan, bana gelsin” diyenin takımına koşuyoruz, ya “Hadi oynayalım” diyen sevimsiz ve sevilmeyen mahalle arkadaşımızın yanına tek başımıza dikiliyoruz ya da…
Ya da hıyarım diyene tuz kabıyım diye koşuyoruz…
Üstelik bir acı gerçeği daha unutuyoruz…
“Benden olan bana gelsin” diye takım kuranın oyuncağı olduğumuzun farkına varmıyoruz, ya da “Hadi oynayalım” diyenin topuna imrenip yanına koşuyoruz.
Elbette sonunda üzülen ve süklüm püklüm eve dönen de biz oluyoruz, üstümüz başımız yırtık, çamur içerisinde bir de yenik…
Düne kadar “Şam’da Namaz” hayal ediyorduk, geldiğimiz noktada ceketimizi serip de namaz duracak kadar yer bile bulamıyoruz.
Neden böyle oldu diye sorun hadi…
Cevabımız gayet basit…
Binbir türlü hayaller içinde siyasi basiretsizlik ve beceriksizlikten öte bir şey değil…
N’apcaksın el âlemin üç keçisini, beş koyununu, oturup da kendi derdimize baksak olmaz mı?
Suriye rejimi ile görüşmedikçe sorunu çözemezdiniz, geldiğimiz noktada Suriye rejimi ile karşı karşıya oturmak zorunda kalacağız…
O zaman Kahya’nın ağasına, ilçeden dönüp köye yaklaşırken sorduğu gibi…
Madem Esat ile öyle veya böyle görüşecektik, neden başında görüşerek gitmedik, Eset dedik de şimdi Esat olacak?
Benden olan bana gelsin…