Tek adam rejiminden önce, bakanlığa seçilmiş milletvekillerinden bakanlar atanırdı. Dışarıdan da atanırdı ama o atananlar, atandıkları bakanlık için “Uzman” kişilerden oluşurdu ve uzmanlık alanları dışında siyaset yapmazlardı.
Siyaset yapmak, seçilmişlerin işi idi. Zaten bakanların altında “Müsteşar” unvanı ile görev yapan yetkin ve bakanlığın işlerini bilen kişiler olurdu, onlar da zaten siyaset yapmazlar, iş yaparlardı…
Ayrıca, Dışişleri gibi devletin dış politikasını sağlıklı bir şekilde ve ülke çıkarlarını dikkate alarak yürütmekle görevli bu bakanlıkta, liyakat denilen şey, en önemli konu idi…
Dışişleri bakanlığının “Diplomat” personeli, keyfe göre atamakla olmaz, deneyime bağlı, uzun seneler alttan gelerek, pişerek yetişirlerdi.
Şimdi bunların hiç biri kalmadı…
Çukulata kutusunda hediye kabul eden Bakara-Makaracılar, Atatürk düşmanları, geçmişte milletvekilliği yapanlar, hiçbir deneyime ve liyakate sahip olmadan “Diplomat” oluveriyorlar…
Sen gel Dışişlerinden başarı bekle, dışarıda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çıkarlarını korumaya çalış, olmuyor elbette…
Ve tabi sonuç olarak kel başa şimşir tarak örneği, atanan, aslında atanmış memur olan kişi, “Bakan” sıfatıyla görev yapıyor.
Devletin yapısal durumu bozulmadan önce, atanmış olarak belirttiğim gibi bakandan sonra müsteşar gelirdi. Aslında bugünkü bakanların hepsi de müsteşar seviyesinde kişiler ama iş bilmeyenler, siyaset yapanlardan oluşmaktadır.
Diyeceksiniz ki “Neden böyle düşünüyorsun?”
Ben düşünmeyim de kimler düşünsün a kardeşim…
Ege denizindeki 12 ada konusu defalarca anlatıldı, tarihsel kanıtlar ortaya konuldu ve denildi ki bu adalar 1912 yılında Osmanlı Devleti ile İtalya arasında yapılan anlaşma ile İtalya’ya bırakılmıştı. Sonra İtalya, bu adaları Yunanistan’a devretti ve Antalya’nın Kaş ilçesinin karşısındaki, burnunun dibindeki MEİS adası da bu adalardan birisi…
Elbette bu anlaşmaların tüm belgeleri devlet arşivlerinde var, tarihler de bunu böyle yazar.
Ama hayır, iktidar ikide bir 12 adaların İsmet İnönü başkanlığındaki heyet tarafından yapılan müzakerelerde, Lozan şehrinde imzalanan antlaşma ile Yunanlılara verildiğini papağan gibi tekrarlar dururlar.
Han neredeyse Osmanlı saltanatı döneminde kaybedilen Avrupa, Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki toprakların da Lozan Antlaşması ile kaybedildiğini yüzleri kızarmadan, tarihi çarpıtarak söyleyecek. Tabi “Oku” emrinden habersiz millet, tarih bilgisinden de yoksun olunca inanan da çok olur, oluyor da.
Bu en son açıklama ki akıllara ziyan, atanmış dışişleri bakanından geldi…
Dışişlerinin atanmış bakanı Çavuşoğlu “Meis’i İtalyanlara vermişiz, onlar da Yunanistan’a vermiş. Yanı başımızda, vermişiz… Geçmişteki anlaşmaları büyük başarı öyküsü diye ders kitaplarında ilkokulda anlatmaya çalıştılar bizlere ama maalesef işte görüyoruz” demiş…
Öncelikle atanmış bakan, artık bu propagandayı millet yemiyor.
Siz önce arşivlere hâkim olun, okuyun, öğrenin ve gelin ondan sonra gerçekler neyse onu konuşun da “Bakan” sıfatınıza uygun bir davranış olsun…
Sizin o ikide bir uydurma propaganda söylemleriniz ile kötülemeye çalıştığınız Cumhuriyet ve onun kurucularının yaptığı “Lozan Antlaşması” sayesinde bu ülkede yaşıyorsunuz.
Ama bilmiyorsunuz ki, anca konuşuyorsunuz…
Yok, yanlış oldu aslında bal gibi de biliyorsunuz ama yalan söyleyerek iktidarı sürdürmek çabasındasınız…
Ancak, çok geç…
İşiniz bitik…
XXX
Bir garabet olay, daha doğrusu “Laf” de AKP’nin yanındaki “Ufaklık” adamdan geldi…
MHP’nin bir türlü ne yaptığı anlaşılmayan Genel Başkanı Devlet Bahçeli TTB hakkında söylediklerine bakar mısınız?...
"Türk Tabipler Birliği isimli ihanet oluşumu sözde artan vakalara, hayatını kaybeden insanlarımıza ve sağlık çalışanlarımıza dikkat çekmek maksadıyla tüm sağlık kurumlarında siyah kurdele takacakmış! Bu teşebbüs zehirli ve zillet bir komplodur.
Türk Tabipler Birliği Korona kadar tehlikelidir, tehdit saçmaktadır. Üstelik hükümete yönelik 'Yönetemiyorsunuz, ölüyor, tükeniyoruz' eylemi haince bir tertiptir."
Demiş ve akıllara ziyan bir öneride bulunmuş…
“Çağrım şudur: Türk Tabipler Birliği, bugünkü hassas dönemde, insan ve toplum sağlığı hakkında asılsız şaibe ve şüpheleri körüklemektedir. Bu nedenle sadece adında Türk bulunan Tabipler Birliği derhal ve gecikmeksizin kapatılmalıdır. Yöneticileriyle ilgili adli işlem yapılmalıdır.”
İktidar, baroları bölmeye çalıştı, 50 bin üyeli İstanbul barosunda 2 bin imzayı bulamadı, olmadı.
Diğer meslek guruplarını aynı şekilde kendine biat ettirmeye zorladı olmadı.
Şimdi bu akıl neye hizmettir?
Türk Tabipleri birliğini kapattınız ve sağlık çalışanları da bu ortamda topu birden işi bıraktı varsayalım…
Şimdi de bekalım Yavru…
Bu salgını ülkenin başından nasıl def edeceksin, bir fikrin var mı bu konuda da sallıyorsun vara yoğa…
Merak etmeyin var…
Diyor ki; “Virüsle mücadeleye hesapsız ve art niyetsiz devam eden vatansever bilim insanlarımızdan oluşacak bir müteşebbis heyet kurulmalı, rezaletin, hıyanetin ve Türkiye husumetinin kara sayfası kapatılmalıdır. Artık Türk Tabipler Birliği’ne sabır ve tahammül gösterilmesi imkânsızdır.”
İmkânı kalmayan nedir bilir misin?
Bu ülkenin Devlet Bahçeli’ye “…sabır ve tahammül gösterilmesi imkânsız….” Hale geldiğidir.
Ülkenin sağlık bakanı, her akşam yaptığı ve yaklaşık bir saat süren açıklamalarda, amaç o günü açıklamak değil, iktidar için yoğun propaganda yapmaktadır. Açıklama işin süslü bahanesinden öte bir şey değildir. Her gün yapılan açıklamalarında dönüp dönüp aynı cümleleri kurduğunun farkında değil misiniz?
XXX
Gerçekten ülkede çok ilginç olaylar yaşıyoruz. Öyle ki aklımız ile bir türlü çözemiyoruz. Çünkü yapılanların hiç birinin akıl ile ilgisi yok.
Akıl dışı…
Akla aykırı…
Bir kez daha belirtmek isterim ki bu ülkede “Halimiyet, kayıtsız şartsız milletin” ise, millet hukukun içinde günü geldiğinde gereğini elbette yapacaktır…