Tartışma şöyle başladı...
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan aynı zamanda İstanbul’un fethinin 567. yıldönümüne denk gelen günde özel etkinlikler olacağını duyururken, “Ayasofya’da Fetih Suresi okunacak ve dualar edilecek. Milletimizin fetih sevincini hep birlikte yaşayacağız. Fatih Sultan Mehmet başta olmak üzere gazilerimizi, şehitlerimizi, kahramanlarımızı hürmetle yadediyoruz” dedi…
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ise, “Camileri yeniden fethedeceğiz” gibi garip ve bir o kadar da anlamsız bir cümle kurdu…
Yunanistan tepki verdi, o tepkiyi görmezden geliyorum, çok önemli değil…
İktidarın yancısı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması ile ilgili yapılacak çalışmalara destek verdiğini açıklarken, "Ayasofya'dan çan sesi değil Allah'ın izni ile ezan sesi yükselecektir" dedi…
Baştan başlayalım ve görelim tarihi bilgisizliği…
İstanbul, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildi. Bu fetihten sonra Edirne’de olan sadaret makamı, İstanbul’a taşındı ve o tarihten sonra İstanbul “Dersadet” yani “Sadet Kapsı” bugünün anlamı ile “Başkent” olarak anılmaya başlandı ama dünya posta idaresi, İstanbul’u hala “Konstantinopolis” olarak anmaya ve posta adresi olarak kullanılmaktaydı.
Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitmesinden sonra Refet (Bele) Bey komutasındaki bir Türk birliğinin İstanbul’a girmesine rağmen, işgal resmi olarak kaldırılmaz. 8 Eylül 1923’te Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlenip Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya düşmanlardan kurtarılır.
Bu antlaşma ile de son İtilaf birliği 4 Ekim 1923'te Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk eder.. 6 Ekim 1923'te ise, Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul'a girdi ve 4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal resmen sonlandı.
Yani bu İstanbul’un ikinci fethi idi. Bunu başaran da Kurtuluş Savaşını kazanan, milleti ile birlikte hareket eden Atatürk ve arkadaşları idi…
Peki, İstanbul adı ne zaman konuldu?
Osmanlı döneminde de İstanbul adı çeşitli şekillerde kullanılıyorsa da “Konstantinopolis” adı daha ağırlıklı idi. Atatürk, yanılmıyorsam 1930 yılında dünya posta idaresine bir yazı gönderdi ve bundan böyle gelen gönderilerde “Konstantinopolis” yazılı olursa kabul edilmeyeceği ve geri iade edileceği açıkça ifade etti…
Bilemiyorum ama Ayasofya camiindeki duada “Atatürk ve arkadaşları anıldı mı acaba? Çünkü İstanbul’ ikinci kez o kadro kurtarmıştı…
Gelelim Fetih Suresinin okunmasına…
Surenin zamanında müze olarak kullanılmaya başlanan Ayasofya Müzesinde okunması, pili bitmiş olan iktidarın siyasi manevrası ve gündemi değiştirmeye yönelik çabasıdır.
Surenin içeriğine girmeyeceğim çünkü bildiğim bir konu değil ama okuduğum ile Ayasaofya’da uygulanan birbirine uymuyor…
Gelelim Ali Erbaş beyefendinin “Camileri yeniden fethedeceğiz” cümlesine…
Pardon, İşgal altında kaç tane camimiz var da fethedeceğiz acaba?
Eğer işgal altında olan bir cami varsa, açıklayın da öğrenelim, insanların inançları ile oynayıp, aptal yerne koyarak yalan söylemeyin.
Bu davranış aslında, iktidarın değirmenine su taşımaktan öte bir davranış biçimi değil ve Diyanet İşleri’nin de siyaset ile bir ilgisi yok, görevi din işleridir hem de ülkemizdeki bütün inançlara eşit mesafe ile…
Koltuk değneğinin sözüne gelince…
Ezan okunması ayrı bir konu… Ayrıca uzun zamandan beri Ayasofya içindeki bir bölümde ezan okunur ve vakit namazları da kılınır, o mekânda hiçbir zaman ezan ve namaz sonlandırılmamıştır.
Şimdi karşı çıksam karşıma –hassas bir konu olduğu için- çıkarlar, kendi yanlışlarını görmezler ama olayın gerçeği şudur…
Ülkede “Erken seçim” teranesi tutturuldu. Bunu tutturan da koltuk değneği…
Böyle bir ortamda işi siyasette inançları da öne çıkarsanız da size bir faydası yok…
Çünkü milleti açlık ve sefalet içindeyken sizin inançları siyaseten kullandığınız da farkında…
İlk sandık önlerine geldiğinde de buna izin vermeyeceğini göreceksiniz.
XXX
GELELİM GÜNÜN BİR BAŞKA KONUSUNA…
İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’nun imzaladığı evrak ile 10 yıla yaklaşan bir zamandan bu yana –elbette ki “Tek adam”ın talimatı ile- CHP Genel Başkanı Ana Muhalefet Partisi’nin başı Kemal Kılıçdaroğlu’nun koruması Emniyet Müdürü rütbesindeki polis “Kadrosuzluk” gerekçesi ile zorunlu olarak emekliye ayrıldı.
Henüz emekli olma zamanı gelmemişken…
Bu bir tacizdir…
Bu bir hukuksuzluktur…
Veee…
Ana muhalefet partisi genel başkanına yapılması planlanan bir girişimin bence başlangıcıdır…
Diyeceksiniz ki “Koruma müdürünü almakla, yapıldığını düşündüğün planlama ne ise, ilgisi ne?”
Aslında yerinde ve çok haklı bir soru…
Girişimin ne olacağını bilemem, sadece düşündüm. Ama Çubuk’taki şehit cenazesinde bir provasının yapıldığını bu millet eğer görmüyorsa, denecek hiçbir şey yok…
Elbette beni kuşkulandıran planlama, bir yok etme planlaması değildir. Ona cesaret etmek en azından aptallıktır ama yıldırmaya yönelik olduğunu düşünebiliriz.
Bir şey var ki unutuluyor…
Bir plan içerisinde yıldırmaya, korkutmaya, tırsmaya çalışacağınız kişi, planın işlemesi halinde korkacak, tırsacak, geri adım atacak ve hatta siyasetten çekilip torunları ile baş başa kalmak isteyecek bir yapıda olması gerekir…
Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir yapıya sahip mi?
XXX
Eğer bir insan, ne kadar bilgili ve yetenekli olursa olsun, eğer korkacak ve tırsacak, en ufak bir gözdağını görünce çark edecek, teslimiyet gösterecek yapıya sahip ise…
O kişinin siyasette, yani millet hizmetinde işi yoktur.
Çünkü rehberi, önderi Atatürk değildir…