27 Mayıs 1960.
Bu ülkenin kara lekelerinden biri. Dünya döndükçe tıpkı 12 Eylül gibi asla çıkmayacak bir leke.
Rahmetli Adnan Menderes hâlâ Türk Milletinin kalbinde yaşıyor. Kıyamet kopana kadar yaşayacak da.
Nedenlerini biliyorsunuz.
Bilmeyenler o dönemin tek parti iktidarını yaşayanlara sorsun.
27 Mayıs 1960. Bu ülkenin alnında yıllarca bayram adı altında kapkara bir leke gibi kalmış cinayet.
Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan.
Üç şehit.
Çok söz söylemeye gerek yok. Hepsi öldüler ve Mahkeme-i Kübra’da hesap gününü bekliyorlar.
Hani o; “ Seni ben bile kurtaramam” diyen, Türk Parasının üstünden Mustafa Kemal’in resmini kaldırıp ta kendi resmini koyanlar var ya!
Hani o; “ Bugün bile olsa yine asardım.” Diyen Yassıada Mahkeme Başkanı Salim Başol var ya!
İşte o günde, ilahi adaletin terazisinde neyin en olduğunu görecekler.
Üstelik sonsuza kadar ve Gayya çukurlarında.
12 Eylül cunta lideri ve arkadaşları gibi. Kendini hiç ölmeyecekmiş sanıyordu ve cenazesinde ailesinden başka sen ben bizim oğlan vardı.
Suçsuzluğu ispat edildiği halde astığı Mustafa Pehlivanoğulları, Selçuk Duracıklar ve daha nice masum fidanlar şimdi orada işte o büyük günü bekliyorlar.
İyi ki ölüm var. Şairin dediği gibi çok şükür öleceğiz. Sonsuz şükürler olsun hesap günü var.
Vicdan sahiplerini biraz ağlatayım:
Merhum Adnan Menderes'in asılmasına neden olan en önemli suçlarından birisi neydi biliyor musunuz?
Dilimin döndüğünce anlatayım. Anlatabilirsem. Çünkü böyle bir insani davranıştan dolayı suçlanmak insanlık tarihinde az görülür.
Bizim ülkemizde ve kara, utanç yıllarında.
Merhum Adnan Menderez başbakan sıfatıyla, 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa'ya gider.
Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak;
- "Osmanoğulları ailesinin Paris'te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?" diye sorar üzgün bir şekilde.
Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde ve biraz da kızgınlıkla;
- "Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin" der.
Bir süre sonra büyükelçi adresle gelir.. İstifa sözünü duyduktan sonra paça sıkmamış olmalı ki fazla bilgi vardır elinde.
Osmanoğulları Ailesinin nasıl ve hangi semtte, bir evde kaç kişi kaldıklarına varıncaya kadar.
Şimdi bundan sonrasına dikkatinizi çekeyim;
Haksız yere Osmanlı düşmanları tarafından, gâvur içine sürgüne gönderilen Hanedanın ziyaretine gider Menderes.
Gördükleri karşısında çılgına döner. Kahrolur Adeta. Yıkılır. Gözlerine inanamaz.
Oturup bir güzel ağlar siyim siyim.
Devlet-i Aliye'nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han'ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları nasıl bir durumdadırlar biliyor musunuz?
Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.
Kurgu falan filan değil. Uydurma değil.
Daha düne kadar Osmanlı sarayında kölesi olan Fransız gavurunun memleketinde, kapısında şimdi onlar köledir.
En pis, küçültücü, aşağılayan işte özellikle çalıştırılmaktadır.
Sizden bir şey rica edeydim; Empati yapın. Sadece bir- kaç dakikalığına.
Sizin aileniz böyle bir konuma düşse ne yapardınız?
En acısı da evinden, yurdundan, sevdiklerinden bir gecede koparılıp, sanki birer katil, vatan hainiymiş gibi Fransızsın kanlı dişlerine atmak.
Devamı yazıda daha da üzeceğim sizi.