Sosyal medyada bir video izledim…
“Adam” sıfatında bir zavallı, “Tarihi miras” konusundaki o zavallı fikrini açıklarken, “Yatihi miras diyorlar. Aslın tarihi mirasımız, Peygamber efendimizin veda hutbesidir. Hatf devrimi ile bu miras yok edilmiştir” anlamında, yılan gibi başını kaldırıp, çatallı dili ile ve cahilce harf devrimi üzerinden Atatürk’e saldırıyor olmayan aklı ile…
Ve konunun daha ilginç yanı, böylesi çatal dilli yılanlardan o kadar çok var, o kadar çoğaldı ki…
En son yazımda “Aptal mıyız?” diye sormuştum….
Ve eklemiştim, “Aptal değiliz” diye, çünkü aptal yerine konulduğumuzu ifade etmiştim.
Harf devrimi olmasaydı, Kuran’ı Arapça harflerden okumaya devam etseydik ama Arapça bilmeseydik ki bilmiyorduk, anlamını nasıl bilecektik? Okuduğumuzu anlamadığımız şeyden ne öğrenecektik?
Eğer okuduğumuzu anlamayı bilseydik, yıllarca Arapçadan okuduğumuz Kuran’ın 2. Ve en uzun suresi olan Bakara suresinin ilk 20 ayetindeki ifadeleri bile bilseydik…
En azından “İnsan” sıfatında olma hakkını elde ederdik. Hep çatal dilli şeytanlar türemesine izin vermezdik. İşte ilk 20 ayet, anlayacağımız dilden elbette. Unutmamak gerekir ki Yüce Allah, “Anlaşılsın diye” Kuran’ı Araplara kendi dillerinden, yani “Arapça” göndermiştir. Biz Arap mıyız?
***
1. Elif, Lâm, Mîm.
2. İşte sana o Kitap! Kuşku/ çelişme/ tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, sakınanlar için.
3. Ki onlar, gayba inananlar, namazı/duayı yerine getirenlerdir. Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır.
4. Hem sana vahyedilene hem de senden önce vahyedilene inananlardır onlar. Âhireti gereğince kavrayıp anlayanlar da onlardır.
5. İşte bunlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar, işte bunlardır gerçek anlamda kurtuluşu bulanlar.
6. Şu bir gerçek ki, o küfre batmış olanları sen uyarsan da uyarmasan da onlar için aynıdır; iman etmezler.
7. Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.
8. İnsanlar içinden bazıları vardır, "Allah'a ve âhiret gününe inandık!" derler ama onlar inanmış değillerdir.
9. Allah'ı ve inanmış olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar.
10. Kalplerinde bir hastalık vardır da Allah onları hastalık yönünden daha ileri götürmüştür. Ve onlar için, yalancılık etmiş olmaları yüzünden acıklı bir azap öngörülmüştür.
11. Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkarmayın" dendiğinde, "Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz!" demişlerdir.
12. Dikkat edin, gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde olmuyorlar.
13. Onlara, "İnsanların inandığı gibi siz de inanın" dendiğinde, "Yani biz de kafası çalışmayan zavallılar gibi inanalım mı?" derler. Haberiniz olsun ki, kafası çalışmayan düşük seviyeliler onların ta kendileridir; fakat bilmiyorlar.
14. Bunlar iman etmiş olanlarla yüzyüze geldiklerinde, "İman ettik" derler. Kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarına ise söyledikleri şudur: "Hiç kuşkunuz olmasın biz sizinleyiz. Gerçek olan şu ki, biz alay edip duran kişileriz."
15. Allah onlarla alay ediyor ve onları, kendi azgınlıkları içinde bocalar bir halde sürüklüyor.
16. İşte bunlar, doğruluk ve aydınlığı verip karanlık ve sapıklığı satın aldılar da ticaretleri hiçbir kazanç sağlamadı. Bir yol-yordama girebilmiş de değillerdir.
17. Onların durumu şu kişinin durumuna benzer: Bir ateş tutuşturmak istedi. Ateş, çevresindekileri aydınlattığında, Allah onların ışığını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı; artık görmezler.
18. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar artık dönmezler.
19. Yahut gökten boşalan bir yağmur haline benzer ki onda karanlıklar var, bir gök gürlemesi var, bir şimşek var. Yıldırımlar yüzünden ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah Muhît'tir, küfre sapanları çepeçevre kuşatmıştır.
20. Şimşek, neredeyse gözlerini çarpıp götürüverecek. Kendilerine her aydınlık sunduğunda, orada yürürler. Üzerlerine karanlık binince çakılıp kalırlar. Eğer Allah dileseydi, işitme güçlerini de gözlerini de elbette alıp götürürdü. Çünkü Allah her şeye Kadir’dir.
***
İşe bildiğimiz dilden okuyunca, bizleri her türlü hal, hareket ve ifadelerinden dolayı aldatmaya kalkışanların, aslında kimler olduğunu bilir, ona göre onlara değer verir, peşlerinden gitmezdik de ülke ve millet olarak felaketlere sürüklenmemiş oldurduk.
***
Ve Kuran’ın en uzun suresi olan Bakara suresinin son üç ayetini anlayarak okuya bilseydik, görürdük ve bilirdik ki…
284. Ayet: Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, herşeye güç yetirendir.
***
Son iki ayetini okuyup anlasaydık, her gün okuduğumuz bu duanın anlamını bilseydik, Yüce Allah’tan neler dilediğimizi bilir, dualarımızda istediğimize kavuşmak için aklımızı kullanmak gerektiğini anlardık.
285. Ayet: Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Tümü, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. "O'nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır" dediler.
286. Ayet: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et."
***
Harf devrimi olmasaydı…
Atatürk, Kuran’ı Türkçeye tercüme ettirip, anlaya bileceğimiz bir hale gelmesini sağlamasaydı…
Okuduğumuzdan ne anlayacaktık da “İnanmış” olarak Allah’ın öğütlerine ve emirlerine uyacaktık?
Araya giren çatal dilli yılanların dediklerine mi?
Kuran’da elbette birçok öğüt ve emir vardır…
Ancak bana göre en büyük emir, anlayarak okuduğun kitaptan “Ahlaklı” olmanın faziletlerini bilir ve ona göre davranırdık…
İnsanları ha bire aldatmazdık…
Haram lokma boğazımızdan geçmezdi…
Kul hakkına, yetim hakkına dikkat ederdik…
Emeğin kutsallığını bilirdik…
Öz olarak “İnsan” olmayı bilirdik…
Peki, öyle mi yaşıyoruz?
Hayır, öyle yaşamıyoruz…
Birbirimizin kuyusunu kazmak ve aldatmak, ahlak zayıflığı ile davranmak, yaptığımız en iyi davranış biçimi…
Haksız kazancı boğazımızdan indirmek, kul hakkını yemek, yetim hakkına göz dikmek, şatafat ve israf, en büyük özelliğimiz…
Ne diyeceğiz?
“Yanlış yaptık, Allah affetsin” mi diyeceğiz?
Elbette kimi affedeceğini Yüce Allah’tan başka bilen yoktur da “O” da “Her şeyi gören ve bilendir” kuşkusuz…
***
Toplumu “Aptal” yerine koyanlar, öncelikle bir kez daha düşünmelidir. Bizler de bu ayetlerde kim tarif ediliyor, artık anlamalıyız. Kuşku yok ki Allah, bizi de hesaba çekecektir…