Perşembe günü ABD yetkilileri ile yapılan 4 saatlik görüşme sonunda bir anlaşmaya varıldı, Türkiye haklı olarak başlattığı Suriye’de, Fırat nehrinin doğusundaki askeri harekâtı 120 saat için durdurma kararına varıldı.
Anlaşmanın özetle adı “Ateş kes” olmuş, “Ara verme” olmuş çok mu önemli?
Elbette önemi bir açıdan yok ki o açı da şu…
Harekâtın içinde bulunan asker evlatlarının sağlıkla yanlarına dönmelerini bekleyen anaların yüreğine su serpildi. Eğer anlaşma sonuna kadar başarı ile giderse, evlatları görevleri bitince dizlerinin dibine döneceklerini biliyorlar.
İkinci ve bir başka önemli tarafı, güney sınırımızda PKK, PYD/YPG terör örgütleri uzaklaşmış olacaklar. Bir daha altını çizeyim, yok olmayacaklar, uzaklaşmış olacaklar. Çünkü anlaşma yaptığımız Amerika, söz konusu terör örgütleri ile çalışmaya devam edecek, günün birinde belirlenen coğrafyada “Kürt Devleti” hayallerini gerçekleştirmeye çalışacaklar.
Eğer anlaşmanın bu aşaması sonuç verir ise, Suriye rejimi ile doğrudan olmasa da dolaylı görüşmeler devam edecek, toprak bütünlüklerine zarar gelmemesi için çaba harcanacak. Suriye için toplanacak olan anayasa hazırlık komisyonu, Suriye’yi demokratik yönetime kavuşturmak için çalışacak…
Bir gün belki de yeniden “Dost” olabileceğiz. Sonuçta karşımızda bir Arap devleti ve milleti var…
Buraya kadar her şey çok güzel…
Güzel olmayan bir şey mi var?
Güzel olmayan şey elbette yok ama içimize sinmeyen, yüreğimizi sızlatan tarafı var…
Birincisi, 9 Ekim’de akıl hastası olan ABD devlet başkanı sıfatlı adam müsveddesinin, Cumhurbaşkanına yazdığı edep ve ahlak dışı mektup…
Mektup için “Çöpe attık” diyorlar…
Elbette resmi yazışmalar çöpe atılmaz, mecazi (değişmeceli) anlamda söyleniyor.
Cevap verdiklerini söylüyorlar, verdikleri cevabın da 9 Ekim günü saat 16.40 da harekâtı başlatarak verdiklerini ifade ediyorlar…
Hepsini de içimize sinmese de, yüreğimizi sızlatsa da, sineye bir tek şartla çekiyoruz, şimdilik olmak kaydıyla…
Yeter ki analar ağlamasın…
Bu saatten sonra dediğim gibi, anlaşmanın özetle adı “Ateş kes” olmuş, “Ara verme” olmuş çok da önemi değil.
Önümüzdeki günlere bakarken, ilerde başımıza neler geleceğinin hesabının yapılması ve gelecek günlerin hem askeri açıdan, hem ekonomi açıdan değerlendirilmesi gerekir.
Atatürk’ün dediği gibi…
Asıl savaş ve kazanım, bugünün dünyasında ekonomik güç ile belirlenir.
İktidar, yaptığı ekonomik yanlışlıklardan dönmeyi bilmelidir.
İktidar, dış politikada yaptığı yanlışlıkları görüp doğru yola girmelidir.
İktidar, “Tek adam” ile bir yere varılmayacağını görüp, TBMM’ni çalıştırarak “Parlamenter sisteme” acilen dönmelidir.
Anlaşma, bilinmelidir ki geleceğe yönelik kesin sonuç ile bitirilmemiştir. Gelecek, birçok bilinen ancak nasıl gelişeceği şimdiden bilinmeyen gerçeklerle doludur.
Öncelikle milletlerarası ortamda ağırlığımızın hissettirilmesi zorunludur ve bunu da kafa tutmayla olmayacağı açıktır.
Örneğin, görüşme yapılan masadaki oturma düzenine baktığımızda, daha Türkiye olarak ağırlığımızı ortaya koyamadığımızı görüyoruz.
Sevgili okurlar…
Bugün için güzel bir şey yapılmıştır.
Şimdi lafa limon sıkar gibi ya da camızın göle şey ettiği gibi fikir beyan etmenin gerçekten sırası değil…
Gelecek günlerdeki gelişmeleri yine takip edeceğiz ve düşüncelerimizi duraksamadan, ülkemizin ve milletimizin çıkarlarına uygun olduğun sanarak ifade etmeye devam edeceğiz.
Yanlışımız olursa, düzelterek yine anlatacağız.
Ama susmayacağız ve gerçeklerin yanında olmaya devam edeceğiz.
Gelecek günler, “Bu pirinç çok su kaldırır” gibisinden çok su kaldırır.
Neden mi?
Amerika’nın, başlarına kim gelirse gelsin, asla insan gibi davranmayacağını biliyoruz ve hazırlıklarımızı da ona göre yapmamız, özellikle hazırlıklarımızı ona göre yapmamız zorunludur.